2 entry daha
  • türkiye cumhuriyeti ile sovyetler birliği arasındaki ilişkiler sovyetler birliği dağılana kadar her daim inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. açıkçası sovyetler birliği dağıldıktan sonraki dönemde de bu ilişki inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. sovyetler birliği ile türkiye arasındaki ilişkiler ile ilgili ilk yazımda (#97256842) 2. dünya savaşı sonrası stalin önderliğinde sovyetler birliğinin yayılmacı politikası yüzünden gerilmiş ve türkiye’nin batı bloğunda yer olmasına neden olduğuna değinmiştim. ikinci yazıda (#97311040) ise 1974 kıbrıs barış harekatı neticesinde, batılı ülkeler ve özellikle amerika tarafından türkiye’ye uygulanan ambargolar sonucu türk-sovyet ilişkilerinde yaşanan yakınlaşmaya değinilmişti. bu yazımızda ise adnan menderes sonrası türk sovyet ilişkilerindeki gelişmeler ile u-2 krizinin türkiye’deki yansımalarını ele alacağız. aslında daha önce yayınladığım yazıda (#96609831) amerika ile sovyetler birliği arasında yaşanan bu krizlerin türkiye’ye yansımalarına kısaca değinmiştim. ancak bu yazıda konuyu biraz daha türkiye özelinde işleme amacındayım.

    27 mayıs 1960’ta türkiye’de adnan menderes hükümeti devrilmiş ve yönetim, askerlerden oluşan milli birlik komitesi’nin eline geçmişti. komite’nin bünyesinde 38 subay ve general yer alıyordu. geçici anayasa gereği, komite ülkenin yasama organına dönüştürüldü. komite başkanı eski kara kuvvetleri komutanı general cemal gürsel oldu. gürsel aynı zamanda hükümete de başkanlık ediyordu.

    sovyet yönetimi, darbenin hemen ardından yeni hükümeti tanıdı. 31 mayıs’ta ankara’daki sovyet büyükelçisi nikita rijov, cemal gürsel’e tanıma ile ilgili belgeyi sundu. rijov, sovyet yönetimin, türkiye’nin dış siyasetinin atatürk’ün hayata geçirdiği prensiplere dayanacağına ümit beslediğini bildirdi.

    türk yetkilileri kuzey komşusu sscb ile olan ilişkileri iyileştirme arzusundaydı. fakat güven duymayı gerektiren bu adımları, stalin döneminde türkiye’den toprak talep ederek bozmuş olan sovyet tarafı atmalıydı.

    sovyet lideri kruşçev 28 haziran tarihinde gürsel’e bir mektup gönderdi. mektup’ta iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi isteği vurgulanarak, türkiye’nin düştüğü durum nato ile ilişkilendirilmekteydi. ayrıca ankara’nın bağımsız siyaset yürütmesi temenni ediliyordu.

    gürsel 8 temmuz’da, kruşçev’in mektubuna cevap verdi. o da ikili ilişkilerin iyileştirilmesinden yana olduğunu bildirdi. imzalanmış ikili anlaşmalardan doğan sorumluluklara uyulması, silahlanmaya son verilmesi ve sscb’nin güven verici gerekli adımları atması konusunun gerekliliği vurgulandı.

    yeni türk yönetimi sovyetlerle ilişkilerde iyi komşuluk siyaseti güdeceğini açıkladı. bu amaçla moskova büyükelçisi olarak atanan fahri korutürk 6 ağustos 1960 tarihinde güven mektubunu sscb yüksek başkanlı heyeti başkanı leonid brejnev’e sundu. korutürk, sunum esnasında yaptığı konuşmasında şunları söyledi:

    “türk hükümeti, iki ülke arasında samimi dostluk ilişkilerinin gelişmesini ve bu ilişkilerin daha sıcak ve samimi bir şekil almasını arzulamaktadır.”

    bundan sonra iki ülke arasındaki ilişkilerde güven ortamının oluşması için bir dizi adımlar atıldı. 1960 ekim ayında türkiye dışişleri bakanı selim sarper, new york’ta kruşçev ile bir araya geldi. bu görüşme, 1939 yılından beri gerçekleşen ilk üst düzey türk-sovyet görüşmesiydi. sarper, sovyet askeri birliklerinin sınırdan geri çekilmesinin söz konusu güven ortamının sağlanmasındaki önemine değindi. kruşçev, ilişkilerin normalleştirilmesinden yana olsa da ordularının sınırdan geri çekilmesi önerisine sıcak bakmadı. herhangi bir sonuç alınmamasına rağmen yapılan görüşme, kamuoyunda olumlu izlenim bıraktı.

    iki ülke arasında ticari ilişkiler yavaş ilerlemekteydi. 60’lı yılların başında türkiye’nin dış ticaretinde sscb’nin payı %1 oranındaydı. ilişkilerin normalleşmesinde çekingenlik ve güven eksikliği kendini hissettiriyordu. 1960 yılının ekim-kasım aylarında türk ticaret heyeti sscb’ye bir gezi düzenledi. bu sırada türk kamuoyunda, dış siyasi ilişkilerle ilgili olarak yoğun tartışmalar yaşanıyordu. bazı çevreler menderes yönetiminin yürüttüğü dış siyasetin türkiye’nin çıkarlarını yeterince savunamadığı görüşündeydi. türk resmi çevreleri iki ülke arasındaki ilişkilerin onarılmasından yana olduklarını gösteren demeçler vermekteydi. devlet ve hükümet başkanı cemal gürsel’in türk-sovyet anlaşmasının 40. yılı dolayısıyla sovyet yönetimine gönderdiği mektubunda şöyle deniyordu:

    “cumhuriyet yönetimi, türkiye ile sovyetler birliği arasında karşılıklı saygıya dayalı sıcak komşuluk ilişkilerinin uluslararası barış ve güven ortamında gelişeceğini arzu ve ümit etmektedir.’’

    27 mayıs 1961 tarihinde türkiye’nin yeni anayasası kabul edilerek 9 temmuz’da yapılan referandumla yürürlüğe girdi. eylül ayında eski başbakan adnan menderes, dışişleri bakanı fatin rüştü zorlu ve maliye bakanı hasan polatkan idam edildi. cemal gürsel 26 ekim tarihinde cumhurbaşkanı seçildi. böylece, türkiye tarihinde yeni bir dönem başladı.

    kasım ayında hükümeti kuran ismet inönü çok yönlü bir dış siyaset yürüteceklerini, komşularla iyi komşuluk ilişkilerini devam ettirmek istediklerini söyledi. inönü, sscb ile ilişkilerin iyileştirilmesinin zorunlu olduğunu açıkladı. dışişleri bakanı selim sarper de aynı tonda açıklamalar yaptı. ancak, kimi türk çevreleri, sovyetler birliği’nin, türkiye ile olan ilişkilerinde değişken olduğunu öne sürerek temkinli hareket ediyorlardı.

    türk kamuoyunun bazı kesimleri ise kuzey komşusu ile ilişkilerin iyileştirilmesi düşüncesine olumlu yaklaşıyordu. bu tür ilişkilerin ülke ekonomisinin gelişmesine yardımcı olacağını ileri sürüyordu.

    2. dünya savaşı’nın sonlarına doğru sscb-türkiye ilişkilerinin bozulması, yakın ve orta doğu bölgesinde beliren ortam abd-türkiye yakınlaşmasına etki eden en önemli etkenlerden birisi idi. stalin’in türkiye ilişkilerinde izlediği sert siyaset, dayanaktan yoksun toprak talepleri, bağımsız dünya devletlerini tehdit etmesi sonucu sovyet tehlikesiyle karşı karşıya kalan ankara’yı, batı devletleriyle sıkı ilişkiler kurmaya yöneltti. 1947 yılından itibaren abd ile türkiye arasında bir dizi askeri, siyasi ve ekonomik sözleşmeler ve anlaşmalar imzalandı. abd başkanı harry truman’ın aynı yılın mart ayında açıkladığı doktrin çerçevesinde türkiye’ye amerikan askeri yardımı yapıldı. (bkz: truman doktrini) bunu, marshall planı doğrultusunda ekonomik ve kültürel ilişkileri içeren bir dizi anlaşmalar izledi. (bkz: marshall planı)

    soğuk savaşın ilk yıllarından itibaren sovyetler birliği; ingiltere, fransa, almanya, italya, türkiye, güney kore ve japonya topraklarında kurulan amerikan askeri üsleriyle çevrilmişti. ingiltere, italya ve türkiye topraklarında konuşlandırılan orta menzilli füzeler küba’daki sovyet füzelerine denkti. sovyetler birliği yine de kendini güvende hissetmiyordu. yeni sovyet yönetimi, türkiye ile yakın ilişki kurarak hem kendi güvenliğini sağlamlaştırmaya hem de ankara’nın batı bloku ülkeleriyle ilişkilerini zayıflatmaya çalışıyordu.

    1950’li yılların sonu ile 1960’lı yılların başlarında türkiye, abd’nin dış devletlere yaptığı yardımlarda ilk sırada yer alıyordu. bu yardımlar 4 temmuz 1948’de imzalanmış abd-türkiye ekonomik işbirliği anlaşmasından sonra gerçekleşmeye başlamıştı. abd’nin türkiye’deki konumunun güçlenmesi, 1950’li yılların sonlarından itibaren çeşitli askeri ve ekonomik yardımların yapılması, üst düzey temsilcilerin karşılıklı ziyaretleri ile sona ermişti. abd-türkiye askeri stratejik işbirliği konusu, sovyet yönetimini rahatsız ediyordu.

    abd’nin türkiye’ye olan bu ilgisinin altında bir takım nesnel gerekçeler yatmaktaydı. türkiye, orta doğu’nun en büyük ve en güçlü devleti olarak kabul ediliyordu. sahip olduğu coğrafi ve siyasi konumu ise, abd için askeri ve stratejik açıdan hayati önem arz ediyordu. ülke topraklarının doğuya doğru uzanarak abd’nin başlıca rakibi olan sscb ile deniz ve karadan sınır oluşturması amerikalıların sovyet karşıtı faaliyetleri için olumlu bir ortam oluşturuyordu. türkiye, coğrafi konumu itibariyle amerikalılar için sscb’ye karşı en ideal ülke konumundaydı. abd ile türkiye arasında askeri alanda işbirliğine ilişkin çeşitli dönemlerde 50’nin üzerinde antlaşma imzalanmıştı. uçak pistlerinin, radar sistemlerinin, nükleer başlıklı füzelerin bulunduğu bu üsler büyük bir alanı kapsıyordu. bu dönemde türkiye’de yaklaşık 30.000 civarında amerikan askeri personeli görev yapıyordu. 1960’lı yılların başında ise türkiye’deki amerikan askerlerinin sayısı, aile bireyleri dışında, 50.000’e ulaşıyordu. amerikalı asker ve istihbaratçılar genelde ankara, istanbul, izmir, adana kentlerinde, karadeniz kıyılarında ve türkiye’nin doğu illerinde çalışmalar yapıyordu. ankara’da 6.000’den fazla amerikan askeri ve subayı, adana’daki incirlik askeri hava üssünde ise 3.000 askeri çalışanı görev yapmaktaydı. dünyanın hiçbir noktasında amerikan askeri üsleri türkiye’de olduğu kadar sscb’ye yakın konumlandırılmamıştı. incirlik’teki amerikan askeri üssünde konumlandırılan elektronik bilgi toplama araçları moskova ve leningrad şehirlerinde taksicilerin telsiz konuşmalarını dahi rahatlıkla dinleyebiliyordu. sscb’nin güney toprakları türkiye üzerinden abd ve nato’nun gözetimi altındaydı.

    bu yüzden türkiye, doğu-batı arasında köprü rolünü oynuyordu. bunun dışında dünyanın en önemli uluslararası ulaşım ve ticaret hatlarından birisi olan boğazlar türkiye’nin denetimi altındaydı. sscb’nin güneyine taşınan malların büyük bir çoğunluğu türk limanlarından ve boğazlarından geçmekteydi.

    türk hükümetinin ülkenin beş yıllık gelişimini sağlamak gayesiyle abd ve nato’dan aldığı borç 1,5 milyar dolar idi. bu da ülkenin dış siyaset çizgisinin batı eğilimli olduğunun açıkça gösteriyordu. ortaya çıkan bu durum sscb’nin çıkarlarıyla asla örtüşmüyordu. bu durumu sovyet lideri kruşçev, 2 temmuz 1962 tarihinde romanya’da yaptığı konuşmada şunları dile getirimişti:

    “amerikan emperyalistleri, zayıf ülkelere yaptıkları yardımla övünüyorlar ve bu konuda da özellikle türkiye’yi örnek gösteriyorlar. gelin, onların “yardımseverliği” sayesinde bu ülkenin ekonomisinde neler değişmiş ona bakalım: batı, 1949 yılından itibaren türkiye’ye yardım etmeye başladı. 1948 yılında, yani menderes hükümeti abd “yardımı”nı kabul ettiği zaman türkiye’nin sanayi sektörü, ulusal gelirin %10,5’ini karşılıyordu. 1960 yılında, yani amerikan “yardımından” 12 yıl sonra türkiye’nin millî gelirinde sanayi sektörünün payı %10,9 olmuştur. peki, bu ne anlama gelmektedir? gayet basit: türkiye, yardımlara rağmen, önceden de olduğu gibi gelişmiş herhangi bir sanayisi olmayan tipik bir tarım ülkesi olarak kalmıştır. türkiye ekonomisi çıkmaz sokağa girmiştir. ülke, mali destekçilerinden aldığı bu borçları 2008 yılından önce ödeyebilecek kapasitede değildir. bu hesaplamayı biz kendimiz yapmadık, bu bilgiler türkiye’nin ileri gelen gazetelerinden biri olan vatan’dan alınmıştır. ancak türk devletinin okyanus ötesindeki emperyalistlerle yakınlaşmasının kurbanı sadece türk sanayisi olmamıştır, türkiye’nin tarım sektörü de zor durumdadır. hatta halk ekmek sıkıntısı çekmektedir, onu da yurt dışından temin etmekteler. bir süre önce türkiye’nin cumhuriyet gazetesi batı devletlerinin türkiye’ye 3 milyon ton buğday sevkiyatının tamamlanması dolayısıyla istanbul’da düzenlenen anlamsız bir törenden söz etmektedir. makaleyi kaleme alan yazar şöyle diyor; bu gösterişli törenler insanların yüreğinde kederle yankılandı. kim bilir daha kaç yıl yabancılara el açacağız”

    kruşçev konuşmasında, batı’nın türkiye’ye yaptığı yardımın hiçbir yarar sağlamadığını özellikle vurguluyordu. ilişkilere olumsuz etki eden nedenlerden biri de türkiye’deki amerikan üslerinden kalkan u-2 keşif uçaklarının sovyet hava sınırlarını çoğunlukla ihlal etmesiydi. abd devlet başkanı eisenhover, hava sınırlarının tüm ülke uçaklarına açık olmasını istiyordu. sovyet lideri kruşçev ise hava sınırlarının ciddi şekilde korunmasından yanaydı.

    u-2 uçakları merkezi istihbarat teşkilatı’nın (cıa) gurur kaynağı idi. 1950’li yılların sonunda ‘’race car’’ koduyla japonya ile türkiye’deki üslerinden havalanan u-2 uçakları hiçbir engele takılmadan sovyet hava sahasına girerek ülkenin güvenliğini tehdit ediyordu. bu uçaklara monte edilmiş özel kameralar yardımıyla sovyetlerin en gizli üslerinin fotoğrafları çekilmekte ve askeri birliklerinin yeri tespit edilmekteydi.

    u-2’lerin uçuşu sovyetleri bir hayli tedirgin ve sinir ediyordu. ama bu uçuşları da önleyemiyorlardı. sovyet hava sınırlarını ihlal eden diğer uçaklar anında vurularak düşürülseler de 15 km yükseklikte hızla uçan u-2’ler sscb’nin en merkezi ve mahrem bölgelerine kadar sokularak gizli hedeflerin üzerinden rahatlıkla geçebiliyorlardı. cıa başkanı, eisenhover’a sovyetlerin u-2’leri düşürebilecek bir donanıma sahip olmadıklarını bildirmişti. sovyetler, sputnik’i uzaya göndermekle bu alanda amerika’nın önüne geçseler de söz konusu istihbarat uçaklarıyla baş edemiyorlardı. sscb’nin sahip olduğu füzeler de bu uçakları vurması imkansızdı. sovyet lideri kruşçev, devlet güvenlik komitesi (kgb) ve genel istihbarat idaresi’nden (gru) bu uçakların imha edilmesine yönelik bir sistemin veya yolun derhal bulunmasını istiyordu. bunun üzerine sovyet özel birimleri bunun için gereken araştırmaları yapmaya başladılar. hatta türkiye ve japonya’daki amerikan üslerinde görev yapan bir subaya casusluk önererek gerekli bilgileri toplamaya çalıştılar.

    1 mayıs 1960 yılında saat 5:36 sularında bir u-2 uçağı yine sovyet hava sahasına girdi. sscb savunma bakanı rodion yakovleviç malinovski, uçağın sovyet hava sahasına girdiği haberini sabahın erken saatlerinde kruşçev’a telefonla bildirdi. kruşçev bu esnada vorobyov dağlarındaki ikametgahında uyuyordu. telefonun çalmasıyla gözlerini açan kruşçev,

    “şu şeytan, kendisiyle sabahın bu erken saatinde ne getiriyor?” diyerek sinirli biçimde telefonu açtı.

    malinovski, amerikan istihbarat uçağının afganistan üzerinden sovyet hava sahasına girdiğini ve sverdlovsk’a doğru uçtuğunu aktardı. kruşçev bağırarak:

    “girmiş mi? vurun onu. ne yapıp edip düşürün!” dedi.

    ardından da küfrederek telefonu kapadı. sovyetler, u-2 için yeni geliştirdikleri füzeleriyle uçağı sverdlovsk semalarında vurdu. abd istihbaratına göre bir amerikan askeri, uçağın nasıl vurulabileceğine ilişkin bilgileri sovyetlere aktarmış ve uçuştan önce uçağa özel bir cihaz yerleştirmişti. uçağa yerleştirilen bu cihaz sayesinde uçak sovyetler tarafından düşürülmüştü. (bkz: u-2 krizi)

    sovyetler birliği, böylelikle amerikan uçağını düşürerek yıllarca yapamadığı bir şeyi başarıyla gerçekleştirmişti. u-2 uçağının pilotu paraşütle atlayarak kurtulmayı başarmıştı. sovyetler vurulan uçağı incelemeye ve ele geçirdikleri pilotu ise sorgulamaya başladı.

    u-2 olayı, sscb ile türkiye’yi karşı karşıya getirdi. sovyet yönetimi 13 mayıs’ta türkiye’ye bir nota verdi. notada;

    ‘’sovyet yönetimi, doğası gereği sovyet devleti’nin sınır ihlalini cezasız bırakamazdı. bu uçağın amacı ve hedefi anlaşılır anlaşılmaz sovyet füzeleri tarafından sverdlovsk bölgesinde düşürülmüştür. sovyet yönetiminin elindeki bilgilere göre sovyet hava sahasını ihlal eden bu uçak abd’ye ait olup, devamlı olarak türkiye’deki üslerde bulunmaktadır ve pakistan üzerinden sovyet sınırlarına girmiştir.’’ deniyordu.

