• varolanların (beyin ağırlıklı doğanın ve bilimin metodolojisinin) dokusunun “evreni/doğayı inceleme” açısından yetersiz ve hatalı olduğunu, üstünü/dışındakileri (?) incelemenin son derece elzem olduğunu (şu an için) savunan ve düşünen felsefi görüş ve bilimsel bir hipotetik hipotezdir.

    düalizm ve metafizik gibi dogma ya da majikal öğretilere benzediği sanılsa da durum tam tersidir. amacı mistik şeyler bulmak değil, tam manası ile doğal süreçlerin değişiminde olacakları/doğuracakları sonucu derinleştirmek ve özellikle beynin nasıl bir düşünsel yönelime kayacağını analiz etmektir.

    ancak ne yapılırsa yapılsın, biyoteknoloji ve yapay zekâ bile ne kadar gelişirse gelişsin ortaya çıkacak sonucunun kesinlikle antroposantrik olacağını da savunur. çünkü beyin ve duyular yetersiz ve spesifiktir.

    yanlışlanana kadar (şimdilik) ulaştığı sonuç: “bilemediğimizi bile bilemediğimizi algılayabildiğimizi düşündüğümüzü sanmamız (?)”dır. öylesine derin ki, aradığımız şey (gerçek) hatalı olabilir (ki, çok yüksek ihtimalle öyle). yanlış arıyor olabiliriz ve hatta “yanlış” dediğimiz şey bile kökten hatalı olabilir…

    düzenleme: ek.
    2. düzenleme: eksikler… yığınla eksikler…
  • taslak:

    doğanın sırlarını çözmek için senin özellikle bu süreçler sonucunda ortaya çıkmış beyninin yarattığı “soru sorma”nın “gerçek” (?) olup olamadığını hiçbir şekilde kanıtlayamayız ve bu “kanıt”ta antroposantrik olmak zorundadır. yanılsamalarla dolu ve sadece hayatta kalmaya özelleşmiş bir beyin, doğanın gizemlerini nasıl çözebilir? “çözme” dediğim şeyin kendisi de “hata”lı (?)

    genel görelilik ve kuantum mekaniği arasında “bağlantı” kurmak istiyorsun. peki doğanın senin spesifik olarak bu süreçlerden geçmiş beyninin yarattığı “bağlantı”ya ihtiyacı var mı? ya da bir fikir öne sürüyorsun, bir şey(ler) düşünüyorsun, gerçeklik algını sorguluyorsun. peki tüm bu yaptıklarının tamamen hatalı olan bir yanılsamadan ibaret olduğunu bile bilemediğini nasıl açıklayacaksın? yapacağın “açıklama” yine beyninin ve duyularının sana oynadığı bir algı oyunun parçası değil midir?

