• bu filmde bi sahne var. çok film izliyorum, yani izlemeye çalışıyorum, çok aşk temalı sahne de gördüm ama bu nasıl bir şeydi, neydi, ben bu kadar samimi ve aynı zamanda alt metnindeki metaforu hayat diye bağıran sahne görmedim.

    --- spoiler ---

    fine, joachim'in evinde, karşılıklı mutfakta oturuyorlar, fine bitmiş vaziyette.

    joachim soruyor, sorun ne?

    fine: görebildiğin sadece kabuk. (sonra peruğunu çıkarıyor, joachim saçlarına dokunmaya çalışıyor, fine itiyor)

    altında, kötü kokuyor.

    (joachim kollarını kokluyor fine'in, öyle soru sorar gibi kokluyor ki, cidden ne var diye)

    joachim: bence bu yazın kokusu.

    fine: ölümün.

    joachim: (yine kokluyor) hayır, yaz.

    (ve sonra fine şu cümleyi kuruyor)

    fine: yeterince çektim, pes ediyorum.

    o anda bi gürültü kopuyor, joachim ayağa kalk diyor ve fine'i kucaklayıp, camı açıp, pencereye çıkarıyor, pekala diyor, atla, hadi. fine duruyor, yüzünü ona dönüyor, bakıyor, bakıyor, ve joachim hayattaki en güzel cümleyi kuruyor)

    joachim: gel buraya.

    (ve fine'i kucaklayarak indiriyor. sıkı sıkı sarılıyor, sıkı sıkı. ama en önemli detay sonda, o sarılırken biz de fine'in duyduğu şeyi duyuyoruz, joachim'in kalp atışlarını. hayatın bam telini)

    bu hayatın özü değil de nedir. bu yaşamın kıyısından aşkın kollarına atlamak değil de nedir, son solukta, her zaman olduğu ve olacağı ve dahi olması gerektiği gibi kendini sonsuzluğa bırakmak, seçimlerin en güzelini yapıp aşkı seçmek değil de nedir. her şeye rağmen, evet her şeye rağmen insan için aşk kurtuluş değil de nedir.

    --- spoiler ---
  • yönetmen christian schwochow'un senaryosunu babası ile birlikte yazmış olduğu filmde, yaşadığı aile ortamının da olumsuz etkisiyle silik karakterli bir genç kızın tiyatro oyunu seçmeleriyle birlikte başlayan ve oyun yönetmenin agresif tutumunun etkisiyle hazırlık çalışmaları boyunca da devam eden sancılı kendini bulma süreci anlatılmaktadır.

    filmin biterken iki farklı son seçeneği hissettiriliyor ama tercih edilenin dışındaki olası son ile kafanızda kocaman bir acaba sorusunu bırakmayı da ihmal etmiyor.

    tüm karakterlerin ve oyuncu seçimlerinin ince bir düşüncenin ürünü olduğu açıkça hissedilen filmde, kurgu ve yönetimle birlikte başroldeki iki oyuncu stine fischer christensen (josephine 'fine' lorenz) ve ulrich noethen (kaspar friedmann) çok iyiler.

    black swan filmi ile karşılaştırıldığı için şunu da söylemek gerekir ki çizilen karanlık tabloya karşın daha gerçekçi ve duygusal olmayı başaran aydınlık bir film.

    "oyunun bir parçası" olmak ama kendi rollerimizi kendi özgür irademizle oynamak, hepimize düşen bu değil mi aslında...
  • festival sağ olsun, filmin sonunda alman yönetmen christian schwochow ve başrol oyuncusu danimarkalı stine fischer christensen perdeye geldi. kendilerini uzunca alkışladık. özellikle film boyunca izlediğimiz başrol oyuncusunu karşımızda görmek, ve kendi hallerine tanık olmak büyük bir hoşluktu. ikisi de istanbul'a ilk defa gelmiş ve festivalde olmaktan da oldukça heyecanlı görünüyorlardı. soruları yanıtladılar.

    --- spoiler ---

    josephine karakteri için alman oyuncu bulunamayıp danimarkalı stine seçilince senaryo da ona göre değişmiş, ama ufak değişiklikler. "neden bu oyuncu" sorusu sorulduğunda da, schwochow dedi ki, "kime neden aşık olduğunuzun nasıl açıklaması yoksa bunun da bir açıklaması yok, bu da aşk gibi kimyasal bir reaksiyon".

    --- spoiler ---
  • christian schwochow'un yönettiği "kabuktaki çatlaklar" ismiyle 31. uluslararası istanbul film festivali'nde gösterilen fransız-alman ortak yapımı 7.8 imdb puanı ve başrol oyuncusuyla (bkz: stine fischer christensen) en iyi kadın oyuncu ödülü almış, etkisinden dakikalarca kurtulamadığım film, hatta üzerinde bayağı bir süre daha düşüneceğime eminim. o nasıl bir camilla'ydı öyle... merak ediyorum gerçekten öyle bir tiyatro oyunu da var mı acaba? özellikle oyuncu olmak isteyenler mutlaka izlemeli derim ama örnek almasınlar orası ayrı... film üzerine düşünecek çok şey verdi, bazı açılardan black swan'a benzetmişler, belki o bale bu tiyatro üzerinden benzer yollar izliyor ama ben oyumu bu filmden yana kullanıyorum. nuri bilge ceylan'ın da filmi izlediğini notlarımıza ekleyelim, bir de kendimi tutamayacağım (bkz: ronald zehrfeld) sırf sen varsın diye barbara'yı da izlemek farz oldu!

    ekleme: filmdeki oyun gerçek bir oyun değilmiş, çok okuyasım gelmişti halbuki. ayrıca başroldeki kadın daha önce oscar adayı bir filmde de oynamış, o şekilde seçilmiş bu role de.
  • bu akşam üstü goethe-ınstitut istanbul'da izledim. ve şunu söyleyebilirim; harika bir film. kesinlikle izlenmeli.
  • filmde bahsedilen oyun alexander dumas'ın la dame aux camelias'ıdır. josephine'in hazırlandığı karakter ise fiziken sekse uygun olduğu günler saçına beyaz kamelya takıp diğer günler kırmızı kamelyayla fiziki durumunu deklare eden kibar bir fransız fahişesi.
hesabın var mı? giriş yap