• "ranzada iç çamaşırları buruşuk bir erkek.
    tek pencerenin önünde;iskemlede bir kadın.
    hızlı kanat çırpışlarıyla geçen güvercin sürüsü.
    bitişik odada yağmur gibi bir başlayıp bir kesilen mandolin.
    dışarıda şarkı söyleyen bir çocuk sesi."

    (bkz: tennessee williams)
  • tennessee williams 'in bir oyunu.diğer birkaç kısa oyunu ile birlikte nisan yayınlarınca yayınlanmıştır.
  • tennessee williams'ın yazdığı bir madonna'nın portresi, dikkat çökme tehlikesi, yağmur gibi söyle bana bırak dinleyeyim, söylenmemiş bir şey ve geçen yaz birdenbire isimli beş kısa oyunu içeren kitap. tomris uyar çevirisiyle nisan yayınları tarafından yayımlanmıştır.
  • --- spoiler ---
    "...
    erkek: ahizeyi kaldırıp hangi otel olduğunu sorduğumu hatırlıyorum ama söylediler mi, söylemediler mi orasını anımsamıyorum...şu sudan bir yudum da bana versene. (ikisi aynı anda ayağa kalkar, odanın ortasında karşı karşıya gelirler. bardak törenle el değiştirir aralarında. sonra bardağı kadın'a verir. kadın bir yudum su içer. erkek, parmaklarını sevgiyle onun uzun boynuna dolar.) işte hüzünlerimin ağıtını okudum sana! (duruş: mandolin duyulur.) sen bana ne söyleyeceksin bakalım? biraz söylesene neler gizliyorsun şu...(parmakları kadının alnından gözlerine kayar. kadın gözlerini yumar, ona dokunacakmışçasına elini havaya kaldırır. erkek, eli avucuna alıp inceler, sonra parmakları dudaklarına yapıştırır. parmakları bıraktığında, kadın ona dokunur. onun incecik, çocuk göğsü kadar pürüzsüz göğsüne dokunur, sonra da dudaklarına. erkek elini uzatır, parmakları kadın'ın boynundan aşağı, kimononun açık göğsüne kaydırır, mandolin güven kazanır. kadın, dönerek ona yaslanır, boynunu omzuna dayar. erkek, parmaklarını onun boynunun kıvrımında gezdirir ve der ki: ) ne kadar zaman geçti aradan, ne zamandır birlikte böyle iki yabancı gibi yaşıyoruz. gel bulalım birbirimizi, o zaman belki yitip gitmeyiz. söyle bana! işim bitik diyorum... hep aklımdaydın ama seni bir türlü arayamadım canım. hep aklımdaydın ama arayamadım. ne diyecektim ki arasam? işim bitik diyebilir miydim? bu kentte yittim gittim mi diyecektim? kirli bir kartpostal gibi elden ele dolaştım mı diyecektim? deyip kapatacak mıydım... evet yittim ben şu- kentte...

    kadın: sen gideli beri su içtim yalnızca, ağzıma başka bir şey sürmedim! ( nerdeyse sevinçle, dediklerine kendi de gülerek konuşur, erkek, usul bir şaşkınlık çığlığı atarak onu göğsüne bastırır.) kahve bitene kadar yalnızca kahve içtim sonra da su! ( sarsılarak güler.)

    erkek: bana anlatabilir misin şekerim? şimdi söyleyebilir misin?

    kadın: evet!
    erkek: öyleyse yağmur gibi söyle bana- bırak dinleyeyim, bırak şuracıkta uzanıp dinleyeyim...( kendini sırtüstü yatağa atar yüzüstü döner, bir kolu yatağın yanından sarkar, ara sıra parmaklarıyla yere vurarak tempo tutar. mandolin duyulur.) öyle uzun bir zaman geçti ki...şöyle karşılıklı oturup enine boyuna konuşmayalı. anlat bana, bir şeyler söyle. bu sessizlikte neler düşünüyordun? ben bu kentte kirli bir kartpostal gibi elden ele dolaşırken... anlat bana, söyle! yağmur gibi söyle bana, ben de şuracıkta uzanıp dinleyeyim.

    kadın: ben-
    erkek: söylemelisin, söylemen şart! bilmeliyim, en iyisi sen yağmur gibi söyle bana, ben de şuracıkta yatıp dinleyeyim, şuracıkta yatıp-
    kadın: gitmek istiyorum.
    erkek: gitmek mi?
    kadın: gitmek istiyorum!
    erkek: nasıl yani?
    kadın: tek başıma! ( pencereye döner) kumsaldaki küçük otellerden birinde kalacağım- uyduruk bir adla