    notada, uçağın istihbarat toplama ve propaganda yapma amacı taşıdığı bildiriliyor, gövdesinde ise havadan fotoğraf çekmede kullanılan makineler, radyo alıcı ve verici cihazı, savunma karakterli radyo alıcı cihazı, teknolojik araçları tespit eden aracın olduğu vurgulanıyordu. uçağı inceleyen sovyet teknisyenleri, onun casusluk ve istihbarat görevi yaptığı konusunda karar birliğine vardılar. uçak, adana’daki incirlik üssü’nden 27 nisan’da peşaver havaalanı’na inmiş, oradan da kalkarak sovyet hava sahasını ihlal etmişti.

    uçak düşürüldükten sonra pilot francis gary powers sağ kurtulmuştu. elindeki haritaya göre, peşaver-aral gölü-sverdlovsk-arhangelsk-murmansk- norveç’in bide havaalanı yönünde uçacaktı. notada casus pilotun, sovyet savunma radar sisteminin özelliklerini öğrenme görevi aldığını itiraf ettiği de belirtilmekteydi.

    sovyet yönetimi, uçağı mecburen vurduğunu bildirdiği notada şunları dile getiriyordu:

    “sovyet yönetimi, uçağı kendi topraklarında barındıran türkiye’nin bu olaydaki yeri ve rolünü belirtmek durumundadır. sovyet yönetimi, türkiye’de askeri üslerin kurulmasına karşı çıkıyor. amerikan hava kuvvetlerinin, sovyetler birliği’ne karşı saldırgan politika izlemesi için topraklarında abd birliklerini barındıran türk yönetimi de bu suça ortaktır. tüm bunlar, türk devlet yetkililerinin barışın korunması, türkiye ile sovyetler birliği arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesi için çaba harcanması yolunda yaptığı açıklamalarla örtüşmemektedir. sovyet yönetimi, daha önce de türk hükümetini uyararak, ülke topraklarını üçüncü bir devletin askeri amaçlı kullanımına izin vermemesi konusunun tehlike oluşturacağını bildirmişti. sovyet hükümeti, yabancı ülkelerin türkiye topraklarından yararlanarak sovyet hava sahasının ihlal edilmesinden rahatsızlık duymaktadır. bu tür hareketler devam ederse gerekli önlemlerin alınacağı bilinmelidir. sovyetler birliğinin elinde, kendisine yönelik saldırıları anında durdurabilecek gerekli vasıtalar bulunmaktadır”.

    türk hükümeti 24 mayıs tarihinde notaya cevap verdi. notada, sovyet notasının türkiye yönetimi tarafından ciddiyetle incelendiği belirtiliyordu. amerikan uçağının sscb hava sahasını ihlaline ilişkin olayın ve bundan kaynaklanan anlaşılmazlığın türkiye ve sovyet yönetimleri arasında tartışma konusu olmayacağı sovyet tarafına hatırlatıldı. birleşmiş miletler’in (bm) soruşturmasına sunulan bu olay hakkında türk yönetiminin hiçbir karara varma niyetinde olmadığı vurgulandı. sovyet yetkililerinin, amerikan uçağının türkiye üslerinden ayrıldıktan üç gün sonra sovyet hava sahasına girdiğine dair söylemleri hatırlatıldı. herhangi bir uçağın, türk hava sahasını kullanarak sovyet hava sahasına girmesine katiyen müsaade etmeyeceklerini aktaran türk notasında, amerikan yetkililerinin de kendilerinden böyle bir talepleri olmadığı kaydedilmekteydi. notada ayrıca, türk yönetiminin sorumluluğunun, yalnızca türk hava sahasını kapsadığı da vurgulanmıştı. türkiye’de kendi hava sahasında uçan yabancı uçaklara yalnızca uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde izin verildiği belirtiliyordu. türk hava sahasındaki uçuşlara gelince, türkiye yönetimi sadece uçuşlarına müsaade edilmiş türk uçakları söz konusu olduğunda bunun sorumluluğunu paylaşabileceğini hatırlatmaktaydı. bundan dolayı türk yönetimi, üçüncü bir ülkenin hava sahasından sovyet hava sahasına girmeden önce incirlik’teki üsten yararlanıldığına dair sovyetlerin yaptığı suçlamayı kabul etmedi. notada şunlara vurgu yapıldı:

    “türkiye’nin üslerinden bazı devletlerin veya abd’nin yararlanması konusunda sovyet yönetiminin itirazına gelince, türkiye’nin, bağımsız bir devlet olarak bm tüzüğü ve uluslararası hukuk kuralları ve prensiplerine uygun olarak askeri üslerinden müttefiklerinin yararlanmasına izin verme hakkı vardır. hükümet, kendi üs ve hava sahasından, komşularının güvenliğini, huzurunu bozacak kullanım hakkını hiçbir zaman müttefik ve diğer devletlerin uçaklarına tanımamış ve tanımayacaktır. amerikan uçaklarının türkiye hava sahası dışında uçmasına türk hükümeti karışamaz ve bu konu türk hükümetinin sorumluluğu dışındadır”

    türk hükümeti sovyet notasında öne sürülen iddiaları tümden reddetti. önceki dönemlerde de benzer olaylar için türk yönetiminin sorumluluk taşımadığı belirtilerek sovyet uçaklarının da zaman zaman türkiye hava sahasını ihlal ettiğini hatırlattı. türk hükümeti, tüm bu olayların uluslararası hukuk çerçevesinde çözülmesinin gereğine inanıyordu. notanın sonunda türkiye yönetiminin komşularıyla sıcak ilişkiler kurmaya çaba harcadığı belirtiliyordu. bahsi geçen olayın, müttefik olmadıkları devletlerle ilişkiler kurmaya engel oluşturamayacağı vurgulanıyor, tüm komşuların bu düşüncede olmasından ve iyi komşuluk ilişkilerinin gelişmesine kendileri kadar gayret etmelerini görmekten de memnun olacakları bildiriliyordu.

    bu sorun, abd devlet başkanı kennedy ile kruşçev’un viyana’da gerçekleştirdiği ikili görüşmede de ele alındı ve uzun süreli diplomatik temasların ardından tatlıya bağlandı.

    5 mart 1960 tarihinde abd ile türkiye arasında türk askerlerine atom bombalarının kullanmasının öğretilmesi ve bazı bilgilerin türk yönetimiyle paylaşılması ile ilgili bir antlaşma yapıldı. 26 aralık 1960 tarihinde paris’te yapılan nato zirvesinde türk silahlı kuvvetlerine jüpiter füzeleri verilmesi kararı alındı. abd, türkiye’ye atom enerjisi konusunda uzmanlardan oluşan bir heyet yolladı. heyetin geliş amacı, türkiye’ye nükleer silah verilmesi ve buna uygun üslerin kurulmasına ilişkin çalışmaların yapılmasıydı. füze üslerinde görev yapacak bir grup türk askeri yetkilisi de eğitilmek üzere abd’ye gönderildi.

    izmir’de, orta menzilli jüpiter füzelerinin yerleştirilmesi için bir üssün inşasına başlandı. inşaatı amerikalı bir şirket üstlenmişti. inşaatta 4.000’den fazla amerikalı çalışmaktaydı. üssün inşasının tamamlanmasının ardından amerika’dan nükleer füze başlıkları getirildi.

    türkiye’de orta menzilli füzelerin yerleştirilmesi için üslerin kurulduğuna dair haber sovyet cephesinde sert rüzgarların esmesine neden oldu. sovyet yönetimi, konuyla ilgili olarak türk hükümetine duyduğu rahatsızlığı içeren bir mektup yolladı. sovyetlerin ankara’daki büyükelçisi rijov, 3 şubat 1961 tarihinde türkiye dışişleri bakanı selim sarper’le görüşmesinde söz konusu mektubu kendisine sundu. mektupta, sovyetler’in türkiye’de meydana gelen son gelişmelerden duyduğu endişe dile getirilerek türkiye’de nato üslerinin kurulmasına ilişkin haberler, üslerin özellikle sovyetler birliği’nin sınırlarında konumlandırılması, nato’nun türkiye’yi nükleer silahlarla donatma niyeti sovyet yönetimini rahatsız ettiği belirtiliyordu. mektupta ayrıca, türkiye’nin incirlik askeri üssünden havalanan ve 1 mayıs 1960 tarihinde sverdlovsk bölgesinde düşürülen amerikan u-2 casus uçağı olayının, yabancı askeri çevrelerin, türkiye topraklarında kendilerine tahsis edilen üslerden sscb’nin ve türkiye’ye komşu olan diğer devletlerin, aynı zamanda bizzat türkiye’nin kendi güvenliği açısından da tehdit unsuru olduğu vurgulanıyordu.

    türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya çalışan sovyetler birliğinin, iki ülke halklarının barış ve dostluğa dayalı çabalarının aleyhinde olan hiçbir adımın türkiye tarafından atılmayacağı bu mektupta vurgulanmaktaydı. nitekim sovyetler, türkiye cumhuriyeti yöneticilerinin ülke barışını tehlikeye atacak hiçbir oluşuma izin vermeyeceklerine inandıklarını belirtmekteydi. mektubun sonunda, sovyet yönetiminin konuyla ilgili gerekli cevabı bekledikleri de vurgulanıyordu.

    türkiye tarafının cevabi notası 25 şubat tarihinde verildi. notada, türk hükümetinin ülkesinin güvenliğini sağlamak için her türlü önlemi almaya muktedir olduğu ve bunu birinci dereceden görev addettiği altı çizilerek belirtiliyordu.

    bir süre sonra izmir’deki çiğli üssüne abd hava kuvvetlerine ait 16 adet f-100 savaş uçağı getirildi. iskenderun’da ise cento anlaşması çerçevesinde askeri liman inşaatına başlandı. bu iş için 24,5 milyar liralık bütçe ayrıldı. alanı 2 milyon metrekareyi bulan liman inşaatında 200 işçi çalışıyordu. burada transit taşımacılık için uzunluğu 800 metre olan 3 büyük ambar ve askeri bir liman yapıldı.

    amerikan üsleri türkiye’yi, sovyetler birliği’nin hedef tahtasına çevrilmesine sebep oluyordu. kruşçev, dünya silahsızlanma ve barış konferansı’nda yaptığı konuşmasında şunları dile getiriyordu:

    ” abd’nin belirli çevreleri, amerikan üslerinin ve silahlı birliklerinin bulunduğu ülkeleri, özellikle de türkiye ve diğer ülkeleri tehdit altına sokmaktadır.’’ ve kruşçev konuşmasını şöyle bitiriyordu: ‘türkiye’ deki amerikan füzeleri ve nükleer silahlarının bulunduğu üslerin abd’nin kendi savunmasına hizmet ettiğini kim söyleyebilir? bunun aksini söylemek siyahı beyaz olarak nitelemektir.’’

    15 ekim 1961 seçimlerinden sonra yönetim sivillerin eline geçse de türkiye’nin dış siyasetinde herhangi bir değişiklik olmadı. kasım 1961 ve haziran 1962 yılları arasında ismet inönü’nün kurduğu hükümetler, batı eğilimli siyaset çizgisini sürdüreceğini açıkladı. inönü hükümeti, abd ve nato ile askeri-siyasi işbirliğini zayıflatmak niyetinde değildi. ülke kamuoyunda, inönü’nün amerika’nın isteklerini yerine getiren tek kişi olduğu görüşü egemendi. bundan dolayı amerika’nın ona her türlü desteği sağlayacağına ilişkin kanaat ağır basıyordu. aynı zamanda, ankara’daki yabancı diplomatlar arasında inönü’nün ülke için en başarılı isim olduğu ve amerikalıların onun çalışmalarına destek vereceği görüşü hakimdi.

    ülkenin ileri gelenleri yaptıkları konuşmalarda, türkiye’nin batı bloku ve abd ile işbirliğine sadık kalacağını açıkça dile getiriyorlardı. ismet inönü, 9 ocak 1962 tarihinde yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

    “biz, nato ve cento birliği içinde yer alıyoruz. bizim bu bloklardan ayrılarak rusya ile ittifak yapmamız imkansız olduğu kadar, tarafsız kalmamız da mümkün değildir.”

    cumhurbaşkanı cemal gürsel’de, istanbul teknik üniversitesi’nin akademik heyetini 2 mayıs günü kabul ederken yaptığı konuşmada, türk ulusunun geleceğini tayin ederken yönünü batı’ya çevirdiğini açık bir dille ifade ediyordu.

