• merhaba merhaba beşer evlatları,

    muhabbet edeceğiz, haziran akşamı kaldırım kenarında çekirdek çitler gibi. küfür yok, hakaret yok, saldırmak yok. efendi gibi oturup konuşacağız.

    evet, kaldırım kenarı... entelektüel bir kimlik edinebilmek için çaykur paketine bir kaşık zencefil karıştırıp “hindistan çayı” adı altında %1200 kâr marjıyla vasıfsız üniversite öğrenci kitlesini sömüren antik kuntik kafelerde saatlerimizi mi çürütmemiz gerekiyor? kalsın, ben almayayım.

    neyse, konuya girelim de, yazı iyice şişmesin. görsel verinin bu kadar fazla olduğu internet mecralarında zaten insanlara iki satır okutalım diye anamız ağlıyor. korkmayın, bim’deki 1 lira’lık salamlar gibi aç bitir bir yazı olacak.

    - biraz empati yapacağız sizinle. kendinizi, kuran’ı yazdığını iddia ettiğiniz muhammed peygamber’in yerine koyacaksınız.

    arka sıra, buraya bak evladım.

    şimdi bir an olsun beraber düşünelim... garip ritüeller ile putlara tapan;
    doğan kız çocuklarını babalarının yüz karası olmakla suçlayan;
    kıytırık kabile kavgaları ile uğraşmak dışında hiçbir meziyeti bulunmayan;
    okuma yazmasını dahi bilmeyen;
    cahil ve eğitimsiz kimselerden oluşan bir toplumda doğuyorum... arkamda beni destekleyecek kimse de yok, sıradan bir tüccarım.
    insanların cehalet kokan yitik yaşamlarından rahatsızlık duyuyorum ya da otoriteyi elde etmek istiyorum ve bir devrim yapacağım. dönemin şartları gereği peygamberlik iddiasında bulunmam gerekiyor. tabi hali hazırda tanrı tarafından indirildiğini iddia ettiğim bir “kutsal kitap” da olmalı. peki, peygamberlik iddiasında bulunan ben, hata yapma lüksümün sıfıra yakın olduğu bu zaman diliminde yapmamam gereken neleri yapıyorum?

    söyleyeyim mi?

    1) toplumun tabulaşmış normlarına ve geleneklerine cephe alıyorum. zaten içki, fuhuş, kumar gibi ritüellerin tanrı tarafından yasaklandığını söyleyerek yıllar yılı alışkanlık edindikleri hazlardan vazgeçmeleri gerektiğini emrettiğim yetmiyormuş gibi; namaz, zekat, oruç vb.insanı maddi ve bedeni açıdan yıpratacak fiillerin tanrı tarafından farz kılındığını söylüyorum. e taraf toplamak lazım, neden kurucusu olduğum dini zorlaştırıyorum? neden bu denli meşakkatli icraatleri zaruri kılıyorum?

    2) gel kerkenez... septikler'in de dediği gibi, kendime vahiy indiğine dair iddiada bulunmamın tek sebebi çölle kaplı bir yarım adayı fethetmek olduğunu var sayalım. gözümü ”iktidar hırsı bürümüş bir megaloman” değil miyim? ama yine de müritlerime "yanılmazlık imajı" çizmek yerine, kendi yazdığım kitapta, kendi hatalarımı zikrediyorum. (abese 1-4) tanrı’nın ağızından kendimi kınayıp azarlıyorum ve yazdığım kitabın bana odaklanması gerekirken, diğer peygamberlerin ismini (isa, musa, ibrahim vs) kendi ismimden fazla anıyorum? üstelik kendimin aksine, onların hatalarına ve kusurlarına da kitapta yer vermiyorum....

    3) gördüğüm zulüm, elem, acı, keder, işkence ve boykotlardan telli kaçmak zorunda olduğum beldeye yakın zamanda tekrar döneceğimi ve kılıç bile kullanmadan fethederek elimi kolumu sallaya sallaya gireceğimi söylüyorum. (fetih 27) hırpalanıp göç ettik, perişan olduk, ezildik... ben neye dayanarak böyle bir iddiada bulunabiliyorum?

    4) “...birbirlerine destek de olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” şeklinde cüretkar bir duruş sergileyip tanrı adına meydan okuyorum.(isra 88) kendi halinde ümmi bir insanım, benimle eşit ya da benden daha ileri ebedi yeteneğe sahip insanların yaptığımı yapmaması/yapamaması için nasıl bir dinamik var ortada? kaldı ki tarih boyunca sürekli bu tür girişimlerde bulunulacak fakat her seferinde sonuç hüsranla neticelenecek. [1]

    5) yusuf dönemindeki mısır hükümdarına "kral" diyip, musa döneminde yaşayan hükümdar için "firavun" terimini kullanıyorum. bu kadar ince bir ayrımı nasıl yapabiliyorum? mısır hiyeroglifleriyle ilgili bilgiler 600'lü yıllarda daha bilinmiyordu ki. ancak rosetta taşı'nın keşfiyle ms 19. yüzyılda tekrar deşifre olacak ve o dönem kullanabileceğim tek kaynak olan tedavüldeki incil dahi "firavun" teriminin kullanımında hata yapmış durumda. [2]

    6) “içinde yörüngeler bulunan evrene andolsun!” (zariat 7) [3] şeklinde yemin ediyorum. ediyorum da kerkenez nereye! gökyüzündeki güneşin, ayın, yıldızların vs kendilerine has yörüngelere sahip olması durumunu o dönemde dillendirsem ne, dillendirmesem ne? hele hele dünyanın, bir öküzün boynuzları üzerinde durduğuna inanan felsefe özürlüsü bir yığın insanın dolu olduğu bu toplumda; evrenin uzak noktalarının birbirlerine olan mesafesinin artması olayını, "şüphesiz biz göğü genişleticiyiz..." (zariat 47) [4] diyerek “genişleyen evren”e işaret ediyorum. hadi onu da geçtim, "vurucu ve delici yıldız" diyerek, içerisinden alınacak bir yemek kaşığı maddenin, "1 milyon ton" bastığı “pulsar”lara kadar atıfta bulunuyorum? (tarık 1-3) [5]

    7) etraftaki zart zurt kabileler dururken, elin roma-iran savaşı hakkında kehanette bulunuyorum (rum 1-6) [6] düşünsene, artık yenilgilerine mutlak kesin gözüyle bakılan romalıların tekrar galip geleceklerini söylüyorum. hem de bunu öyle bir özgüven ile söylüyorum ki, “allah vadinden dönmez!” diyerek surenin 6. ayetinde iyice vurguluyorum. yetmiyor; bu galibiyetin, modern çağda bile rakımını ancak ölçerek belirleyebildiğimiz dünyanın en derin bölgesi olan "lut gölü"nde gerçekleşeceğini bildiriyorum. lut gölü’ne “dünyanın en derin bölgesi” diyorum... 7. yüzyıl’da... lut gölü... en derin bölge... işe bak. eheh eh

    8) yine azılı hasımlarımdan olan amcam “leheb” için, “elleri kurudu, ateşte yanacak” [7] diyerek cehenneme gireceği ve iman etmeyeceği yönünde kehanette bulunuyorum. (arko krem esprisi yapanın bağcıkları çözülsün) zira halid bin velid, ebu süfyan, amr ibn as, ömer, hamza’yı öldüren vahşi ve hamza’nın kalbini söken hind gibi azılı müşriklerin dahi vakit içerisinde tövbe ettiği bir ortamda, amcam leheb’in de belli bir süre geçtikten sonra iman etmemesi için hiçbir sebep yok. kaldı ki bu öngörümün aksine şehir meydanına gelip dine girdiğini ilan etse, güç bela inşa ettiğim bütün düzen ve sistem çöker. fakat neyse ki, ebu leheb 15 yıl daha inkar ederek yaşıyor ve o hal üzere ölüyor.

    9) “rüzgara aşılayıcı (dölleyici) olarak gönderdik..." diyerek, adeta bir botanik edasıyla bitkilerde tozlaşmaya işaret
    ediyorum. (hicr 22) [8]

    10) “hareket eden her canlıyı sudan yarattık" diyerek, bir biyolog edasıyla, her canlının yapısında su bulunduğunu söylüyorum. (nur 45) [9]

    11) “damlacığı asılıp tutunan birşeye dönüştürdük. sonra asılıp tutunan şeyi, bir çiğnemlik et haline getirdik. sonra bir çiğnemlik et parçasını, kemik olarak yarattık. sonra kemiğe et giydirdik." diyerek adeta bir embriyolog edasıyla
    insanın oluşum -et>kemik>et- sıralamasını en doğru biçimde yapıyorum.
    (muminun 14) [10]

    12) kitabın bir çok yerinde, "...sonra sizin saymakta olduğunuz bin yıla denk bir günde o'na yükselir" gibi ayetler zikrederek, zamanın izafi oluğunu söyleyip buna örnekler
    veriyorum, bin yıl sonra yaşayacak olan newton gibi fizikçilerin dahi savunacağı mutlak zaman kavramını yıkıyorum ve rölativizme işaret ediyorum. (secde 5) [11]

    13) binlerce yıl boyunca hararetle tartışılan “evren sonlu mu, sonsuz mu?” tartışmalarına noktayı koyuyorum ve “yıldızlar söndürüldüğü zaman..." (mürselat 8) "yıldızlar ışıklarını yitirdiğinde..." (tekvir 2) "biz, gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri, hak olarak ve belirlenmiş bir süre için yarattık." (ahkaf 3) diyorum. astronomi gelişmemiş olmasına rağmen, bunu sanki hakikatten haberdarmışım gibi bir çok ayette bastıra bastıra belirtiyorum...

    dahası büyük patlamadan, büyük çöküşe(enbiya 104); parmak uçlarındaki kimliğimizden(kıyamet 3-4), kemiklerimizin oluşumuna(müminun 14-
    bakara 259); kuşlar arası muhabbetten(neml 16), karıncaların iletişimine(neml 18); bitkilerin cinsiyetinden(rad 3,
    taha 53), solunum ve fotosenteze(tekvir 18); yeryüzündeki fay hatlarından(tarık 12), yeraltı sularına(zümer 21); gökyüzü tabakalarından(mülk 3), yeryüzü tabakalarına(talak 12); çekim gücü ve hareketten(tekvir 15-16), atom ve atomun parçacıklarına(sebe 3); incil işaretlerinden(maide 15), tevrat işaretlerine(bakara 146); sebe toplumundan(sebe 15-16), ad kavmine(fecr 6-8) kadar muhtelif konularda bilgi, meçhul bilimsel veriler, tespitler ve haberler veriyorum.

    şunu hep söylerim:
    bir işin/oluşun/fikrin doğruluğunu tespit için yapanların çokluğunu ve statüsünü referans almamalı insan. fakat felsefe, sosyoloji, mantık, psikoloji ve tarih gibi beşeri bilimler ışığında din olgusunu ve mucizelerini araştıran, hayatını bu ilimlere adamış binlerce insanın tezini, boynundaki fular ile hata arayıp çürütmeye çalışman vicdansızlık, gözünü yumup ezbere sövmen ahlaksızlıktır ekşici.

    kimi oxford, kimi harvard üniversitesi öğretim görevlisi, kimi amerika eski başkanı, kimi dünyaca ünlü yazar, kardinal, haham, komutan, politikacı, din bilimci, fizikçi, filozof, matematik profesörü, tarihçi, edebiyatçı, şucu bucu ve daha nice müslüman olmayan fakat kuran'ı okurken ve yorumlarken aklını ve vicdanını bir köşeye bırakmayan bilinçli insan... hem fikir oldukları bir nokta var ki: kuran'ın, öyle "insan ne ile yaşar" gibi, "notre dame’ın kamburu" gibi yağmurlu bir pazar sabahı karamelli macchiato kahven ile sallanan sandalyen üzerinde gidip gelirken okuyabileceğin bir roman ya da -istediğin kadar müslüman olma- tek düze, yüzeysel bir analiz sonucu bertaraf edebileceğin bir kitap olmadığıdır

    sözün özü: iman etme, etmiyorsan etme fakat en azından hz muhammed peygamber’in filozof yanını inkar etme de, samimiyetine inanalım. zira öyle bir ortamdan sivrilip; ferdi, ailevi, içtimai, iktisadi ve hukuki bir sistem geliştiriyor ve kurduğu bu sistem 500-600 yıl boyunca tüm insanların ıslahat ve refah içerisinde yaşamalarını sağlıyor.

    bakın, bütün bunları uzunca süre düşünmüş, deli gibi okumalar gerçekleştirmiş, dini metinleri incelemiş, zihinsel yetisini dibine kadar kullanarak muhakeme yapmış, bu gayede saçını başını dağıtmış, mahalle muhtarı gibi ellerini arkada birleştirip saatlarce volta atmış, bazı sorular nedeniyle geceleri uykuları kaçmış, günlerce eve kapanmış hatta bir anlamda uzlete çekilmiş ve kafayı sıyıracak dereceye gelene kadar düşünmüş, sürekli düşünmüş, sorgulamış, istintak etmiş ve nihayet doğru olduğuna inandığı kanıya varabilmiş biri olarak söylüyorum: inanç mevzuları şakaya gelmez. iyi düşünüp taşının, mukayesini iyi yapın.

    sonu ebedi hüsran yahut ebedi saadete uzanma ihtimali bulunan bir mevzudan bahsediyoruz... şakaya gelmez.

    itirafta bulunayım mı? allah’ın bildiğini kuldan saklayacak halim yok. zamanında benim ölüp yokluğa karışmayı dilediğim bile oldu. depresif bir tipim, inancımın adını koymadığım dönemlerde, defalarca intiharı bile düşünmüşlüğüm var. nafile, ne kadar uğraşsan da reddedemiyorsun. allah sana varlığının işaretlerini bir şekilde gösteriyor ve inanmaktan başka çaren kalmıyor. aklınıza yalnızca somut deliller gelmesin, manevi anlamda da allah'ı pek çok kere hissetmişliğim oldu. e hal böyleyken, ben de gerçeklerin beni götürdüğü yere gittim ve iman ettim. zira gerçekler benim keyfekeder kaprislerime göre belirlenmiyor, eğer haksa, istesem de hak, istemesem de. hoşuma gitse de hak, gitmese de. aynı şekilde sizin için de bu böyle. hak; isteseniz de hak, istemeseniz de. hoşunuza gitse de, gitmese de... kendimi kandırarak, inanmamak için zorlama sebepler arayarak motive olamam ben. sizi bilemem ama ben olamam.

    ''biz onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde mucizelerimizi göstereceğiz ki, o’nun(yani kuran’ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. rabbinin herşeye şahid olması yetmez mi?" (fussilet 53)

    twitter hesabım: https://mobile.twitter.com/mudaraa_

    tek bir edit: (hz) muhammed peygamber'e mecnun(deli) diyen insanda bit kadar akıl yoktur, net. bunu söyleyen insanın tek değer yargısı, daracık subjektif görüşleri ve keyfekeder kaprisleridir.

    bakın, gayrı müslimlere değil sözüm. islam'ın hak din olduğunu inkar edenlere değil. inanmayan inanmaz, gıkım çıkmaz. canı kıymalı pideye tapmak ister ve gider tapar, bana ne? küçücük beyinleriyle islam'a saldıranlara bu serzenişim. militanlık edenlere. sayıp sövmek dışında tutarlı eleştiride bulunamayan vasıfsızlara.

    peygambere "şizofren" demek nedir lan? şizofreni çiçekli böcekli laylaylom bişey mi sanıyorsunuz? (hz) muhammed'in bu tip hastalıklardan uzak olduğu bizatihi açık. zira arkasında 23 yıl gibi uzunca bir sürede tama eren derli toplu bir kitap ve "korkama, sen mecnun değilsin” gibi şüpheli ayetler bırakmıştır.