    --- spoiler ---
  • iç burkan harika bir oyundur. şöyle de bir konuşma vardır içinde:

    '...hep temiz şeylerim olacak. beyazlar giyeceğim. hiçbir zaman güçlü kuvvetli olmayacağım artık, bu bitkinliği alt edemeyeceğim ama bir süre sonra kıyıda-kumsalda gezecek gücü bulabileceğim kendimde-...akşam üstü, kumsal boyunca yürüyeceğim, oturacağım özel bir yer olacak, tam karanlık çökerken, orkestranın viktor herbert'ten seçmeler çaldığı çadırın az ötesinde... kocaman, pencereleri kepenkli bir odam olacak. bir yağmur mevsimi, yağmut, yağmur, yağmur. kentteki yaşamdan öylesine yorgun düşmüş olacağım ki yalnız yağmuru dinlemek yetecek. öylesine dingin. yüzümdeki kırışıklıklar uçup gidecek. gözlerim yanmayacak artık. dostlarım olmayacak. tanıdıklarım bile. uykum gelince, ağır ağır yürüyerek küçük otelime döneceğim. kâtip, iyi geceler miss jones diyecek, şöyle bir gülümseyip anahtarımı alacağım. ne gazete okuyacağım, ne radyo dinleyeceğim; dünyada olup bitenlerden haberim bile olmayacak. zamanın geçtiğinin bilincine varmayacağım hiç... bir gün aynaya bir bakacağım ki saçlarım ağarmaya başlamış ve işte o zaman, yirmi beş yıldır, uyduruk bir adla, dostsuz, tanıdıksız, hiç kimseyle ilişkisiz yaşadığımı anlayacağım. buna biraz şaşacağım ama pek umursamayacağım. zamanın böyle rahat geçtiğine sevineceğim. bazen sinemaya giderim belki. arka sırada otururum, çevremde o koyu karanlık, iki yanımda benim varlığımdan habersiz, kıpırtısız oturan karaltılarla. perdeyi gözleyecek. düşsel kişileri. öykülerdeki kişiler. uzun kitaplar okuyacağım, ölü yazarların güncelerini. dünyadan el etek çekmeden önce tanıya geldiğim kişilerden daha yakın bulacağım onları kendime. ne tatlı, ne sakin bir dostluk olacak ölü şairlerle kurduğum bu dostluk, çünkü ne onlara dokunmak zorunda kalacağım ne de sorularını yanıtlayacağım. bana bir şeyler söyleyecekler, yanıtlamamı beklemeden. onların bana gizler açıklayan seslerine kulak verirken uykum gelecek. kitap elimde uykuya dalacağım ve yağmur yağacak. uyanıp yağmurun sesini duyacağım, yine dalacağım. bir yağmur mevsimi, yağmur, yağmur, yağmur... sonra günün birinde, bir kitabı kapattığımda ya da, gece sinemadan-saat on birde tek başıma-döndüğümde aynaya bir bakacağım ki saçlarım ağarmış. beyaz, bembeyaz. dalgalardaki köpükler kadar beyaz... gövdemi yoklayacağım parmaklarımla, ne kadar zayıfladığıma, inceldiğime şaşıp kalacağım. tanrım nasıl ipince olacağım. saydam nerdeyse. gerçek sayılmayacak kadar ince. sonra birden kavrayacağım, yani belli belirsiz anlayacağım, bu küçük otelde her türlü toplumsal ilişkiden, sorumluluktan, kaygılardan ya da tedirginliklerden uzak-yaşadığımı-neredeyse elli yıldır. yarım yüzyıl. bir yaşam boyu nerdeyse. buraya gelmeden önce tanıdığım kişilerin adlarını anımsayamayacağım bile, birinin yolunu beklemek duygusu nasıldır, gelmeyecek birinin yolunu beklemek, hiç anımsayamayacağım... sonra-aynaya bakarken-kıyıda gezinti saatimin gelip çattığını sezeceğim, gövdemi hırpalayan güçlü rüzgâra bırakıp, dünyanın ucundan esen, daha da öteden, uzayın serin, dış uçlarından esen, uzayın uçlarının ötesinin de ötesinden, oradan esen rüzgâra...''
hesabın var mı? giriş yap