• baştan sona mükemmel, kendine özgü, kült olmayı hak etmiş bir film. içinde iyilik-kötülük, kadın-erkek çatışması, gerçek sevgi-çıkar ilişkisi gibi karşıt unsurları barındıran film izleyiciyi bu karşıtlıklarla bağlıyor.

    1 dakikalık sessizlik gibi harika ve asla unutulmayacak bir sahneyle bile bütün övgüleri fazlasıyla hak ediyor. ayrıca iletişim fakültelerinde reklamcılığın kralı olarak anlatılabilecek olan 'renault diyalogu' da unutulmazlar arasında. yalnız louvre müzesini hızlı hızlı gezerek 3 saatte bitirebilmiş biri olarak louvre nasıl 9 dakikada gezildi onu hala anlayabilmiş değilim.

    anna karina denen masum güzelliği bu filmle tanımış olmak ile birlikte kendisine filmi izleyen çoğu kişi gibi hayran kaldım.
  • jean-luc godard kusura bakmasın ama beğenmediğim filmdir. sürekli bitse de gitsek modunda izledim filmi.

    güzel olan tek yanı dans sahnesiydi ki pulp fiction filmindeki meşhur dans sahnesine ilham kaynağı olmuş sanırım.

    bir de kamera kullanımı çok rahatsız etti beni. çok fazla hareketli kamera kullanılmış ve hiç stabil değil. bu stabilsizlik durumu godard'ın tercihi miydi yoksa o zamanlar hem hareketli hem de stabil çekim yapmak mümkün değil miydi bilmiyorum ama gayet rahatsız edici olduğu ve izleyiciyi filmden uzaklaştırdığı kesin.
  • soygun onlarin soygunu degil, odile kopegi seviyordu, franz evin kitapligindan cebine attigi kitabi okumak istiyor, arthur zaten ölmüstü, ikinciye ölüyordu, hem de pek afili.
  • filmde geçen "you're like a girl in a book i read." benzetmesi dünyanın en güzel repliklerinden biridir. godard çok okur, entellektüel yanı güçlü yönetmenlerden biridir. böyle bir replik ancak onun elinden çıkabilirdi.
  • tek doz hikayenin müthiş aktarıldığı şahane bir godard filmi. jarmusch'un esin kaynaklarından.. hatta öyle ki, film buram buram stranger than paradise kokuyor.

    vivre sa vie'de bir türlü ısınamadığım anna karina, çocuk ruhlu ama bencil karaktere sahip odile'yi oturaklı bir oyunculuk sergileyerek kotarıyor.

    --- spoiler ---

    odile, içsel duygularını yaşamayı, dışsal bir olguya bağlayarak filmin ana hedefi suça iştirak ediyor. ta ki ana hedef gerçekleşene dek. ana hedefin gerçekleşme sahnesinde ise odile'in iç diyalektiğine, vazgeçişine, ayırt etme yeteneğine şahit oluyoruz. nihayet bu sentez ile odile, içsel duygularının dışsal görünümü olan franz'a ulaşıyor.
    --- spoiler ---
  • benim için alışılmışın dışında bir filmdi. işleniş olarak bazı sahneler uzun geldi bazı sahneler saçma bazıları sevimli. 1 dakikalık sessizlik olayında bütün filmin sessizleşmesi ve sonrasındaki dansları güzeldi. franz ve arthur'un ilişkisini ve çekişmelerini sevdim. bir de bu filmle fark ettim ki fransızca birini dinlemek değil de şarkı dinlemek daha çok hoşuma gidiyor.
  • band of outsiders (1964)

    7.8 / 10

    fransız yeni dalga akımının öncüleriden godard imzalı, bu türdeki filmlere ilham olmuş ve godard'ın kendisine has üslubu ile izleyiciye sunduğu çok başarılı bir suç filmi bande a part. film; arthur ve franz adında 2 arkadaşın kısa yoldan zengin olma hayali kurmalarını, arthur'un yeni tanıştığı kız arkadaşı odile'in büyükannesinin evinde önemli miktarda para olduğunu öğrenmelerini ve sonrasında soygunu planlamalarını anlatıyor. ilişkilerdeki çıkarcılığı, şımarık duyguları ve gereksiz hırsın insanı bataklığa ve en dibe sürükleyebileceğine dair başarılı tespitleri ve eleştirileri var ayrıca. içerisinde birçok edebi gönderme olmasına rağmen, çok kitap okuma kültürüm olmadığı için, sadece başroldeki franz isminden yola çıkarak franz kafka'ya gönderme yapıldığını düşünüyorum. belki göndermeleri yakalasaydım, filmi daha fazla sevebilirdim. yine de çok başarılı, fransız yeni dalga akımının öncü filmlerinden ve özgün bir suç filmi bande a part. bu arada, dans sahnesi gerçekten efsane ve kendinden sonra çekilmiş birçok filmdeki sahneye ilham olmuş.
  • odile'in güzelliği bir yana dursun, arthur ile metroda geçen sahnesi beni en az sessizlik sahnesi kadar etkileyen bir andı. odile, metrodaki insanların mutsuzluğundan hayıflanır ve o anda metroda olan, koltuğunun altında bir paketle oturmuş, yüzü öne düşmüş bir profil yansır ekrana ve arthur söyle söyler. --- spoiler ---

    o, her ne hayal ediyorsan o'dur. onun bakışı senin hikayene göre değişecektir. hasta kızına oyuncak ayı götürüyor dersen iyi biri gibi görünür. ama insanları havaya uçurmak için tnt taşıdığını düşünürsen adi biri oluverir.
    --- spoiler ---
  • sinema sanatından pek anlamayan bir şapşal olarak filmi genel olarak çok iyi bulduğumu söyleyemem. belirli sekanslar çok güzel olsa da, yakarıdaki entrylerde de sık sık belirtilen sessizlik sahnesin de içinde olduğu bir şeyler içmek için gittikleri mekanda geçenler, metrodaki süreç, ingilizce dersi gibi; toplamında film beni çok kendine bağlayamadı, filmin içinde hissedemedim kendimi. kendimden bir parça bulamadım bir türlü karakterlerde belki de, bu sebepten de filme odaklanamadım. ama yine de siyah beyaz olması ve fransız filmi olması nedeniyle geçer not veriyorum kendisine * * *. filmde geçen ''yeni olan her şey otomatik olarak gelenekseldir.'' *alıntısı kafama çok takıldı gideyim de biraz bunun üzerine düşüneyim.
  • avangart filmleri izlerken biraz sabırlı ve dikkatli olmak gerekiyor. özellikle godard gibi sanata ve yaşama karşı tezleri olan yönetmenleri izlerken hem diyaloglara hem de göstergelere pür dikkat bakmak gerekir. göze sokulan imgeden ziyade gösteren ve gösterilen arasındaki imgesel bağı , var olan görüntüyü zora sokmadan vermek ; mesaja ve bağlama uyumlu bir şekilde hizmet etmiş oluyor. fransız filmlerindeki ''ilişki'' kavramı bana çoğun soğuk ve mesafeli gelir. bu biraz da bizim romantik oluşumuzdan ve ''sevgi,sevgili'' gibi kavramları gereğinden fazla kutsallaştırmamızdan geliyor. oysaki godard çoğu filminde bunu yaşamın suyu anlayıştan uzaklaştırıp hayatın içinde var olan alalade bir şey haline getiriyor ki bu filminde de aynı anlayışta görüyoruz. odile'nin orta okuldayken oynadığımız para oyunu gibi nereye vururlarsa oraya giderim dirayetsizliği sanırım bu soğuk ve katı realist anlayışının bir sonucu. bence filme aşk üçgeni açısından değil de deneysel bir film izliyormuş gözüyle bakmak ve yapılan göndermelerdeki inceliğe odaklanmak daha yararlı olur. izleyen herkesi kendine çekecek bir film olduğunu düşünmüyorum. daha çok ''art ve art house'' tarzındaki filmleri seven kişilerin beğeneceği bir film. ben , beğendim. çoğu zaman göze batan hatalar ve saçmalıklar var fakat godard, bu tip hataları ve aksamları bilinçli yapıyor ve filmin doğasına uygun buluyor. kaldı ki burada asıl odaklanılması gereken filmin hatalarını ayıklamak değil, godard'ın ustaca işlediği hikayedir. zorlama yorumlardan kaçınılıp sade bir gözle izlenirse zevk alınacak bir film.
hesabın var mı? giriş yap