6 entry daha
  • videodaki hoş ayrıntılar üzerinde serbest uçuşa devam edersek:

    - hakemin kolundaki, yani elindeki, saate dikkat..

    - golün gerçekleşmesi nihai olarak, son adam olan kaleciye bağlı ise, yunan takımının kalesinde bir tür ana kaynak olarak platon'un bulunması, hatta önünde de kapı gibi bir aristoteles'in olması doğal. ama alman takımında aynı mevkide neden kant değil de leibniz var, çözemedim.

    - alman takımında sürpriz bir şekilde beckenbauer'in yer almasının nedeni, kanımca sahadaki kelli felli filozofların, futbol gibi pratik bir oyunda, o muhteşem teorilerine fazla güvenememeleri ve "ne olur ne olmaz, aramızda bu işi bilen biri bulunsun" demeleridir, yoksa alman feylesofların köküne kıran girmedi ya.. ek olarak beckenbauer'in defansif ve de devletlu kimliği de, hem takımın "ölümüne defans" kurgulu oyun sistemine uymakta, hem de nietzsche'yi tenzih edersek -ki dört maçın üçünde oyundan atılmıştır- takımdaki alman filozoflarının bitmez tükenmez devlet aşkı dolayısıyla kendilerini iyi hissetmelerini sağlamakta ve performanslarını artırmaktadır. bu durum, devletle her daim sorunlu ve hücum futbolu anlayışına sonuna kadar bağlı olduğunu beyan eden marx'ın yedek kalmasını da açıklıyor.

    - yunanlılar ise oyunun fizik kuralları ve geometri ile ilişkisini çözdüklerinden akıllılık edip sürpriz oyuncu haklarını bir fizik, matematik ve geometri dahisi olan arşimet'ten yana kullanıyorlar ve hayrını da görüyorlar. önce fizik bilgisi destekli eşsiz top tekniğiyle almanları moralman çökertiyor, neden sonra topa vurup atağı başlatmayı akıl ediyor, orta nokta ile kale arasındaki en kısa mesafeyi mümkün olan en kısa sürde katediyor ve sonunda da sokrates'in kafasına, açısı, ivmesi, sinüsü, kosinüsü tastamam hesaplanmış o lokum ortayı adrese teslim gönderiyor.

    - maçın ilerleyen dakikalarında, her şeyi dil içine hapsetme derdindeki, adam gibi oyun oynamak yerine dil oyunlarıyla uğraşmayı yeğleyen wittgenstein'ı kenara alıp, yerine "ille de praksis olsun, ister çamurdan olsun" diyen marx'ı oyuna sokmak, almanya teknik direktörü martin luther'in oyun okuma yeteneğini ve ileri görüşlülüğünü göstermiştir, ama iş işten geçmişti ne yazık ki..

    - ısınırken sergilediği hırsı ve hareketliliği maçta da devam ettirip deliler gibi koşturan marx'ın hakemin düdüğüyle bir anda durulması komik olsa da, kırık dökük ingilizcem olayı anlamaya yetmedi. hakem bu düdükle bizim sakallıya "yavaş koş, saçın başın dağılmasın" mı dedi, yoksa oyun dışında kelebek gibi uçup arı gibi sokan marx amca, düdük çalıp oyun başlayınca diğerler gibi kuzu kesildi de, biz izleyicilere "bu marxistler de böyledir işte, dışarıdayken mangalda kül bırakmazlar, ama iş başa düşünce kimse bir numaralarını göremez.." mi mesajı verildi, çakamadım.

    - golü yerken hiç bir hamle yapmayıp aval aval seyreden leibniz'in akabinde hemen itiraz için hakeme koşturması da pek manidar. abicim hani mümkün dünyaların en mükemmelinde yaşıyorduk? golü yemende de bir keramet vardır, itiraz filan ayıp olmuyor mu? (voltaire tarzı felsefe eleştirisine katkımız olsun, yoksa leibniz candır)

    - bu zıpır filmi ingilizlerin yapmış olması, tarihsel ingiliz-alman gıcıklığını getiriyor akla. bir tür alman idealizmine ingiliz bakışı da diyebiliriz zorlarsak. yani diyorlar ki, "bu almanlar da böyledir işte, nesne etrafında ha bire dönüp vırvırdı, dırdırdı, bin tane laf söylerler, ama nesneye bir türlü dokunamazlar, sonra birileri yapınca da 'o iş öyle olmaz, şusu eksik, busu yamuk' diye üzerine çullanırlar.." filmin sonunda hobbes, locke gibi laflar duydum, sanırsam bir sonraki maç yunanlar ile ingilizler arasında, ama alman idealizmine dahi pabuç bırakmayan antik yunanspor, ampirisistti, pragmatistti demez, ingilizleri de dağıtır walla..
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap