• napolyon'un sefere çıktığı zamanlardı... dük henry amgdale ülke olarak birlik ve beraberliği en çok ihtiyacımız olan $u günlerde daha fazla karma$a ya$anmaması için kraliyet muhafızlarının yetkilerini arttırmı$, sokaklarda ise artık adeta korku kol gezmeye ba$lamı$tı. dı$ mihrakların üzerimizde oynadıkları oyunlar ve iç sava$ hayatı ya$anmayacak bir yer konumuna getiriyordu, ama o vardı, ah altın sarısı saçlı marion mcalmighty.

    her zorlu dönemde olduğu gibi, biz de güç ve beraberlik için pazar günleri yorkshire meydanındaki kilise'de bulu$uyor , birbirimizi sevgi ile kucaklıyorduk. i$te yine bir pazar günü gördüm onu, domestos'la yıkanmı$casına beyaz gömleği, içinde nefes almakta zorlandığı korsesi ve kıvırcık sarı saçlarıyla önümde duruyordu. aslında pek de inançlı biri olmamama rağmen kiliseye gitme sebebim olmu$tu marion. en ba$ta duaları kısa kesiyor , iğrenç sesimi duymaması için çabalıyordum. mahallemizin bilir ki$isi isabelle teyzenin yardımları ve önerileriyle artık sesim daha yanık çıkıyor, çe$itli çevrelerden sıra gecelerinde türkü söylemem için ısrarlar geliyordu. sesimin artık daha iyi olmasından kelli artık duaların en co$kulu yerlerinde sabah yediğim çiğ yumurtanın da yardımıyla kilisedeki tüm kızların kalbini çalıyordum.

    bir soylu olan marion en ba$larda beni görmezden geliyor, demircinin oğlu olduğumdan yer yer hor görüyordu, güzel kızların piç tercihleri burada da kar$ıma çıkmı$ ama ben ümidimi yitirmemi$tim, bir beyefendi gibi ya$ayıp kalbini ba$ından alacaktım, ama önce $u ibne william'ı dövmem ve marion''ı ondan kurtarmam gerekiyordu. ilkokulu edinburgh'da okuduğumdan belli bir çevrem vardı, ve ben hiç beklemeden arkada$ları arayıp “gelin olm kavga var lan” diye çağırdım, kendim biraz çelimsiz ama atletik yapılı olduğumdan kavgaya karı$mayacak ve böylece marion'ın gözündeki serseri imajımı sağlamla$tırmayacaktım. i$te bir pazar günü kilise çıkı$ı kö$edeki karpuzları kelek olan manav mccarthy amcanın dükkanının yanında william ağzının payını aldı ve bir daha marion'ın yanına yakla$madı.

    ilk engelimi a$mı$, i$in asıl zorlu kısma olan marion'ın kalbini çalmaya gelmi$ti sıra.. ne yaparsam yapayım bir türlü yüzüme bakmıyor, william'ın ba$ına gelenlerden içten içe beni suçluyordu, bunu hissetmeme rağmen iyi çocuk rolümü oynamaya devam ediyordum. sevgili marion'ın dünyalar tatlısı karde$i sandy her ak$am üstü, ezana kadar mahallenin çocuklarıyla saklambaç oynuyor, sesi bazen beni deliye çevirsede ben, marion'ın hatrına ses çıkartmıyordum. yine bir gün yaramaz sandy'nin ağlama sesini duydum, mahallenin ibne çocukları mavi gözlü sandy'i araya almı$, kız olmasına bakmadan dövmeye çalı$ıyorlardı. bir anda gözüm karardı ve sandy'i biraz zor kullanarak çocuklardan kurtardım, tozdan siyahla$mı$ suratında gözya$ları kavisli yollar olu$turuyor ve sandy bana sıkıca sarılıyordu. bundan sonra korkma sandycik artık ben varım, geçti diye moral vermek istesem de o daha $iddetli ağlıyor tüm mahalleliyi pencerelerden baktırıyordu. zaten kilisede sesime hasta olan kızlar bu durumdan sonra bana daha da hayran hayran bakarken benim gözüm marion'u arıyordu ama o ortalıklarda yoktu. ama artık yolu bulmu$, kaleyi içten fethetmeye kara vermi$tim. kendi ellerimle yaptığım prenses heykelini sandy'e bir sonraki gün vermi$ ve gözlerindeki mutluluğu görmü$tüm, i$te böyle böyle amacıma ula$acaktım.