    doğanın akılalmaz derecede karmakarışık olduğunu algılayabildiğimizi sandığımızı düşündüğümüzün bilincinde olduğumuzdan bile emin değiliz. doğal süreçlerin başkalaşımı sonucunda ortaya çıkabilecek olan hipotetik durumlara göre her şeyimiz yetersiz.
  • uzun tanım: spesifik olarak bu süreçlerin sonucundaki beynimiz ve duyularımızla doğayı algılayabildiğimizi sandığımızı ifade eder ve yapılmış, yapılan ve yapılacak olan her ama her şeyin zorunlu bir fizik-kimya-dünya(jeo)-(biyo)kimya-abiyogenez-koaservat-evrimsel biyoloji-evrimsel psikoloji-kültürel/formal evrim (antroposantrizm) yüzünden hatalı olduğunu düşünür. hipotez olarak bahsedilen “yeterlilik” doğanın, beynin, duyuların ve bilimin metotunun (kendi yarattığımız) “gerçek” (?) dediğimiz “şey”e ulaşma konusunda spesifik, hatalı, eksik ve yetersiz olduğunu savunur. örneğin “doğada ‘zaman’ (?) diye bir şey yoktur. beynin özellikle bu süreçlerden geçmesinin sonucunda ortaya çıkmıştır.” der. “üstü” ise hipotetiktir. bahsedilen yeterliliğin üstünü/dışını (?) algılamaya çalışmak için çalışmalar yaparak sonucu en az antiantroposantrik şekilde bulma çabasıdır ki bu da oldukça basit bir “beyin paradoksu”na işaret etmektedir (asla majikal düşünülmemelidir). bütün olasılıksal süreçler değişse (?) bile gerçeğe ulaşmanın muazzam derecede insan merkezinde olacağını belirtir çünkü bahsettiğimiz tüm bunları “düşün”ebilmemiz (?) yine beynin özellikle bu noktada olmasıdır: beyin paradoksu. muhtemelen felsefi akım olarak literatürde yerini alacaktır, bilimde değil (henüz). bilimde yer alabilmesi için kanıtlanması ve yeni şeyler bulması gerekir ki zaten en başarılı şekilde kanıtlanmıştır ancak yeni şeyler katabilmesi için doğal süreçleri değiştirecek deneyler yapılmalıdır. bu deneylerin protokolleri incelendiğinde göreceğimiz sonuçlar ciddi manada “akılalmaz” olacaktır ve aklımıza gelecek ve gelmesi muhtemel her ama her şeyi değiştirecektir. hatta öylesine değiştirecektir ki her şeyimizin en temelden hatalı olduğu gerçeğini (bilemediğimizi bile algılayamadığımızı) çok daha sert şekilde yüzümüze vuracaktır… bahsedilen doğal süreçler: fiziksel patlama, kimyasal tepkimeler, evrimsel seleksiyonlar, düşünsel süreçler ((formal) kültürel evrim-düşünce) ve sosyal süreçler ((sosyo)kültürel düşünsel yönelim) farklılıkları olacaktır. üstünü/dışını (?) oluşturan etkenleri fark edebilmek ne kadar temelden olursa devrimde o kadar temelden yaşanacaktır.

    her şeyimizin yetersiz olduğu, üstü’nün elzem olduğu ve dünya’daki karbon temelli yaşama göre üstü’nün doğada bulunduğu tamamen bilimseldir ancak (özellikle doğal) süreçlerin başkalaşımında yaratacağı üst düzey konulardaki “üstü” konusu bilimsel değildir çünkü astrobiyolojik bağlamda dünya dışında bizim algımızın yettiğince bir “canlı”lık (?) gözlemleyemedik.

    bunlar dışında bir örnek:

    felsefe ve yeterlilik & üstü arasındaki ilişki nedir?
    beynin (ve haliyle duyuların) dokusunun değişiminde ortaya çıkacak sonuca göre beynimiz “felsefe”den, “sorgu”lamadan, “düşün”ceden farklı bir şeyi algılamaya ve yaratmaya elverişli olabilirdi ve bize o (eğer hâlâ “gerçek” (?) diye bir şey varsa) gerçek gelirdi. bu duruma göre her şeyimiz algıladığımız kadarıyla hatalıdır (örn: natüralizm, materyalizm vs.) bunu aklınıza gelen ve gelemeyen her şey için yapabilirsiniz çünkü doğadaki her şeyin yetersiz olduğunu kesinlikle biliyoruz. bu, hiçbir şeyin bırak kesinliğini, doğruluğunu ya da gerçekliğini; yapısının kendinden bile emin olamadığımız hayatta, inanılmaz ve enteresan bir durumdur. işte, “her şey hatalıdır!” derken neredeyse tam olarak bundan bahseder yeterlilik & üstü. bu yetersizlik “neden”iyle (?) (nedensellikte beynin ürünü) üstü’nün (süreçlerin değişiminde doğuracağı sonucun) gerekli yani elzem olduğunu düşünür.

    ayrıca unutmayalım: tüm bunlar yine bu beynin ürünüdür: beyin paradoksu.
  • aşağıda yazılanlar şu anlık ulaşılan sonuçların listesidir ve çoğu bilgi bilimsel değildir. varsayımların derinliği üzerine birkaç derinlik yaratmak ve nüans ayırt edebilmek adına hazırlanmıştır. felsefeye katkısı olacağı bellidir ancak bilime katkısı olur mu bilinmez. en azından farklı bir bakış açısı bile yaratsa ilkel gündemden uzaklaşmış olursunuz ama kaçtığınız var (?) oluştan kafayı yersiniz orası ayrı…

    bulunduğumuz konumda (laniakea süper kümesinde, başak süper kümesinde, samanyolu galaksisinde, güneş sisteminde ve dünyada) spesifik olarak bu doğal (fiziksel-kimyasal-biyolojik) süreçler sonucunda oluşmuş beyin ve duyularla gözlemeyebildiğimizi algılayabildiğimizi düşündüğümüzü sandığımız doğanın/evren’in (?) bu denli büyük ve küçük olduğundan bile emin olamayız. yani (her şey de olduğu gibi) bunun da “gerçek”liğini (?) kanıtlayamayız. nedensellik, soru, sorgu, düşünce, mantık, bilim, felsefe vs. hepsi tamamen antroposantriktir/hatalıdır. örneğin “neden dünya’nın yüzey alanında yaşıyoruz?” gibi biyokimya, genetik ve evrim ile beyin ve duyu merkezli bir “soru”nun (?) hiçbir ama hiçbir evrensel cevabı olamaz. bilimsel natüralist cevapları tabii ki vardır ancak soru sormak ve cevaplar aramak insan merkezlidir.

    “bir bitki için ‘var’ (?) var mıdır?” gibi bir “soru”nun cevabı hiçbir zaman evrensel bir “gerçek”liğe (?) :) sahip olamayacak. “evrensel”lik (?) diye bir şey de olamayacak. biyokimya ve algı merkezliyiz. bunun dışını/üstünü (?) algılayamayız. algılayabildiğimizi sanabilseydik bile kesinlikle “gerçek” (?) olamazdı ve hatta “gerçek” (?) olsaydı bile bu yine “algı”ladığımızı (?) sandığımız kadarıyla hatalı olmak zorunda olurdu…

    içinde doğduğumuz bu yapı o denli karmakarışık ki, umarım akılalmaz derecede karmakarışık olduğunun bilincinde olmamızdan emin olamadığımızdan bari eminizdir. şaka gibi geliyor yazdıklarım değil mi? zorunlu olarak hiçbir tercihiniz olmaksızın sırf spesifik olarak bu doğal süreçlerden geçtiğiniz için özellikle böyle oluşmuş olan nöral ağlarınızla “düşün”mek (?) zorunda olduğunuzu “düşün”ündüğünüzde (?) ve “sorgu” (?) dediğiniz şeyin doğada bulunmadığını yani özellikle konu “gerçek” (?) dediğimiz şeye ulaşma olduğunda yaptığınız her şeyin hatalı bile olamayacak kadar hatalı olduğunu “düşün”ün (?) şimdi de doğal süreçler değişseydi size nelerin (eğer hâlâ “gerçek” (?) diye bir şey varsa) “gerçek” (?) geleceğini…

    bakın gerçekten şaka gibi ve kabullenmesi saçma ancak süreçler bir şekilde değişmiş/başkalaşmış olsaydı bir ağaca baktığınızda o ağaçtan farklı şeyleri de algılayabilirdiniz. şu an böyle algıladığımızı sandığımız evren’e süreçler değiştiğinde baktığınızda (tabi hâlâ göz duyunuz varsa) evren’in dokusu sizin için değişmiş olabilirdi… sıkı durun, bir bitki için bunların (her şeyimizin) hiçbiri “yok” (?) bile değil:) bu arada “saçma” demişken konu doğa olduğunda mantık neredeyse hiçbir zaman işe yaramaz (beynin ürünü).
  • özellikle böyle, bu büyük patlama, bu kimyasal doku ve bu dünya'nın konumu itibariyle bu karbon temelle oluşmuş biyokimyasal tepkimelerle başlamış bir “canlı”yız (?) her şeyden önce.