    1962 yılında türkiye’deki amerikan askeri üsleri arasındaki iletişimin sağlanması, amerikan üsleri, askeri birlikleri ve araç gereçlerinin güvenliğinin temini konusunda türkiye ve amerika arasında gizli bir antlaşma imzalandı. sovyet istihbarat kayıtlarında şöyle deniyordu:

    “amerikalılar bu anlaşmaları imzalamakla, türkiye’deki en büyük rakipleri olan ingilizleri büyük bir başarıyla arka plana ittiler.”

    bu antlaşma yapıldıktan sonra türkiye’nin yürüttüğü dış siyaset, uluslararası örgütlerdeki faaliyetleri, ordusu ve ekonomisi abd’ye biraz daha yaklaşmış oldu. amerikalılar, türkiye’nin siyasi, ekonomik ve askeri sahalarının önemli bölgelerinde kendilerine yer edinerek buralarda sağlam bir şekilde tutundular. amerikalı uzmanlar ve yetkililer, türkiye’nin çeşitli bakanlık, kurum ve kuruluşlarında çalışıyordu. sadece 850 kişilik amerikalı uzman heyet, türkiye’nin ekonomiyle ilgili kurum ve kuruluşlarında görev yapıyordu.

    abd’nin türkiye’ye en güçlü etkisi askeri, ekonomik ve teknolojik alanda kendisini göstermekteydi. türkiye’ye yollanan amerikan silahları ve yardımı 12 temmuz 1947 tarihinde imzalanan askeri yardım anlaşması gereğince yapılmaktaydı. abd, türkiye’ye askeri yardım kalemiyle top, tank; çeşitli savunma füzeleri, saldırı uçakları, savaş gemileri, denizaltılar, cephane ve iletişim cihazları veriyordu.

    abd enformasyon merkezinin verdiği bilgilere göre türkiye’ye ayrılan 3 milyar 728 milyon dolarlık amerikan mali desteğinin 2 milyar 100 milyonunu askeri yardımlar oluşturuyordu.

    türkiye ile batı arasındaki ittifak, yalnızca türk yetkililerinin isteği değildi. türkiye ile müttefik olmanın önem ve zorunluluğunu batı dünyasının devlet adamları da açıkça belirtiyordu. nato genel sekreteri dick stikker’in mayıs 1962 tarihinde türkiye’yi ziyaret ettiğinde savunma bakanı feridun cemal erkin ile yaptığı görüşmede erkin, ülkesinin batı blokuyla müttefikliğe sadık kalacağını vurguladı. erkin, görüşmeler tamamlandıktan sonra yaptığı açıklamada, kaderini batı bloku ve nato’ya bağlayan türkiye’nin bu yoldan sapma ihtimalinin bulunmadığını, “bu yolun ülkeye çok büyük yararı vardır.” sözleriyle dile getirdi.

    türk yetkilileri, uluslararası konularda sürekli olarak abd’yi destekliyordu. kamuoyu üzerinde derin etki gücüne sahip radyo ve televizyon kanallarında abd’nin yakın ve orta doğu siyaseti haklı bulunuyor, destekleniyordu. bu siyasi çizgi, türkiye’nin nato, bm ve diğer uluslararası örgütler içindeki faaliyetlerinde de kendini gösteriyordu. türk temsilciler heyeti, bm genel kurulu’nun 16. toplantısında abd temsilcileriyle birlikte çin halk cumhuriyeti’nin haklarının bm’de savunulması ile ilgili sovyet önerisinin aleyhinde oy kullandı. türkiye heyeti, “macar ve tibet sorununun” toplantının gündemine alınmasını destekledi. sovyet istihbarat kaynaklarının verdiği bilgiye göre, abd’nin türkiye’ye yönelik yürüttüğü politikanın başlıca amacı, ikili ve çok yönlü ilişkileri sağlamlaştırmak, türk-sovyet dostluğunun geliştirilmesine karşı çıkmaktı.

    bu dönemde, türkiye yönetiminin ülkenin askeri savunmasına büyük önem vermesi, sovyet yönetimini rahatsız ediyordu. ülke, bütçesinin %25,5’ni, yani 2.557.500 lirasını ulusal savunmaya harcamaktaydı. 1961 yılıyla kıyaslandığında ülkenin savunma harcamaları bir önceki yıla oranla 443,6 milyon lira artmıştı.

    nato ve cento üyesi türkiye, yakın ve orta doğu’nun sayıca en kalabalık ordusuna sahip ülkeydi. türk silahlı kuvvetlerinde 452.000 asker hizmet veriyordu. 2.500.000 kişi ise yedekteydi. türk ordusu, nüfusun %1,3’ünü oluşturmaktaydı. bu oran abd ile eşitti. rusya’da ise %1,4’ü, bulgaristan’da %1,7’yi, yunanistan ile suriye’de %1i8’i, israil’de %2,5’i bulurken, iran’da bu oran %1 idi. kara kuvvetlerinin 6 tümeninde, 6 zırhlı tank birliğinde m-47 tankları ve 2 hava indirme taburu mevcuttu.

    türkiye’nin deniz kuvvetlerinde 32.000 asker görev yapmaktaydı. ayrıca 18 adet muhafız gemisi, 10 adet denizaltı ve 27 adet farklı türden gemi mevcuttu. türkiye donanması 1964 verilerine göre dünyada 25. sırada yer alıyordu. donanmaya ait gemilerin üçte biri 40 yaşından büyüktü ve sürat olarak yavaştı. gemilerin bir kısmı eskimiş, verimliliğini kaybetmişti. türk ticaret filosunda 158 gemi bulunuyordu ve toplam kapasiteleri 611.330 tonu buluyordu.

    abd-türkiye donanma ilişkilerinin gelişmesi de sovyetleri rahatsız ediyordu. 1964 yılında türkiye 13 ve 15 tonluk iki yük gemisi aldı. bu hat üzerinde çalışan gemilerin sayısını da 10’a çıkarmış oldu.

    türk hava kuvvetlerinde 2.000 asker görev yapmaktaydı. tsk’nın elinde bir filo f-104q, 10 filo f-100, 4 filo f-86, 1 filo pf-84f ve su-47s tipi bir nakliye birliği bulunuyordu.

    1959-1962 yıllarında türk ordusunun piyade birlikleri yeniden oluşturuldu. sovyet özel hizmet birliklerinin istihbaratlarında tsk’nın neredeyse tamamı nato’nun kontrolüne geçtiği belirtilmekteydi.

    türkiye 1963 yılında milli savunma bakanlığı bünyesindeki eğitime 46.641.000 lira harcadı.

    abd, türkiye ile iran arasında demiryolu hattının inşa edilmesine de büyük önem veriyordu. abd dışişleri bakanı’nın orta doğu ve güney-doğu asya’dan sorumlu danışmanı phillips talbot, cento ekonomik topluluğunun 25 mart 1964 tarihinde ankara’da düzenlenen toplantısında, amerikan yönetiminin türkiye’nin van şehriyle, iran’ın karatepe adlı istasyonu arasında demiryolu hattının yapımına 19 milyon dolara yakın kredi ayırdığını bildirdi. bu paranın 10,5 milyon doları türkiye’ye ödenecekti. türkiye 40 yıl boyunca bu krediyi %7,5 faizle geri ödeyecekti. iran ise bu paranın 7,84 milyon dolarını alacak, türkiye’nin aksine bu parayı 35 yılda %3,5 faizle geri ödeyecekti. ingiltere yönetimi bu yolun inşası için nisan 1965 tarihinde 850 bin ile 1 milyon sterlin arasında kredi ayırdı.