    dediğim gibi, inanmayabilirsin. bu çok tabi. fakat garazalık edip iftira atamazsın. insanda biraz öz saygı olur, ayıp.

    iş var olum yarın. neyse, dip notları da şuraya bırakıp topukluyorum: (bkz: #74159398)

    part 2: (bkz: #78131127)
  • "allah sana varlığının işaretlerini bir şekilde gösteriyor ve inanmaktan başka çaren kalmıyor." :)

    optimist metazor bir kardeşimizmiş..
    iyi denemeydi delikanlı..
  • ateizm ile dindarlık arasında kaldıysanız, ateizmi seçin. çünkü kafanız karışmaya başladıysa sorgulamaya başlamışsınız demektir. sorgulama devam ettikçe zaten son aşama ateizm olduğu için kısa yolu seçerek süreci kısaltın, fazla vakit kaybetmemiş olursunuz.
  • inanmanızı tavsiye ederim. mental açıdan rahat huzurlu hissedersiniz. ne kaybedeceksiniz ki?
  • "bilim ispat arar, bu da uğraş gerektirir. hurafeler kolaydır, sadece inanmanız yeter. bilim anlamanızı ister, hurafeler inanmanızı. genellikle kolayı seçer insan; görmeden, bilmeden, anlamadan inanmayı. bu yüzden de cehalet işte bu kadar yaygındır."

    bu cümleyi bir düşünsünler derim.
  • yobaz ateistleri kaale almaması ve dini doğru düzgün bir biçimde öğrenip hazmetmesi şeklinde olan tavsiyelerdir. bu bir süreçtir ve nihayetinde kişi müslüman olmaya karar verip, islâmla şereflenecektir. muhtemelen bu süreç ateizm-agnostisizm-deizm-teizm-islâm devam eder, belki direkt islâmiyete geçiş olur...

    ayrıca; (bkz: ateizmden agnostisizme geçme süreci)
  • [1] çok değil, henüz 21. yüzyılın başlarında, yıllar süren hararetli bir çalışmanın sonucu olarak “the true furqan” adında bir kitap yazılıyor ve bu kitap, benzetilmek istenildiği kutsal kitap(kuran) dışında her şeye benziyor. zaten yazdığı bu kitap ne hitab etmek istediği kitlenin, ne de diğer insanların dikkatini çekmiyor hatta kitabın yazarı rezil olmuş oluyor. zira daha kitabın başında dahi basit belagat hataları yaparak ağır çuvallamış çuvallıyor.

    [2] kuran’ın “firavun” terimini kullanırken izlediği ince yol: #74116954

    [3]ayette özenle oluşturulmuş yollar diye çevirilen ifadenin arapçası "zatul hubuk"tur. bu kelimenin kökleri; sağlamlığı, sanat eseri olacak şekilde güzelce oluşturulmayı belirtir.

    gerek güneşin her gün doğup batması, gerek ayın şekil değiştirmesine karşı sayısız yıldızın sabitliği, evrenin değişmediği izlenimini gayet güzel verir. zira yıldızların saniyeler içerisinde milyonlarca kilometre hızla hareket etmesine rağmen, bu hareketleri çıplak gözle kestirebilmemiz mümkün değildir.

    ayet, evrendeki tüm yıldızların, cisimlerin devamlı hareket halinde olduğunu, evrenin düzen/dizilim olarak sürekli değiştiğini, hiç bir zaman -1 saniye dahi olsa- eski paradigmasında sabit kalmadığını söyler.

    bu ayette kullanılan kelimelerin yoruma kapalı olması sebebiyle, ateist arkadaşlar kıvrak bir hareketle sıyrılıp (kaçıp) şu şekilde takışırlar:

    "gök cisimlerinin bir yörüngesi olduğu ve döndükleri binlerce yıldır bilinen bir gerçek. kuran'ın yazıldığı dönemde; batlamyus'un dünyanın sabit durduğu, diğer yıldızlar, gezegenler, ay ve güneş'in dünyanın çevresinde döndüğü görüşü zaten yaygındı."

    bir sözlük ateistinin itirazından alıntıdır. arkadaşın, "yaygındı" dediği; antik yunanda onlarca evren modelinden yalnızca biri. eheheh

    [4] ayette kullanılan "ve-se-a" kelimesi "genişlemek" anlamındadır. kelimelerinin köküne fazla inmeye gerek yok, zira en açık/anlamı sabit, yoruma kapalı ayetlerden biridir zariyat 47.

    gerek aristo, gerek ptolemy, gerek galieo galilei, gerek newton... dünya tarihinin bu en büyük dehaları evren’in sınırlı, sonlu veya sonsuz olduğunu iddia etmişler, fakat hiçbiri genişleyen ve dinamik bir evren modeli çizememişlerdir.

    1900’lü yıllardan önce kuran dışında evrenin genişlediği iddiasını ortaya koyan tek bir kaynak bile yoktur. bakın, tek bir kaynak bile!

    zariyat 47’de açık seçik evrenin genişlediği söyleniyor, daha geçen yüzyılın bilimsel keşfi bu. müslüman olmayanlar "yaa diyanet öyle çevirmemiş ki o ayeti, 'biz geniş kudret sahibiyiz' diye çevirmiş, siz lafı kıvırıp uydurmaya çalışıyorsunuz" derler, ne zaman bu ayetten bahsetsek. valla ben kuran'ı diyanet mealinden okusaydım muhtemelen müslüman olmazdım zaten, diyanet'i sen bir geç. yüzyıllarca evvel yaşamış olan el taberani, ibn kesir, ebu cafer taberi, ebusuud (hani şu muhteşem yüzyıl'daki tuncel kurtiz) veya ne bileyim araştırırsanız bulacağınız bir sürü eski tefsirci bu ayetin kainatın genişlediği anlamına geldiğini söylemişlerdir tefsirlerinde. evrenin genişlediğinin gözlemlenmesinden yüzyıllarca evvel, kuran'da bunun ifade ediliğini söylemiş bu adamlar. ortada bir kıvırma, sonradan uydurmaya çalışma durumu yok hacı, işi yokuşa sürme.

    detaylı bilgi için bkz: #62596396

    [5] söz konusu 3 ayeti vereyim;

    1- ve evrene ve vuruşlu’ya(tarık’a)2- vuruşlu (tarık) nedir kavrayabilir misin?
    3- o delici yıldızdır.

    "tark" kelimesinin anlamı; vurmak/ vuran/vurucu demektir.

    surenin 2. ayetinde geçen "ve me edrake" ifadesindeki "edrake" kelimesi, türkçeye "idarak etmek" olarak geçmiş ve anlamak/kavramak anlamındadır.

    gerçekten pulsar'ları incelediğimizde ayette de dediği gibi, pulsar'ları kavramanın ne kadar zor olduğunu kestirebiliriz.

    pulsar'dan alınacak bir kaşık madde "1.000.000 ton" gelmektedir. evet, yazıyla "bir milyon ton".

    dünyadaki 1 kaşık maddenin 3-5 gram geldiğini göz önünde bulundurursak, bu bile pulsarları anlamanın ne kadar zor olduğunun göstergesidir.

    ateistler/deistler ta ebesinin nikahı 10. asırda yazılmış meallere dayanarak, ayetteki yıldızın "satürn, venüs" olduğu yönünde itiraz getiriyor.

    ilk boşnak mealini yazan mustafa milvo bu konuya şu şekilde açılık getirmişti:

    "ilk 3 ayette bahsedilen özellikler:

    1- vuruş yapmak
    2- bir yıldız olmak
    3- delmek

    uzaydaki hiç bir cisim (pulsarlar dışında) bu özellikleri karşılamaz."

