9 entry daha
  • bu filmi tek cümle ile ifade etmem gerekirse, bu “kendi içimizde bir sebebe ihtiyaç dahi duymaksızın yarattığımız arzu nesnelerimiz, arzu nesnelerimize ulaşmaya çalışırken gözümüzün görmediği, fütursuzca yaptığımız her şeyi -kendimizce- ilkelerimize/ahlakımıza uydurma çabalarımız ve nihayetinde ulaşıldığı anda uğruna savaşılacak değere, kör olunacak zirveye bir daha asla konulamayacak olduğunun farkındalığı” olurdu.

    filmde jérôme’nin arzu nesnesi claire’in dizi olarak cisimleşiyor. o merdivende claire’in dizini gördüğü anda artık uğruna her şeyi gözden çıkarabileceği bir şey haline geliyor. ama aurora’ya da söylediklerinden anlaşılıyor ki kendisi de bu illüzyonun farkında.. “onu tam olarak istiyor olmamama rağmen onda istediğim bir şey var. duyduğum arzu ile beraber doğan çok güçlü bir istek.... ... ona karşı içimde bir talebin uyanmasına salık verdi” söylediği gibi bu bir talep.. bir dokunsa, bir kerecik dokunabilse yerine getirilmiş olacak bir talep..ki ilginç bir şekilde eric rohmer arzu nesnesi olarak çoğu insan için arzu nesnesi olmaktan çok uzak, cinsel cazibe noktası bağlamında düşünülmeyen bir yeri, “diz”i seçmiş. bir nevi bir şeyin arzu nesnesi olması için çoğu kişiden kabul görmesine ya da bir anlamı olmasına gerek olmadığını söyler gibi. çoğunlukla bizim için de “aşık olduğumuzu düşündüğümüz” kişilerin bu arzu nesnesi yaratma halinden çok da farklı olmadığını anlıyoruz.

    bu filmde en hoşuma giden şeylerden biri de “ahlak sorgulaması”nın toplumsal çerçeveden değil de birey üzerinden verilmiş olması. mesele jérôme’nin kendinden çok daha küçük biriyle olması ya da nişanlısının olması değil, jérôme’nin kendi içinde yarattığı ahlakı ve nihayetinde bununla ters düştüğünde de işine geldiği gibi kendi “ahlak” kavramına nasıl uyarladığını göstermek aslında. jérôme kendi yaptıkları ya da hisleri zihninde belirdiğinde aurora’ya yardım ettiğini, kobay olduğunu, bu arada kendini de denediğini de söylerek içindeki ahlak algısına yaptığı saldırıyı rahatlatmaya çalışıyor. ki tam burada da aurora’nın söylediği “karakterlerinin yaşadıkları şeyleri kendisinin çizmediği, karakterlerinin kaderlerini kendilerini belirlediklerini onun ise sadece bunları yazdığını” cümlelerini de hatırlarsak; eric rohmer’in bir noktada jérôme’un hareketlerini sığındırdığı aurora’nın romanından nasıl da bağımsız, ahlakı ile nasıl da başbaşa olduğunu gösterdiğini görüyoruz.

    ayrıca jérôme’nin yakınlarında hep oldukça güçlü kadınların da olduğu dikkatimi çekti. ne istediğini bilen, kendini oldukça iyi ifade edebilen, keyifli kadınlar.. aurora ve laura gibi.. ama o nedense claire gibi daha düz, ruhu sıkıcı birinin bir noktasını arzu nesnesi haline getiriyor.

    bir de gün geçişlerinin pembe fon üzerinde el yazısı ile verilme detayı çok hoşuma gitti.

    son olarak yaz günü giyilen balıkçı yaka kışlık kazakları, trençkotları ise hiç mi hiç anlamadım. bir anlamı var mı ki?
21 entry daha
hesabın var mı? giriş yap