    ayrıca, bu “canlı”nın (?) karşılaştığı durumlara (dünya'nın ekolojisine ve atalarımızın yüzleştiği sorunlara) göre 4 milyar yıl önceki hâlimizden bugüne kadar spesifik olarak bu şekilde oluşmuş bir “canlı” (?) türüyüz.

    bir bitki, mantar, koaservat, bakteri vs. bunların hiçbirinin “farkında değil” (?) bile “değil” (?) neden? çünkü bu saydığım “canlı”ların (?) beyni ve duyuları yok. daha doğrusu biz öyle algıladığımızı sanıyoruz. başlangıçta aynı abiyogenez ile oluşmuş ve hatta ortak atamız olan bu “canlı”lar (?) arasında ciddi anlamda “akılalmaz” farklılıklar var ve yine biz böyle algıladığımızı sandığımız için böyle olması gerektiği çıkarımını yapıyoruz.

    yukarıda okuduğunuz her şey tamamen bilimsel.

    aşağıda okuyacaklarınız, yukarıdaki algıladığımızı sandığımız doğal tarihten yola çıkılarak oluşturulan hipotetiklerin taslağını ortaya koymak için yön vermesi bakımından yazılmıştır.

    özellikle böyle bir “canlı” (?) olarak ve yine özellikle bu süreçlerden geçmiş bir “canlı” (?) olarak, bu beyin ve duyuların algılamaya ve yaratmaya elverişli olduğu “gerçek” (?) dediğimiz şeyi arıyoruz. kısaca: kendi uydurduğumuz şeyi arıyoruz. cidden “akılalmaz” ve kabullenmesi saçma ama “doğa” (?) dediğimiz şey olamayabilir. bakın “zaman”, “düşünce”, “sorgu” vs. değil bizzat “var”lığın (?) kendisi olamayabilir…

    belki de bilim tarihinin açık ara en çılgın bu görüşünü neye dayanarak belirtiyorum ve bu bilimsel mi?

    öncelikle, tabii ki bilimsel değil ancak her şey beynin ve duyuların spesifik olarak böyle oluşmuş olması ile sonuçlandığı için bize olan biten -doğa- “gerçek” (?) geliyorsa, bilim ve bilimin metodu da (algılayabildiğimizi sandığımız kadarıyla) antroposantristik/hatalı demektir. ayrıca burada yazılanlar doğru bilgiler bu arada. çünkü bilimi bilim yapan bilimin ve doğanın mükemmel olmadığını kabul etmektir zaten bi' zahmet. açık aramadan bilim yapılmaz ve şu bilgi kesindir ki, bilim ve bilimin felsefesi/yöntemi insan merkezlidir. “algı” dışında (?) oluşmuş bir “canlı”lık (?) doğanın “gizem”lerini (?) “çöz”mek (?) isteseydi ve bu konuda tıpkı bizim gibi kendi beyninin ve duyularının (?) mutlak “gerçek”lik (?) olduğunu sanabilseydi (ki, biz de durum budur) kesinkes eminiz ki, “bilim”den başka bir şeyi yaratacaktı ve ona o “gerçek” (?) gelecekti (öyle sanacaktı, tıpkı bizim gibi). o da tıpkı bizim gibi fizik yasası keşfettiğini sandığında vs. “mutlu” (?) olacaktı… yalnızca o doğa yasasını keşfettiğini sandığı için değil, “doğa”nın (?) “var”lığını (?) “bil”diğini (?) sandığı için…

    buradan şunu çok rahatlıkla anlayabiliyoruz: evrensel bir(den fazla) “gerçek”lik (?) “yok” (?) bile değil.

    biyokimyasal, ökaryotik, evrimsel psikolojik ve nörolojik bir “canlı” (?) değil de karbon dışında oluşmuş bir “canlı” (?) olsaydın sana ne “gerçek” (?) gelecekti? “hiçbir şey.” bile “değil” (?)

