• stephen king in bir kitabı. ayrıca filmi de çekilmiş yanılmıyorsam.
  • stephen king'in senaryosunu yazdığı, lewis teague'nin yönettiği bir gerilim-mizah-korku filmi. 1985 yapımı filmin başrollerini drew berrymore ve james woods paylaşıyor. üç farklı hikayenin esas başrolünde ise bir kedi var. 80'lerin rahatlıkla izlenen keyif veren "fena değil" korku filmlerinden biri, bolca da komedi sosuna batırıldığı söylenmeli.
  • (bkz: margaret atwood)'un bir romanı.
  • (bkz: bulls eye)
  • stephen king'in filminin de çekilmiş olduğu kitabı
    filmde kedinin yatakta uyuyan kızın burnuna kadar gelip garip garip bakması ve dudaklarını yalaması oldukça tuhaf bi etki bırakmıştır bende
  • hareketli ve bi yerlerden tanıdık gelen visa şarkısıdır. bunlar da sözleridir;

    step into my bedroom.
    turn the lights down.
    slip into your perfume and your nightgown.
    easy with the cat’s eye…easy cat’s eye!

    you don’t need to explain your desire.
    where you found the champagne (fuel the fire) or your little cat’s eye.

    she’s around me.
    she surrounds me.
    she’s about to steal a little kiss…cat’s eye!

    slip into your nightgown in my bedroom.
    why not let your hair down?
    turn the lights out.
    easy with the cat’s eye…easy cat’s eye!

    where about your bedroom?
    turn the lights on.
    do you hide your perfume and your nightgown and your little cat’s eye!

    she’s around me.
    she surrounds me.
    she’s about to steal a little kiss…cat’s eye!

    shake! shake!
    sweat! sweat!
    show me! show me!
    shake! shake!
    sweat! sweat!
    move me! move me!
    shake! shake!
    sweat! sweat!
    hold me! hold me!

    she’s around me.
    she surrounds me.
    she’s about to steal a little kiss…cat’s eye!
  • okuru (ya da sadece beni, bilmiyorum) alıp, kişisel zaman tüneline sokup, elinden tutup gezdiren; ya da birden bire çok iyi arkadaş olmuşsunuz da bir akşam öyle uzanıp birbirinize çocukluğunuzdaki o garip şeyleri anlatmışsınız hissi uyandıran, o duru gerçeklik hissini yaratmakta hiç zorlanmayan yazar margaret atwoodun yarı otobiyografik romanı.

    o tuhaf akşam yemeğinde söylenen şarkı gelir aklıma hep.

    "bir dua ve tek kanatla
    motorumuz bozulsa da
    uçmayı sürdüreceğiz
    bir dua ve tek kanatla"
  • margaret atwood romanı olan kedi gözü daha ilk satırlarıyla büyüledi beni. zamanın bükülebilirliğine dair satırlarını diyorum. devamında da ne kadar güçlü bir roman olduğunu kanıtladı zaten: toronto'nun renksiz sokaklarında geçmiş bir çocukluk ancak bu kadar güzel bir romana dönüştürülebilirdi...

    --- spoiler ---

    peki ya cordelia? acaba ona ne oldu?

    ve fakat cordelia'nın başını çektiği üç kızın küçük elaine'e psikolojik işkence yaptıkları kısımlarda ruhum daraldı resmen. o sayfaları içim tıkanarak okudum. sürekli hakaret görme, ne yaparsan yap kabahatli olma... ve ne uğruna, koskoca bir hiç! elaine'in o günleri unutmayı seçmesi öyle doğal ki... ya grace'in annesi kılığındaki yetişkin cadıya ne demeli? yetişkinlerin "kötü tohum" olarak gördükleri bir çocuğa yaptıkları zulüm (senden adam olmaz inancı) küçücük bir yürek için ne büyük bir yüktür! küçük elaine'in ondan neden bu kadar nefret ettiğini bütün kalbimle anlayabiliyorum...

    bu kadar da değil: elaine'in erkeklere ve kadınlara dair yargılarını, kadınlara karşı duyduğu güvensizliği (iki yakın kadın arkadaş arasındaki o müthiş, o çok karmaşık, nefret ve aşk dolu o ilişkiyi!), erkeklerin dünyasında kendini daha rahat hissetmesini, ardından josef'le yaşadıklarını ve çaresiz bir genç kadınken susie'nin durumunun yaşattığı kırılma ile bu çaresizlik çemberinin dışına nasıl çıkabildiğini... her birini kendim yaşamış gibi anladım ve hissettim. hiçbiri benim kişiliğime, yaşam deneyimime uymayan duygular/düşünceler olduğu halde üstelik. atwood karakterini öyle incelikle işliyor, olayları ve duyguları öyle ustaca betimliyor ki, onu içtenlikle anlıyor ve rahatlıkla empati kurabiliyorsunuz. saygı duyulası.

    ama... çok merak ediyorum, cordelia'ya ne oldu?

    --- spoiler ---

    adettendir; altını çizdiğim birkaç satırı paylaşayım burada:

    "aşk insanın görüş gücünü bulandırıyor. ama bir kez soğumaya başladı mı, her zamankinden daha duru görüyorsunuz her şeyi. gelgit gibi bir şey. sular çekilince atılmış, batmış her şey ortaya çıkıyor: kırık şişeler, eski eldivenler, paslanmış konserve kutuları, kemirilmiş balıklar, kılçıklar, kemikler."

    "ayrılmayı iyi beceririm. marifet, kendini dışarıya karşı kapatmak: görme, işitme. arkana bakma."

    çok dingin, bolca hüzünlü, tam da kanada şehirleri gibi bir roman.
hesabın var mı? giriş yap