    aradan geçen iki gün sonunda sandy'nin pencereme attığı küçük ta$ların sesiyle “noliiy anunagoyin” diyerek uyanmı$ ama sandy'i görünce rahatlamı$tım, rüyamda badem bıyıklı birini görmü$tüm, kabus gibiydi. ve yıllardır hayalini kurmu$ olduğum $ey gerçekle$mi$, sandy'nin babası bu güzel hareketlerimden sonra beni ak$am yemeğine çağırmı$tı. kendisi tam bir beyefendiydi ve kraliyet tarafında çalı$ıyordu. her hareketime dikkat etmem gerektiği bilincinde, zaten her gün onlarcasını yaptığım demir çatal ve bıçakları elime alıp bir soylu gibi yemek yemeye çalı$ıyordum, ve ba$arıyordum bebek.
    beklenen saat gelmi$, ak$am ezanı okunmu$tu. en güzel kıyafetlerimi giyip, deri ayakkabılarımı giymi$tim. kalbim yerinden çıkacak gibiydi, hayatımın en önemli gecesini ya$ıyordum. kilisenin sokağından sağa dönünce ilk binaydı evleri, salonda gaz lambasının ı$ığı altında ko$u$turmalar oluyordu, ben bekleniyordum. merdivenleri hadi pismii deyip çıktıktan sonra kapıyı çaldım, içerideki ko$u$turmalar iyice hızlanmı$tı ve kapı açıldı. marion kar$ımda duruyor ben ise hiçbir $ey diyemiyordum, ailenin reisi edward bey arkadan gelip ho$geldin dedi, sadece ho$bulduk diyebildim, kilitlenmi$tim.

    yemek tüm ihti$amıyla bizi beklerken, ben ayıp olmasın diye kö$edeki pastaneden aldığım kiloluk nutella'yı evin hanımefendisi valide christina'ya veriyordum. ortamın gerginliğini almak için yanımda duran sandy'e “ naber afacan ehe ehe” deyip saçını ok$amı$tım. evet soğuk gece biraz ısınmı$ ve biz masanın etrafına oturmu$tuk, herkesin önünde manasız mendiller duruyor ve ben bu duruma anlam dahi veremiyordum, kendi evimde gazetenin üstünde yemek yemeye alı$mı$tım bir kere deği$tiremezdim. önden gelen yemekleri yemi$ ve muhabbeti biraz ilerletmi$tik, bay edward'da bu durumdan ho$nut olacaktı ki marion'a “kızım dolaptan rakı'yı bi getir “dedi. kendime olan güvenim artmı$, artık daha rahat hareket eder olmu$tum.

    sevgili marion'ı etkilemek için elimden geleni yapıyor ama aynı zamanda ağırlığımdan da ödün vermiyordum, ben sek alayım deyip bu duru$umu daha da sağlamla$tırdım. marion bundan etkilenmi$ti, bunu hissediyordum. bay edward sonunda beni neden yemeğe çağırdığını, sandy'e yaptığım iyilikleri herkesin yapmayacağını ve tanı$mak istediğini açıklamı$tı. ben yine aynı ağır ba$lılıkla “kim olsa aynı $eyi yapardı yeæ“deyip sandy'e ardından da dünyaları kurtarmı$casına marion'a yandan bakı$ fırlatmı$tım. sessiz kalan marion'ı muhabbete dahil etme amacıyla bay edward kızımla tanı$ıyorsunuzdur in$allah dedi. ben de aynı zamanda inançlı biri olduğumu gösteren “ ah evet kilisede görüyordum, ama hiç konu$ma fırsatı olmadı :/ ” cümlesiyle düzgün çocuk imajımı zedelemiyordum. bunun üzerine marion'la havadan sudan bahsetmeye ba$ladık ki valide de bu durumdan ho$nuttu ve hızlı bir hareketle kızarmı$ tavukları önümüze getirmi$ti. i$te günlerce pratiğini yaptığım çatal bıçak kombinasyonunu burada kullanmam gerekiyordu ve ben bunu gayet ba$arılı bir $ekilde gerçekle$tirmi$tim, zaten rakı masasında sevgili dükümüz henry amgdale hakkındaki görü$lerimizin birle$tiği için bay edward bana daha da yakınla$mı$ ve güleryüzünü daha da çok göstermeye ba$lamı$tı.
    fakat birden tam bir beyefendi olan bay edward “çatalı bıçağı çok iyi kullnıyorsun soylu musun? “ diye bir soru sordu, zaten iyi ve ağırba$lı bir duru$ sergilediğimden ve üçüncü kadehimi bitirdiğimden kelli aldığım gazla “ kusura bakmayan mr.edward ama çatal bıçak kullanmak bir soyluluk göstergesi değildir, soyluluk kalptedir” dedim.

    hiç beklemediği bir tepkiyle kar$ıla$an bay edward bu yanıtımı sevmi$ti, ve evet delikanlı i$te bunu sevdim deyip $erefe diyerek kadehini kaldırmı$tı. evin içinde gece bekçilerinin düdük seslerine kahkahalarımız karı$ıyordu. küçük sandy'nin uykusu gelmi$ ve masada uyuklamaya ba$lamı$tı, ben de zirvede bitireyim diyerek “haydi bana müsaade bey baba” diyerek kalkı$ pozisyonuna geçmi$tim. ho$ geçen gece kapıda marion'la gülü$melerimizle unutamayacağım bir hal almı$tı.

    artık kilisede yan yana duruyor, duaları beraber söylüyor ve her gece isabelle teyze'nin tavsiyesiyle saçıma limonla $ekil veriyor ve yorkshire sahilinde yürüyü$ yapıyorduk.. birbirimizle çok iyi anla$ıyor ve ya$adığımız her günden zevk alıyorduk, gelecek için $imdiden plan yapmak manasızdı belki ama doğacak çocuğumuzun adını bile belirlemi$tik, yine de her $ey kısfmet i$iydi.
  • - çatal bıçağı çok iyi kullanıyorsun, soylu musun?
    - hayır, cerrahım. *
  • +çatal bıçağı çok iyi kullanıyorsun soylu musun?
    -çatal icat edileli 1200 yıl olmuş, köpekler bile çatalı iyi kullanıyor artık.
    + ben gidip çay suyu koyayım.
  • +çatal bıçağı çok iyi kullanıyorsun, soylu musun?
    - bana sülo diyebilirsin bebeğim !
  • 2008 yilinda acilmis garip basliklardan biridir. guncel hali sanirim soyle olabilir:

    (bkz: laf ebeligini hamaseti cok iyi biliyorsun soylu musun)
  • ohhhh bebek bir de chop stick kullanırken gör beni
  • illimünati toplantısında yemek yerken asil bir kadın tarafından tarafıma söylenen cümle. pelerin giyip kutsal kaseye beraber parmak bastık beraber.*
  • 18 yaşında dilim gelişsin diye otelde çalışmıştım. önüme teknik servisten bir abi oturdu. sonra kalktı başka masaya oturdu. ya çocuğun önünde yemek yemekten utandım, adam çatal bıçakla tavuk yiyor demişti.
  • - çok iyi çatal bıçak kullanıyorsunuz soylu musunuz?

    + frankofon bir aileden geldiğim doğrudur.

    pelerin giyip kutsal kaseye parmak basan illimünati üyesi sanıyor kendini pezevenk.
hesabın var mı? giriş yap