    (bu mealin yazıldığı zaman pulsarların keşfi gerçekleşmemişti)

    [6] roma-per savaşı ve içerdiği enedi mucize için detaylı bilgi: #74130865

    [7] ebu leheb’in elleri kurusun, kurudu da… ne malı ne de kazandığı ona fayda vermedi. o, alevli bir ateşe girecektir. karısı da odun hamalı olarak onunla beraber girecektir. boynunda da hurma lifinden bir ip olacaktır.” (tebbet/1-5)

    asıl adı abduluzza'dır, ama kuran ona; alevli ateşin babası mansında "ebu leheb" adını takar.

    ebu leheb ve karısının müslümanlara yaptığı zulüm, çektirdikleri elem çoktur.

    kuran, ebu leheb ve karısının kafir olarak öleceğini, sonrası cehenneme gideceğine haber veriyor.

    islam’ın başlangıcında islam’ın birçok düşmanları vardı ki, zamanın geçmesiyle her biri teker teker islam’a girmiş ve peygamberimize biat etmiştir. hatta bunların içinde müslümanlarla savaşan halid bin velid, ebu süfyan, amr ibn as, hz. hamza’yı şehit eden hz. vahşi ve hz. hamza’nın kalbini söken hz. hind bile bulunuyor.

    bu kişiler gibi ebu leheb’in ve eşinin de tövbe etmesi mümkündü ve son derece de doğaldı.

    ebu leheb bu ayet indikten sonra mekke meydanına çıkıp kelime-i şehadet getirse, bütün sistem çöker, şuan yer yüzünde islam diye bir din olmazdı. lakin ebu leheb, bu sure indikten sonra 15 yıl daha iman etmeden yaşadı ve o hal üzere öldü.

    akıllı bir insanın böyle bir risk almayacağı bizatihi açıktır. hele yalanını ortaya çıkaracak tarzda yakın gayba ait hiçbir şey söylemez.

    [8] gerek dünyanın içindeki fiziksel oluşumlar üzerine yapılan araştırmalar, gerek bitkiler üzerine yapılan çalışmalar, bize rüzgarların aşılayıcı özelliğinin önemini göstermiştir. rüzgarlar bitkilerin üremesinde, bitki tozlarını taşıyarak rol oynamaktadır. aynı zamanda rüzgarlar, yağmur yağabilmesi için yağmur bulutlarının da aşılamaktadır. böylece rüzgarlar aşılayıcı fonksiyonlarıyla dünyadaki yaşam için olmazsa olmazlar listesindedir. diğer olmazsa olmazlar gibi rüzgarların da olmaması, bizim de, dünyadaki tüm canlıların da olmaması anlamına gelmektedir.

    hicr 22 de rüzgarların aşılayıcı özelliğine dikkat çekmiştir.

    [9]örnek ayetler:

    ve o sudan bir insan yarattı ve ona soy sop verdi... (furkan/54)

    her canlıyı sudan yarattık. hala inanmayacaklar mı?
    (enbiya/30)

    allah hareket eden her canlıyı sudan yarattı. (nur/45)

    su, biyolojik olarak yaşayan maddenin temel unsurudur. insan hücrelerden oluşmuştur. hücreleri incelediğimizde %60 ile %80 arasında sudan oluştğunu görürüz. yani canlılığın temeli olan su olmadan, hareket mümkün değildir.

    kuran bütün bunlara dikkat çekerek, furkan suresinde insanların, enbiya ve nur surelerinde her canlının sudan yaratıldığı söylemektedir.

    [10] sonra o damlacığa asılıp tutunan birşeye dönüştürdük. sonra asılıp tutunan şeyi, bir çiğnemlik et parçası haline getirdik. sonra bir çiğnemlik et parçasını, kemik olarak yarattık. sonra kemiğe et giydirdik."
    (muminun/14)

    "...kemiklere de bir bak. nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra da onlara et giydiriyoruz..."
    (bakara/259)

    tercümede geçen "bir çiğnemlik et" ifadesi, arapça "mudga" kelimesinin karşılığıdır. kemiğe giydirilen et vurgulanırken geçen "et" ifadesi ise ayette "lahm" kelimesi ile anlatılır. bu deyim "taptaze et" gibi eti vurgular. bu ayrımın altını çizmekte fayda var.

    embriyo başlangıçta kemiksiz bir çiğnemlik et formundadır. embriyodaki kıkırdak doku, ayette söylendiği gibi sonradan kemikleşmeye başlar. yine aynen ayetin söylediği gibi kemikleşme başladıktan daha sonra kas etleri oluşarak kemikleri sarar. ayette geçen "lahm" kelimesi kas etleri için kullanılmaktadır. kuran’da 1400 yıl önce haber verilen bu oluşum sırasından bilim çok yakın döneme dek habersizdi. bu dönemde kemiklerin ve kasların beraber oluştuğu düşünülüyordu. gelişmiş mikroskoplar ve anne karnının içine giren mikro kameralar, kuran’ın haklılığını bir kez daha göstermiştir.

    [11] öncelikle örnek bir kaç ayet için bknz:

    gökten yere her işi çekip çevirir. sonra sizin saymakta olduğunuz bin yıla denk bir günde o’na yükselir. (secde/5)

    melekler ve ruh, süresi elli bin yıl olan bir günde o’na yükselirler.
    (mearic/4)

    biliyorsunuz, einstein'ın en önemli keşfi "izafiyet teorisi"dir.

    einstein’a göre ışık hızına yakın bir hızla hareket eden bir araca binen kimse için zaman daha yavaş akmaktadır. dünya’daki bir kişi için 100 gün geçtiği bir ortamda, ışık hızına yakın hareket eden kişi için 50 gün geçmektedir. evren’de hız arttıkça zaman daha yavaş geçer. demek ki zaman aynı kuran’ın işaret ettiği gibi izafi bir kavramdır. her ortamda, her yerde, her hızda saatler farkı işlemekte, günler farklı algılanmaktadır.

    onları toplayacağı gün sanki sadece birbirleriyle tanışacakları gündüzün bir saati kalmışlar gibi gelir...
    (yunus/45)

    "dedi ki "yeryüzünde kaç yıl kaldınız?
    dediler ki "bir gün veya bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." (müminun/111-112)

    kuran bu ve bunun gibi bir çok ayetinde zamanın izafi oluşuna açık şekilde işaret eder.
  • yazar dürüst ve samimi bir yazı ile dine iman etmenin kuranın bilimle çelişmediğini,tam tersine 600 lü yıllarda mucizevi ayetler ile kuranın nasıl hak yani doğru olduğunu detaylıca ortaya koymuş.yalan mı söylüyor.hayır.hak olanı anlatmış,nasihat ile ateist olmayın demiş.bence de olmayın.
  • ateizm esarettir, dindarlık ise özgürlük.
    dindarlıkta önünde bir kitap vardır ve genel olarak ne düşünüp neyi düşünmemen gerektiği yazar; fazla kafa yormazsın ve az bilgiyle mutlu olabilirsin.
    ateizmde ise arayış içindesin; merak ve çok bilgi... okumak ve düşünmek zorunda hissedersin. sorumluluğun büyüktür. doğayı anladıkça mutlu olduğunu sanırsın ama uzun sürmez... yine aklına takılır bir şeyler ve dünyevi mutluluklara ayırdığın zaman azalır...
    ha şimdiki ateşli din savunucuları çoktan dindarlığı bıraktı zaten. araştıran, bilimle uğraşanlar sadece manevi sığınak olarak dini kullanıyor olabilirler; geri kalanı da piçliğine öyle gözüküyor bence... hiçbir şey beni, dindar olup lüks içinde yaşayan insanların samimiyetine inandıramaz... bakın köydeki temiz nenelerimize; az bilgi, dindarlıkla huzurlu yaşıyorlar, yaşayabiliyorlar.
    kısacası, din motifli bir hayat için geç kaldık, bilim çağı aydınlattı bir çok beyni...
hesabın var mı? giriş yap