    abd’nin türkiye topraklarındaki askeri faaliyeti nato komutanlığı ile işbirliği çerçevesinde yürütülüyordu. abd askerleri, türkiye’nin askeri sisteminin çağdaş savaş şartlarına uygun hale gelmesi için yardım ediyordu. nato, türkiye’ye çok sayıda silah, cephane ve elektronik silahlar veriyordu. amerikalı general medisent, bu amaçla özel olarak türkiye’ye bir ziyarette bulundu.

    devlet başkanı lyndon johnson, dışişleri bakanı feridun cemal erkin’i abd’ye yaptığı gezisi sırasında kabul etti ve burada türkiye’ye büyük önem verdiklerini özellikle vurguladı.

    abd yardım misyonunun türkiye’de geniş yetkileri bulunuyordu. bu kurum, amerikan yardımlarının kullanılması konusundaki kontrolü elinde bulunduruyor; türk ordusundaki amerikalı danışmanlarının faaliyetlerine önderlik ediyor; türk silahlı kuvvetleri’nın askeri hazırlığı konularıyla ilgileniyordu. sovyet raporlarına göre amerikalılar, türk genelkurmayı ve savunma bakanlığı yönetimini kendi denetimleri altına almış bulunuyorlardı.

    sovyet istihbarat bilgilerine göre, abd büyükelçiliği bünyesindeki askeri ateşelik mensupları üst düzey istihbaratçılardan müteşekkildi. rusça’ya vakıf, bölge ülkelerinin tarihi, coğrafyası ve politikasını derinden bilen bu şahısların çalışmaları genelde sscb’ye ve diğer sosyalist ülkelere yönelikti. sovyetlerin elindeki bilgilerde sscb’ye ve diğer sosyalist ülkelere nükleer darbe indirmek için türk genel kurmay başkanlığı’nda nato tarafından hazırlanmış bir plan olduğu kaydedilmişti. bunun dışında, türkiye topraklarına yerleştirilmiş askeri üslerin amacının gerektiğinde sscb üslerine anında darbe indirmek gayesine hizmet ettiği de belirtilmişti.

    abd yönetimi türk ordusunda roket kullanan personelin eğitimine de büyük önem veriyordu. sovyetlerin “çok gizli” şifreli istihbarat raporlarına göre, türk hava kuvvetleri’ne bağlı iki roketatar birliği, 1961 yılı eylül-ekim aylarında uzmanlık eğitimi almak üzere abd’ye gönderilmişti. 1962 yılı haziran ayının sonunda bir grup türk subayı roket teknolojisi kullanımını öğrenmek için abd’de eğitim almıştı. sovyet istihbarat bilgilerinde polaris tipli nükleer başlıklar taşıyan amerikan deniz altı gemilerinin türk deniz kuvvetlerine katıldığı bildiriliyordu. ayrıca raporda, türk hükümetinin amerikalılara, sovyetler aleyhinde gereken istihbarat faaliyetlerini yürütmek için her türlü imkanı sağladıkları da kaydedilmekteydi.

    sscb’nin karadeniz kıyılarını kontrol altında tutmak için samsun, sinop, trabzon ve karamürsel’de radyoteknik donanımlı istihbarat üsleri kurulmuştu. karadeniz, gittikçe gerginliğin kaynağına dönüşmekteydi. bundan da sovyet yönetimi aşırı rahatsız oluyordu. kruşçev 16 mayıs 1962 tarihinde varna’da yaptığı konuşmasında şöyle diyordu:

    “karadeniz, barış ve halklar dostluğunun denizi olmalıdır. ancak bunun için türkiye halkının olduğu kadar, yönetici tabakasının da çaba sarf etmesi gerekmiyor mu? zira bu ülkenin ekonomik ve kültürel gelişiminde durgunluk, gerilik hüküm sürmekte, emekçilerin fakirliği artmaktadır. türkiye’de zaman zaman siyasi çalkantılara şahitlik etmemiz pek şaşılacak bir şey değil. türkiye’nin yöneticilerinin, ayrıca diğer devletlerin ulusal çıkarlarını yabancı tekellere bağımlı kılan ve akılsızcasına silahlanmaya yönelen, komşularından tecrit etme çizgisinden vazgeçmesinin zamanı gelmemiş midir? nato askeri üslerinin ve nükleer başlıklı füzeleri fırlatmak için yapılan alanların bulunduğu kıyıları, dinlenme ve gelişme alanlarına dönüştürmek daha iyi olmaz mıydı? nato’yu oluşturan emperyalistler, türk halkının silahlanma yükü altında nasıl ızdırap çektiğini görmemezlikten gelemezler. bu harcamalar halkın servetini ve malını yağma etmektedir.”

    abd-türkiye askeri işbirliğinde, türk ordusunun subay ve askerlerinin propaganda yönünden eğitimine de büyük önem veriliyordu. türkiye topraklarında türk asker ve subaylarını eğitmek için amerikan yardımlarıyla 16 merkez oluşturulmuştu. merkezlerin programları georgetown üniversitesi’nde hazırlanmıştı. yedekte olan 22.000 subayın eğitilmesi için de yaz kursları düzenlenmişti.

    türkiye’deki tüm propaganda ve enformasyon hizmetlerine abd enformasyon birimi önderlik ediyordu. bu birimin ankara, istanbul, izmir ve adana’da merkezleri, diğer illerde ise sadece temsilcilikleri bulunuyordu. geniş donanıma ve imkanlara sahip olan birimin elinde matbaa, kütüphane, çok iyi donatılmış fotoğraf stüdyosu, sinematograf makineleri vardı. enformasyon birimi türk kamuoyunun ideolojik yönden eğitimi yönünde de geniş çaplı çalışma yürütmekteydi. sovyet istihbarat bilgilerine göre türkiye’de, abd askeri-teknolojik yardımları, amerikan yaşam tarzı özendiriliyor, sscb’nin iç ve dış siyaseti hakkında kapsamlı analizler yapılıyordu. enformasyon birimi kendi çalışmalarında basınyayın, radyo, sinema, kütüphaneler, sergiler, dostluk dernekleri ve buna benzer vasıtalardan yararlanıyordu. birimin çalışmalarına türk resmi daireleri gereken her türlü ortamı hazırlıyordu.

    sovyet istihbarat raporlarında, amerikalıların türk gençleri arasında propagandaya özel önem verdikleri belirtilmekteydi. gençler arasında sscb’ye nefret ve amerikan yaşam tarzına özendirme çalışmaları yürütülüyordu. bu çalışmaların başlıca araçlarından biri türkiye’de hizmete sokulan amerikan eğitim kurumları ve kolejleri idi. türk öğrencilere burslar veriliyor, karşılıklı olarak iki ülkenin öğrencileri türkiye ve abd’de eğitim alıyorlardı. çeşitli amerikan yardım cemiyetleri aracılığıyla yardımlar yapılmaktaydı. temeli 1863 yılında istanbul’da atılan robert koleji, türkiye’deki amerikan eğitim kurumları arasında özel öneme sahipti. 1960’lı yılların başında kolejde 2.000 civarında öğrenci eğitim almaktaydı. bunların %90’ı türk idi. ankara ve izmir’de de amerikan kolejleri mevcuttu. her yıl türkiye ve amerika arasında karşılıklı olarak öğrenci değişimi yapılmaktaydı. türk liselerinin öğrencileri bir yıl süreyle amerikan aileleri yanında yaşıyor ve amerikan kolejlerinde eğitim alıyorlardı. temmuz 1961 tarihinde abd ve diğer ülkelere eğitim almak için toplam olarak 2013, 1962 temmuz’unda ise sadece abd’ye 127 öğrenci gönderilmişti. türk eğitim sisteminde amerikan eğitim sisteminin etkileri açık biçimde kendisini göstermekteydi. bu dönemde cıa’nın ünlü temsilcilerinden biri, türkiye’de ismet inönü’nün birinci koalisyon hükümetinin üyeleriyle görüşerek eğitimle ilgili beş maddeden oluşan bir memorandum sunmuştu. memorandumda,

    “öğretmen yetiştiren yüksek okullar amerikan sistemi esasına göre düzenlenmeli, önemli görevlerde amerikalılar çalışmalı, abd’de eğitim alan türk öğretmenleri amerikalıların verdikleri öneriler doğrultusunda çalışmalı, eğitim teçhizatları ve kurumları amerikalıların isteği doğrultusunda inşa edilmelidir” deniyordu.

    türkiye’nin neredeyse tüm şehirlerinde cıa tarafından kurulan kütüphaneler faaliyet gösteriyordu. bu amerikan kütüphanelerine özellikle subaylar ve gençler gidiyorlardı. sovyet gizli istihbarat bilgilerine göre, ankara’da şehir merkezinde yer alan ve geniş okuyucu salonu bulunan bir kütüphanede çok sayıda sovyet karşıtı eser bulunuyordu. amerikalılar, türk basınını ve kitap yayımcılığını kendi çıkarları doğrultusunda çok iyi kullanıyorlardı. basında, türkiye’nin nato’da yer almasının avantajları geniş bir şekilde anlatılıyordu. ankara ve istanbul’daki kitapçı dükkanları amerikan kitapları ile dolu idi.

    pentagon’un planlarında, türkiye’nin arap ülkelerinin komşusu olmasına özel önem verilmesi de sovyet hükümetini rahatsız ediyordu. abd, arap dünyasıyla ilgili siyasetini uygulamaya koyarken çoğu zaman türk yönetime danışıyordu. islam dünyasının güçlü ülkesi olan türkiye ile abd’nin bu yakınlığı sscb’nin islam dünyası üzerindeki nüfuzuna zarar veriyor ve etki alanını kısıtlıyordu. beyaz saray, türkiye’yi müslüman aleminin çağdaş ve örnek devleti olarak görmekteydi.

    böyle bir durumda, sscb de güney sınırlarında türkiye’yi kendisine dost bir ülke olarak görmek istiyordu. moskova, türkiye’nin rolünün, nato’nun sscb’nin içini ‘’gören gözü”, içeride konuşulanları “duyan kulağı” olmasını istemiyordu.

    sovyet lideri kruşçev, sscb’nin 1970 yılında abd’yi geçeceğini, 1980 yılında ise abd’de komünizmin başa geleceğini söylemişti. ancak 1950’li yılların sonu ile 1960’lı yılların başlarında sovyetler birliği bir dizi sorunla karşı karşıya kaldı. en büyük problem, ülke genelinde hüküm süren sosyoekonomik krizdi. özellikle tarım alanında durum kötüleşmişti. ülkede ekmek sıkıntısı yaşanıyordu. büyük şehirlerde ekmek kuyrukları uzayıp gidiyordu. halk arasındaki hoşnutsuzluk gittikçe artıyordu. ekonomik problemler ülkedeki sorunları daha da derinleştiriyordu. sovyetler, kimya sanayii ve gübre üretme yoluyla yaşanılan bu sıkıntıları aşmaya çalıştı. ancak bu tedbirler istenen neticeyi vermedi. sscb’nin yaşadığı bu ağır buhran batılı rakiplerinin dikkatinden kaçmadı. 8 ocak 1964 tarihli cıa’nın raporuna göre, sovyetler birliği bu krizden çıkmanın yegane yolunu savunma dışındaki projelerini kısmada, batıdan büyük ve uzun süreli kredi almada görüyordu. cıa, sovyetlerin batı’dan alacağı krediyi savunma ve uzay çalışmaları için harcayacağını vurguluyordu.

    aynı dönemde abd’nin belçika büyükelçisinin, dış işleri bakanlığı’na gönderdiği telgrafta şöyle deniyordu:

    “sovyetlerin altın ve döviz rezervleri 2 milyon abd doları civarındadır. bunun yaklaşık 1 milyon doları buğday alımına harcanmaktadır. ülkeyi bu duruma düşüren başlıca etken, uzay çalışmalarıyla savunma harcamalarının çok pahalı olmasıdır.’’

    batı ile olan çekişme ve bu nedenle silahlanmaya ayrılan harcamalar sovyet ekonomisine çok büyük zarar vermişti. sosyoekonomik durumun her geçen gün kötüye gitmesi halk tarafından hoşnutsuzlukla karşılanıyordu. ülkenin bazı büyük şehirlerindeki protestolar ve gösteriler çok sert bir şekilde bastırılmıştı. böyle bir durumda batı ile olan ilişkilerin iyileştirilmesi isteniyordu. ülkenin karşılaştığı derin ekonomik krizde sovyetler, batıyla ilişkilerin normalleşmesine geçici bir durum olarak bakıyordu. aslında sovyet yöneticileri izledikleri dış siyasetin ana hatlarından pek vazgeçmiyor, onu yalnızca karşılaşılan duruma göre ayarlıyordu.

    19 şubat 1964 tarihinde “sovyet dış siyaseti” adlı cıa raporunda, “ortaya çıkan durum sovyetleri dış siyasette değişiklik yapmaya mecbur etti” deniyordu. sovyet yöneticileri sosyoiktisadi durumun kalıcı olmadığı ve gittikçe kötüleştiği bir dönemde batı-doğu ilişkilerinde yaşanan gerginliği hafifletmek istiyordu. ancak sscb yönetimi oluşan durumun geçici olduğu kanaatinde idi.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap