• çabalama yetisini yitirmiş bir insan için, ne kadar umut beslenebilir?

    yanlış anlaşılmasın, tamâmen umutsuz değilim: bir şeylerin iyiye gidebilme ihtimâlini gözardı edebilmek budalalık olurdu, tıpkı kötüye gidebilme ihtimâlini gözardı etmenin yine budalalık olacağı gibi. uzun süre, bu ihtimâl için direndim, kafamın içinde; ancak görüyorum ki, eyleme geçmeyi başaramıyorum hâlâ daha. bir şeylerin değişmesini istiyorsam, bunları kendim, eyleme geçerek değiştirmeli idim; rüzgârı, dalgaları ya da bir yığın farklı isimle gelebilecek şeyleri bekleyerek değil. eyleme geçmeyi başaramadım - geçebilmeye yönelik her çabamda, kendimden kaynaklı ve bir türlü aşamadığım bir direnç ile karşılaşıyorum.

    hiçbir şeyi daha farklı yapmak istemezdim, sanırım: bugün olduğum kişi, bugüne kadar yaşayageldiklerimle oluşmuş kişi ve o olmaktan pişman değilim. sâdece, belki, bu olduğum kişiyi, bu yaşımda olmamalıydım; belki bir yirmi, yirmi beş yıl sonrası için olağan -hattâ belki de mâkul- biri olurdum insanların gözünde. şu ân, değilim. başkalarındaki izlenimin ötesinde, kendi gözümde de değilim; sürekli kendi kendime şunu soruyorum: "daha hayâtın belki en başındasın, belki henüz başlamadın bile; şimdiden bu hâlde isen, bütün o süreçlere nasıl dayanacaksın?"

    bütün özet, tek bir kelime aslında: çabalamıyorum. kendi kendime sürekli kızdığım bir şey idi zâten; ancak yakın bir arkadaşımdan da aynı eleştiriyi duyunca, anladım ki en azından dışarıdan "çaktırmamayı" da başaramamışım. mesele biraz da bu değil mi aslında; insanlar çabaladığınıza inanıyorsa, başarısız olmak bile daha mâkul; eğer tüm çabalarınız görünmez ise, ne kadar çabalıyor olursanız olun, başarısızlığınızın sebebi bellidir. yine, yanlış anlaşılmasın: zâten çabalıyor değildim, yeterince çabaladığımı düşünüyor da değildim; sâdece, bunun dışarıdan da birince söylenmesi, bunu daha gerçek kıldı - bir doğrunun ötesinde, bir gerçek.

    çabalamıyorum, ya da belki çabalayamıyorum - bütün yapmam gereken, şu ânda yaptığımdan daha fazla çabalamak iken, bunu yapamamamın sonucunda, elimden kayıp giden "şey"leri izliyorum, sâdece. hakedilmiş bir cezâ: edimsizliğin cezâsı.

    bilmem bu karara ne kadar sâdık kalırım -karar bu ya, değişir belki-: ama artık vazgeçmeye karar verdim. zâten çabalamıyordum, zar zor çabalayabildiğim nâdir anlarda da, sarfedebildiğim bir yığın çaba yetersiz kalıyordu çoğunlukla. boşuna olduklarından değil; daha ziyâde, iktisâdî bir deyişle, "çıktının, mâliyete değmemesi"nden ötürü. bir tek benim için değiyor olsa da, artık, sanırım, "olumsuz dışsallık" denilen şeyi de ihmâl etmemenin vakti geldi.

    üzülmemi engelleyemediğim tek şey, içimde kalan tek ukde, şu: iyi biri olarak kalabilmek istiyordum - başka herhangi biri için olmasam da, kendi gözümde. bunu yitirmiş olmama üzülüyorum. hayâller değişir, hedefler değişir, insanlar değişir, şarkının deyişi ile "dualar değişir"; keşke, en azından iyi biri olmayı başarabildiğime dair inancımı yitirmese idim, en azından. keşke, bu değişmese idi.

    belki birkaç gün, belki birkaç hafta; ne kadar daha sürer vedâ etmek, emin değilim. son vedâ mı olur, yoksa eskide kalmış vedâlardan biri mi olur; bundan da emin değilim. başka herhangi bir şeyden de emin değilim; inandığımı söylediğim şeylere inanıyor muyum, yoksa inanıyormuş gibi mi yapıyorum, bundan da emin değilim. sanırım, ben de, vedâ ettiğimde anlayacağım bir şeyleri, eğer ki edebilirsem.

    sâdece bu bile, tek başına, vedâ etmeyi istemek için bir gerekçe sayılmaz mı?
  • ateist olmama rağmen bir yere otururken "allllaahhh sen büyüksün yareppim" çekmeye başladım. aşırı rahatlatıcı. teyzeleri amcaları şimdi anlıyorum.
  • akşama doğru azalırsa yağmur , kız kulesi ve adalar ... ahh burda olsan çok güzel hala istanbulda yaz :)

    (bkz: teoman)
  • direc-t'in hasret sarkisina gicik oldugum halde, kendisini dinlemekten kendimi alamiyorum. herif sarkiyi simarik simarik söyledikce, agzinin ortasina vurasim geliyor. bi de suursuz gibi spotify'da listeye attim, her ciktiginda söylene söylene dinliyorum. üstüne utanmadan bazi kisimlarina eslik bile ediyorum. sarkidan da, kendimden de tiksindim, öf.
  • moda tasarımı mezunu bir arkadaşımın instagramdaki bir paylaşımının altına ingilizce klavyeyle şık yazmak için 'sik' yerine 'slk' yazdığı günden beri rahat uyuyamıyorum.
  • çok çok önemli bir şey paylasmak istiyorum:
    ekşi sözlük tamamen bir chat odasına dönüştü artık.
    biliyorum çok yanlış çok ürkünç bir düşünce ama her gün ekşi sayfalarını gezdiğimde aynı düşünceye kapılıyorum.

    yaklaşık bir yıl önce başladı bu düşünce. sonra hergün düşünmeye devam ettim. çok çalıştım çabaladım bu düşünceden kurtulmak için ama başarılı olamadım.

    ilgili kurumların yardımını bekliyorum.
  • bazı insanlar kabuk tutan yaraya pansuman yapacakmış gibi yaklaşıp, kanatıp yeniden kabuk tutmasını beklemeye geçiyorlar ya işte ben onların azminden istiyorum. sorsan hiçbir şeyi sallamayan adamım ama bunlara karşı her seferinde gafil avlanmış buluyorum kendimi.
  • 35 yıla ne çok sorumluluk sığdırdığımı düşünüyorum, kendime çizdiğim sınırları.. hep doğru olanı yapmaya programlı aklımı, kalbimi.. kendime taktığım zincirleri!

    hani şu okuldaki örnek öğrenci, zıpır kuzeni dizginlemesi için* ‘’bekçi’’ tayin edilen kişi var ya, o benim.
    her yaşta abla oldum ben. örnek gösterildikçe, doğruluk timsali* olmaya zorunlu hissettim kendimi sanırım.
    bir kaç yıl öncesine kadar kardeşlerimin komutanıydım mesela.. en az kendim kadar o’nlara da kötülük yaptığımı şimdi anlıyorum. aşmaları gereken bir engel misali hep önlerine çıkıyordum.. annem/babam, benim için; ‘’bizi hiç üzmedi’’ derken, o’nları yanlışa* sevk ettiklerini fark etmiyorlardı. ben de öyle. elbette annemi/babamı üzmediğim için pişman değilim. aynı şekilde doğru yaşamaya çalışmak konusunda da bir pişmanlığım yok.
    sadece kendime çok yüklenmişim sanırım, bunun farkına vardım. olması gereken diye bir türkü tutturmuşum, inandırmışım kendimi ve gram düşünmemişim ötesini.

    bir bilirkişi*şöyle demişti bir gün, ''kendini frenlemekten sıkılmıyor musun?''.
    bilmem anlatabiliyor muyum, beni bana..

    şimdi kim doğru, kim yanlış, bilmiyorum. hatta illa bir doğru ya da yanlış olmak zorunda mı? diye düşünüyorum..
    ve belki de tüm doğru bildiklerimin üzerini büyük bir yanlışla çizmeye çok yakınım! oysa hayatı ve her şeyi, tam olarak olduğu gibi; o kadar iyi hissediyorum ki*.

    ve tam şu noktada, kendimi bulduğum yerde kaybettiğiminde kanıtı bu. düşününce de gidiyorum kendimden, düşünmeyince de.. aklımın en acımasız şakasının içinde sıkıştım kaldım, kendi etrafımda dönüp duruyorum gibi.
    aslında tam olarak hissettiğim, kendimle savaş halinde olduğum.

    bittabi, galibi de mağlubu da benim!

    evet, biraz yalnızlığa ihtiyacım var.
  • bugun her yerden silinesim geliyor. bu aralar biraz motivasyon eksikliginden mi , bilmiyorum hic birsey istemiyor canim .. aklim ayarlara gidip hesabi k... yonlendiriyor.
hesabın var mı? giriş yap