ağıt
-
ezgi ve konu ağırlıklı türler içinde gösterilen, başta insan olmak üzere ölen canlılar ve özlenen mekanlar için yazılan genellikle manzum eserlerdir.
ağıt yakma, türklerde eski bir gelenektir. gelenek içinde profesyonel ağıtçıların ağıt ve yas törenlerinde önemli bir yer işgal ettiğini görmekteyiz. profesyonel ağıtçılarla ölen insanların yakınlarının yaktıkları ağıtların övücü ifadelere yer verdiklerini, kimi ağıtlarda da ölüm ve ayrılıklara neden olanlara yönelik beddua ifadelerine rastlanmaktadır. -
örnek:
"çıkmadım büyük odaya
çağırdım* bar-i hüda*'ya
kurban kessem geri gelmez
allah'tan gelen kazaya
elime aldım değneği
azgın yaranın oynağı
anam sandıkta saklıyor
kardeşin kanlı gömleği"
anonim -
çobanoğlu ciddiyetinde bir hayat yaşamak ne kadar da zor.
-
afşar timuçin şiiri.
"karanlıktan ıslanan çiçekleri
koyacaklar eski bir kitabın arasına
her çiçek toplayışta seni anacaklar
gözüpek bir çocuk gibi
çıktın diye güzlerin karşısına
yağmalanmış kentleri sen bilirsin
(anıt dikerler ölülerin anısına)
seni toprağında unutacaklar
seni kitaplarda anacaklar
-duran günden korkardı
yaradılıştan çocuktu
yapacak bir şeyi yoktu
çıktı büyümüşlerin karşısına
bir çiçek yılı sonra
bir saksıda bekleşen sardunyaya
karışacak su mavisi gözlerin
bin umut yılı sonra
kim bilir hangi rüzgarda
kim bilir hangi göktesin
kim bilir hangi denizde
kim bilir hangi sularda" -
en son 10 sene önce okumuş olabilirim. bugün birden aklıma geldi. sözlükten açıp okuyayım dedim. tamamı yok. muhtemelen önceleri vardı. pek çok güzel entry gibi yok olmuştur o da herhalde.
tamamı;
"oğlum;
sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum
bir yaşıma daha gireceğim neredeyse
tabii bundan haberin yok senin
kronometreye erken bastığın için
beni hep yakışıklı hatırlayacaksın
bizi bırakıp gittiğin yerde
eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın
ama dur!
sen hatırlıyor musun beni?
peki sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
ben yirmiydim tanıştığımızda
sen beni en son otuzbeşimde gördün istanbul'da
sonra sen kaş'ta öldün
o akşam aynı anda geldik antalya'ya
sen beni görmedin, ben sana bakıyorken
ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken
sen iyi ki görmedin beni
yoksa gözgöze gelir gülerdik, eskisi gibi
olmadık bir yerde gülerdik ya hani?
öyle olurdu yine
gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için
hani sahnede olduğu gibi.
sen ağlarken bakamazdım sana
sinirimi bozardın, gülerdim
çünkü sen her boktan şikayet ederdin oğlum
öyle çok şikayet ederdin ki
sonunda sıkılır gülerdim
sonra sen de sıkılırdın kendinden
başkası gibi olmak isterdin
mutlu olan bir başkası gibi
dert etmeyen biri
hani, benim gibi biri
birşey diyeyim mi sana oğlum?
şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
herneyse...
ama kadınları çok dert ederdin sen
ama onlar seni severdi oğlum
ama sen çok ağlardın onlar için
sevemezdin kendini bir türlü
onlar seni çok sevse de
senin gibi olmak istemezdim o zaman
daha çok sevin beni!
daha çok gülün bana!
beni daha çok isteyin!
daha çok!
ama seni en çok ben...
birşey diyeyim mi sana oğlum?
şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
ne de sabaha kadar konuşarak sana vaadettiklerim
kandırdım seni oğlum
parayı dert etme diye
yok öyle birşey, başarısızlık diye
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi
bir kadın için ölme diye
kandırdım
artık umrunda değil mi bunlar?
artık bozulmuyor musun bu işlere?
aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?
o kadın için ölmez misin bir daha?
ne var, bir kere daha ölsen?
değmez mi o kadın buna?
hani, hani değerdi?
çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde
keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında?
öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi
çıplak ayaklı kıza
bıraktın değil mi oğlum?
bıraktın, gittin
peki!
ama ben buradayım hala
ben devam ediyorum
peki sen bakıyor musun bana oradan?
gülüyor musun bana?
sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?
beni daha çok sevin!
bana daha çok gülün!
daha da çok isteyin beni!
beni daha çok özleyin!
ama seni...
seni en çok ben, ben!
hayır ben çok değiştim oğlum
bir başkası değilim artık
vazgeçtim maymunların dünyasından
bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları
istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak
işte belki de bu yüzden
seni en çok ben...
en çok ben özlüyorum!
benim
ölü
arkadaşım!..." -
yabancılar, bu saykodelik parçayı 1967 altın mikrofon yarışmasında söylemiştir. bu yarışmanın 33 ve 45'lik plakları da basılmıştır ve ender bulunur. aynı yarışmada cem karaca da vardır ve 2. olur. bu yarışma sayesinde türk halkı da ilk kez cem karaca'yı tanımış olur.
-
5 sayfa. 5 sayfa boyu entry yazılmış bu başlığa. ama şu yazılmamış mı..
mevlânâ celâleddîn-i rûmî
göz gamın ne olduğunu bilseydi.
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi.
padişah bu acıyı duysaydı.
göz gece demez gündüz demez ağlardı.
gökyüzü yıldızlarla, güneşle, ayla ağlardı
padişah bakardı tacına,tahtına,tongasına, kemerine
gece demez gündüz demez ağlardı.
gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı.
uçan kuş avlanacağını bilseydi
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı
zaloğlu bu zulmü görseydi
ecel bu çığlığı duysaydı
celladın yüreği olsaydı
zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı
ecel kendine bakar ağlardı
cellat, yüreği taş olsa ağlardı.
tabut içine gireni bilseydi
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı
tabut omuzda giderken ağlardı
öküzler,beygirler,kediler ağlardı.
ölüm acılarını gördü bu can
koyuldu işte böyle bir ağlamaya
olanlar oldu, gitti dostum benim
şu dünya bir altüst olsa ağlasa yeri var
öylesine topraklar altında kalmışım. -
ölümün yarattığı acının tetikleyip beslediği söz veya ezgi.
-
disko anksiyete'deki son parça
kaydı ellerimden
tüm mutsuzluklar adına
belki koşuyor yıldızlara
ya da kutsanmış mağaralarda
ah elveda
kokun koynumda
son bir defa
uzaklarda -
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap