hesabın var mı? giriş yap

  • 1 adet nook ve 1 adet kobo olmak üzere 2 adet e-kitap okuyucu sahibiyim. ekitap okuyucu bambaşka bir dünya fakat yine de çok çok sevdiğim kitapları satın alıp kitaplığıma koymayı seviyorum. e kitap okuyucuların avantajları farklı. yolculuk ve tatil gibi zamanlarda avantajları çok. ama şimdi çok sevdiğiniz bir kitabı da kitaplığınızdaki rafına koymak, arada bir alıp sayfalarını karıştırmak bambaşka birşey. e kitap okuyucularını biraz da koşu bantlarına benzetiyorum; yani mis gibi çiçek kokularıyla güzel bir patikada koşmak nere, küçücük bir odada dönen bir bant üzerinde koşmak nere?

  • sanırsam 2000 yılıydı.
    atari salonlarının ölmeden birkaç yıl önceki hali. tüm atari salonları artık yavaş yavaş kepenk kapatırken keşfetmiştim. çok güzel günlerdi benim için.
    okulu asıp atariye kaçan ve derslerinde yine de başarılı olan bi ben vardım etrafta. komşu çocuğu da gıcık olurdu bana. kaz kafalıydı ayrı konu.

    tel muhabbetini hiç görmedim ama 10-15 tane kola tenekesini düzeltiyordum.
    sonra demir boruyla tek tek jeton büyüklüğünde kesiyordum. demir borunun ortasında kalanlar mis gibi jeton oluyordu.
    sonra kıvrımlı jetonlar geldi , sıkıntı yok onları da bir numune almak vasıtasıyla şekline getiriyordum.
    en son buz olayını keşfettim. yerler ıslanınca yakalandım.
    az dayakla kurtuldum daha da uğramadım atari salonlara.

    fakat halen daha oynarım oyunları
    http://game-oldies.com/…t-giant-attack-capcom-cps-3

    baaağzı şeylerin yerini hiçbirşey almıyor azizim.

  • son 15 senedir bu lafı duyuyorum, bir bokun değiştiğine henüz şahit olmadım.

    o 4-5 dil bilen insanlar da, eskiden ne kadarlarsa, şimdi de o kadarlar.

    ve hala insanlar ingilizce'yi bile konuşamıyor.
    gençler "4-5 dil biliyor herkes" diye tırsmasın yani.

    - ingilizce şart
    - ne ingilizce'si akif? artık 4-5 dil biliyor millet. tek ingilizce yeter mi?
    - ispanyolca öğrenmek lazım.
    - asıl çince çince!
    - rusça da iyi
    - tabii... rusça iyi...

  • daha ice tea filan yokken ortalikta (en azindan turkiye'de), kendi yaptigi limonatayi bir kaba, demlikte kalan cayi da sulandirip ayri bir kaba koyar, ikisini buzdolabina kaldirir, karistirip icerdi. o zamanlar dalga gececegimize, ileriyi gorup patent vs aldirsaydik simdi buralar bizimdi!

  • bekir var öğrencim, mezun olacak 10 gün sonra liseden. harçlığını çıkarmak için garsonluk filan yapıyor hafta sonları ve hedefi için harıl harıl tirat çalışıyor. bir kaç ay evvel elime zorla bir oyun tutuşturdu; "hocam n'olur bir okuyup ... karakterin hastalığını söyler misiniz? ona göre hastalığı araştırıcam, performansıma yansır..." öyle içten istedi ki, zaten tiyatro okumayı da severim, aldım, okudum, anlattım.

    geçen ay, rica etti, indim konferans salonuna, bir oynadı; ağzım açık kaldı.

    sınava gireceği yerleri sayıyordu geçen; mimar sinan, akdeniz... en son ısparta dedi. "ısparta'dan emin misin? sıkıntı yaşama sonra" dedim. araştırmış, fransa'ya erasmusla öğrenci yolluyormuş ve yurtdışında eğitim almak en büyük hayali imiş, o nedenle önemliymiş.

    bilemedim.

    mart 2017 editi: bekir girememis, bir türkiye klasigi olarak özel bir durumundan dolayı ailesi tarafından dışlanmış, egitim alamamış, parasız kalmıs ve is arıyor. antalya'da iş konusunda yardım edecek ve/veya konservatuar sinavına girerken ona kocluk yapacak (tek basıma halledebilirim sanırım dese de) bir arkadaşım olur da bana ulasırsa bahtiyar olurum.

    kasim 2017 editi: bekir istanbul'da garson olarak çalışıyor bir yandan ve hâlâ onu çalıştıracak üstadını arıyor. parası yok, sadece yeteneği, hayali ve kendisi var.

    (bkz: stigma)

  • başlık, akıllara aşağıda yer alan, benim de bir zamanlar bir yerde okuduğum hikayeyi getirmiştir.

    çapa tıp fakültesi'nde okuyan arkadaşlar anatomi hocasi sami zan'ın ününü
    bilirler.

    sami hoca sırf üreme organlarını kendi üslubuyla anlatan ve her dersinde 400 kişilik anfiyi dişarıdan gelenlerle birlikte yaklaşık 700-1000 kişiyle dolduran çok değerli bir hocadır... anatomi derslerinin birinde, erkek menisindeki yüksek glükoz, yani bizim bildigimiz şekerin seviyesini anlatıyordu. o yıl liseden mezun genç bir ögrenci kız arkadaşımız el kaldırdı ve bombayi patlattı:
    "anladığım kadarı ile, menide çok şeker olduğunu söylüyorsunuz.."
    "evet aynen öyle" dedi sami hoca ve dediklerini destekleyen istatistik oranlarin tablosunu gösterdi. arkadaşımız gene elini kaldırıp söz istedi:
    "o zaman tadı neden şekerli değil, tuzlu?.."
    anfide korkunç bir sessizlik oldu... ve sonra bütün anfi gök gürültüsü gibi bir kahkaha koyverdi... yüzü birden kıpkırmızı olan arkadaşımız, hızla defter ve kitaplarını toplayıp kapıya koşarken, sami hoca çok ciddi bir yüz ve buz gibi sesle derse devam etti...

    "şeker tadı alınamaz. çünkü şekeri hisseden tat alma hücreleri insanın dilinin ucundadır... gırtlak derinliğinde ise, acıyı ve ekşi tadı algılayan reseptörler bulunur..."

  • çok terbiyesizce olabilir. en güzeli askeriye içine sokmaktır, askerden ne istiyosun durup duruken.