    doğayı (fiziği, kimyayı, jeolojiyi vs. vs. vs.) “algı”ladığımızı (?) sanıyoruz. “göz” (?) duyumuz hiç evrimleşmemiş olsaydı sana “gerçek” (?) gelenler (eğer hâlâ “gerçek” (?) diye bir şey varsa) “gerçek” (?) gelemeyecekti…

    bunun -algılayabildiğimizi sandığımız- varsayımsal olasılıkları (örn: astrobiyolojik), (örn: bibgang'in tekrar yaşanması hâlinde kimyasal dokunun değişimi) o denli ama o denli ama o denli ki, “karmakarışık”, “kaotik” vs. gibi antroposantrik “tanım”lar bile “akılalmaz” derecede yetersiz… üstelik bunların hepsi yine bu (doğal ve kültürel evrimsel) süreçlerden geçmiş beynin ve duyuların ürünü. “hayal gücü” :) hayal gücüm böyle oluştuğu için doğanın “gizem”lerini (?) çözüyor ve “gerçek” (?) dediğimiz şeyi arıyorum…

    işte var (?) oluşun “bilinç”liliği (?) saçma sapan bir boyutta.

    bu arada “saçma” demişken o da beynin ve duyuların spesifik bir ürünü…

    ayrıca “boyut” demişken yine bir “canlı” (?) ve özellikle böyle oluşmuş bir “canlı” (?) olarak bunu algıladığımızı düşündüğümüzü sanıyoruz (?) her ama her şey de durum bu yani (sanırım).
  • sen doğa yasalarını keşfediyorsun ama tüm bunları yapabilmenin ve sana “gerçek”(?) gelmesinin nedeni olan beynini ve duyularını göz ardı ediyorsun. yeterlilik eksikliğinin farkına var ve üstünü (süreçler değiştiğinde oluşacak olan muhtemel sonuçları) algıladığını san ve kendi yarattığımız “gerçek” (?) dediğimiz şeye en az antiantroposantrik hatayla yaklaş(tığını san). her şeyden önce bir “canlı” (?) olarak “gerçek” (?) dediğimiz şeyi yaratıp onu arıyorsun. bak, “algı”, “düşünce”, “sorgu”, “düşünsel yönelim” vs. değil salt “canlı” (?) olarak yapıyorsun bunu…

    süreçleri nasıl değiştireceğiz?

    ne bileyim ben. * cidden bil(e)miyorum (altan). test edilebilir deneysel ve hâliyle bilimsel değil ama bilimsel olmak zorunda da değil gibi geliyor… biliyorum bilime ters şeyler yazıyorum ancak çok emek verdim ben bu ilişkiye guzum… var (?) oluşun bu bilinçliliği kafayı yedirt(ecek)ti.
  • “düşünce” (?) dediğin şey, özellikle bu süreçlerden geçmiş beyninin ürünü. yaptığın ve yapacağın her şey beyninin içinde olup biteceği(ni sanabildiğin) için algılayabildiğini sandığın kadarıyla “hata”lı (?) olacaktır…

    beyni, duyuları ve “doğanın gizemlerini aramayı.” falan geçtim, her şeyden önce bir “canlı” (?) olarak “doğa”yı (?) “algı”ladığını (?) sanıyorsun. bu, zaten en başında (akla gelen ve gelemeyen) her ama her şeyimizin en temelden “hata”lı (?) olduğu gerçeğini (?) :) (beyin paradoksu bu arada çünkü “gerçek” (?) zaten beynin ürünü ve doğada yok) göstermiyor mu?

    deneysel değil ve istediğimiz kadar düşünceyi derinleştirelim, bakış açıları farklılıklarını inceleyelim ve en önemlisi biyokimyanın ve beynin dokusunu değiştirelim (?) kesinlikle (ki, hiç sevmediğim ikinci kelimedir kendisi (birinci “sonsuzluk”).) evrensel bir gerçekliğe sahip olamayacağız.

    burada bahsedilen “evrensel gerçeklik”, bütün hipotetik canlı olasılıklarının algılanması ve bu olasılıkların antiantroposantrik olması. böyle bir şey, hiçbir şeyinden emin olamadığımızı bile algılayamadığımız bu hayatta belki de en kesin bildiğimiz şey olabilir…
  • doğanın spesifik olarak bu beyin ve duyuları oluşturduğu şekliyle doğayı çözeceğimizi sanmamız da yine beynin yanılsamasıdır. duyu organlarımız biyokimyasal ve evrimsel süreçler sonucunda muazzam gelişmiş olsalardı şu an bırakın bir şeylerin gerçek gelip gelemeyeceğini, bizzat “gerçek”liğin (?) dokusu bambaşka olabilirdi. o duyularla karanlık maddeye baktığınızda algı mekanizması (hâlâ varsa) değişeceği için algılayamadıklarınızı algılayabildiğinizi sanabilirdiniz. yapacağınız gözlemler ve hâliyle beynin dokusu da değişeceği için size başka şeyler “gerçek” (?) gelecekti…

    size özellikle ökaryotik ve nörolojik, hatta her şeyden önce bir canlı olarak beyninizde yaratmaya elverişli olduğunuz için yaratabildiğinizi sandığınız “doğanın gizemleri”nin mutlak bir kesinlik olduğunu söyleyen şey nedir? şu an bu hâlde olan beyin ve duyularınız. bir mantar için sizin “gerçek”lik (?) olarak algılamak zorunda olduğunuz şeyler doğada var mı? “yok” (?) bile değil. süreçlerin öyle bir değişiminde öyle sonuçlar doğabilir ki, siz bir homo sapiens ya da phocoena phocoena olarak ağaca baktığınızda onun sadece bir ağaç olduğunu görürken, karbon temelli oluşmamış başka bir canlı sizin baktığınız yere onun kendi evrimsel geçmişiyle oluşmuş gözleriyle baktığında ağaçtan çok daha fazlasını bambaşka bir şekilde algılayabildiğini sanabilirdi…

    kulağa metafizik gibi gelse de doğa bizim sınırlı hayal gücümüzden ciddi anlamda “akılalmaz” (?) derecede fazladır ve kullandığımız “fazla” (?) bile muazzam derecede yetersizdir…

    işte böyle bir şeyin/doğanın “iç”inde (?) bilim ve felsefe gibi inanılmaz araçları geliştirdik. bu ikisi bizim neredeyse her şeyimiz kültürel evrim içerisinde ancak maalesef ki şu da çok yalın bir gerçek, bilimsel metodoloji söz konusu doğanın dokusunu çözme olduğunda aşırı derecede yetersizdir. yalnızca bilimsel yöntem değil tabii ki fikirlerimiz, düşüncelerimiz, sorgularımız, sorularımız, hayal gücümüz… hepsi abiyogenez merkezli bir canlı içinde olan şeyler. tamamen hatalı bile olayacak kadar hatalı ve yetersizler…

    tam anlamıyla imkânsız ancak olur da beynin ve duyuların (biyokimyanın) dokusunu değiştirebilirsek bambaşka şeyleri algılayabilecek ve yaratabileceğiz… sonuç antroposantrik olmak zorunda tabi…

    bilemediğimizi bile algılayamayız (?)
  • hiçbir şeyden emin olamadığımız ve hatta “emin olma”nın hatalı olduğunu algıladığımızı sandığımız bu yaşamda, en güvendiğimiz terim olan “gerçek” (?) diye bir şeyin olmadığından kesinlikle eminiz. öyle bir var (?) oluştayız ki, bir şeylerin karmakarışıklığı üzerine düşünmek (?) zorunda kalarak, bilim ve özellikle felsefe ile ilgilenerek kendimizi daha teknik kandırmak ve sosyal yaşamda işimize yarayacak şeyler yaratmak dışında bir şey yapamıyoruz. yani doğayı çözmek dışında her şeyi yapabiliyoruz. çünkü özellikle bu noktadayız ve beyin hayatta kalmaya meyilli olacak şekilde evrimleşti, formaliteleri yaratıp doğada olmayanları arayıp önbeyni zorlamak için değil.

    beyin ve duyular doğayı çözme konusunda yetersizdir. üstü (özellikle doğal süreçler değiştiğinde doğuracağı sonuçlar) ise son derece elzemdir. yeterlilik sorunun olduğunu fark etmek bile yetersizdir… süreçleri değiştirsek (üstüne ulaşsak) bile sonuç kesinlikle hatalı olmak zorundadır ve zaten beyin sonucu öyle algıladığını sanmak zorundadır…

    hatta şöyle anlatayım: insan beynini çözmeye çalışmak için evrimsel psikolojiyi akademik düzeyde kabaca öğrendiniz diyelim ne kadar karmakarışık, öyle değil mi? sonuçta (algıladığımızı sandığımız kadarıyla) evren'deki en karmaşık nesnenin işleyişini çözmeye çalıştınız. heh! onun kimyasının ve biyokimyasının değiştiğini ve durmaksızın hayatta kalmak için zorunda kalarak 35 milyar yıl sonraki hâlini aldığını düşünün… `öyle bir noktaya gelecek ki siz onu algılayamayacaksınız bile`……….

    “iyi de bu imkânsız.” değil. bu olabilirdi de… sorun bu işte. evet, şu an böyle bir şey gözlemleyemedik ancak bu ihtimali spesifik ve sınırlı olan bu biyokimyasallarla oluşmuş beynin yarattığı hayal (?) ile algıladığını sanabiliyorsan böyle bir şey olabilirdi de…

    hiçbir şeyin bırakın netliğini, kendinden bile emin olamadığınızı düşünün… aslında zaten böyle bir evrende ve bu beyin ile yaşamanızı sürdürüyorsunuz.
  • sınavdayken aklıma geldi yazayım dedim.

    bir sınava girdiğinizde sorulan soruların doğru, yanlış ya da diğer nüanslarının (örn: %32 doğru) olduğunu ve bu soru sisteminin kendinden tutun da metodolojisine ve mantığına kadar her şeyini belirleyen yegâne doku spesifik olarak bu doğal-formal-sosyal süreçlerden geçtiğini algılayabildiğimizi sandığımız beyin ve beynin aracıları olan duyularıdır.

    “ee, bunu zaten biliyoruz. bir seleksiyon ya da tepkime başkalaşsa sonuç bambaşka olacak ve bize o eğer hâlâ gerçek diye bir şey varsa gerçek (?) gelecek. süreçler değiştiğinde hâlâ düşünce diye bir şey varsa o düşüncelerin gerçekliği ve doğruluğu değişecek yani. hatta sen demeden diyelim, yaptığımız her şey hatalı bile olamayacak kadar hatalı. hatta ve hatta biz öyle sanıyoruz. sanmanın kendisi de hatalı. ee?”

    “ee”si şu ki, papağan gibi aynı şeyleri yazıp duruyorum ve hatta yazdıklarımın da doğru düzgün bilimsel olmadığını biliyorum ancak evren bize bu kadar gerçekçi, büyük, küçük ve doğru geliyor ya ve bu tek başına bile bilincin akılalmaz yetersizliğinde zaten muazzam korkutucu geliyor ya, heh!

    sanabildiğinizden çoooook daha korkutucu bile değil, çünkü korkma isimli bir şeye elverişli olduğumuz için korkmak var ve tabii ki korkmanın da bir sınırı var…

    doğa o kadar karmakarışık ki, `bunu algılamanın bile tamamen hatalı olduğunu sanıyoruz`…

    kolay kolay alıntı yapmam ama bu çaresizliği en iyi sınırlarla ve sanrılara şöyle açıklamaya çalışabilirim (septisizmin yetersizliğiyle):

    “o kadar çok düşündüm ki, artık hiçbir şey düşünmüyor ve bilmiyorum…”

    -lev tolstoy
hesabın var mı? giriş yap