23 entry daha
  • bu yazı tod browning’in 1932 yılında çektiği freaks'in bana düşündürttüğü 3 “kavram” hakkındadır.
    bol miktarda spoiler içerebilir.

    1-insan: freaks kendi içinde bir dünya yaratan filmlerden ve finale kadar o dünyanın dışına çıkmamıza pek izin vermiyor. sirk çadırı içinde, karavanlarda hayatını sürdüren ahali, birbiriyle sürekli bir ilişki içerisinde. üstelik bu ahalinin çoğunluğunu doğuştan engelli ya da sonradan özürlü olmuş insanlar oluşturuyor. milyonda bir görülebilecek bu hastalıklara sahip insanlar, bir sınıf ayrımına maruz kalıyorlar. buna neden olan ise aslında dış görünüşleri değil, dış görünüşlerinin karakterlerinde yarattığı kırılganlık. çünkü genel olarak birer insan değil yaratık olarak görüldüklerini düşünüyorlar ve ancak biraraya geldiklerinde insan muamelesi görüyorlar. cüce hans karakteri, tıpkı normal bir insan gibi çok güzel bir kadına aşık oluyor ve içinde bulunduğu grubu sevse de normal insanlarla da birlikte olabileceğinin hayalini görüyor. bunu yaparken de kendisine kalan bir mirasa güveniyor ama ne yazık ki kullanılıyor. onu kullanan güzeller güzeli cleopatra, zamanla gözümüzde bir ucubeye dönüşürken, hans daha bir karakterli, “insan” gözükmeye başlıyor. zaten finalde cleo’nun bir freak’e dönüşmesi ile bir şekilde bu döngü tamamlanıyor.

    2-yabancılaşma: filmin en büyük kuvvetinin izleyeni yabancılaştırmasındaki başarısı olduğunu düşünüyorum. ilk 20 dakika boyunca karakterleri tanıyoruz ve bu kadar çok şok edici insanı bir arada görmek filmle aramıza mesafe koymamızı sağlıyor. tod browning bu noktada doğru bir seçim yaparak, alışkın olabileceğimiz cüce hans karakterini öne alıyor. (çift cinsiyetli çocukla ya da sakallı kadınla aynı derece empati kurabileceğimizi sanmıyorum.) bu yabancılaşma o kadar vurucu bir şekilde oluyor ki, bu insanların başka bir gezegende yaşadığını düşündürüyor. çünkü onlar anomalilerini kabul edeli yıllar olmuş ve çok doğal bir şekilde yaşamaya, konuşmaya, sevinmeye, üzülmeye devam ediyorlar. filmin lanse edildiği gibi bir korku filmi olmadığı aşikar. daha çok tüylerini diken diken eden bir film, bunu da tamamen bahsettiğim yabancılaştırma tarzı ile yapıyor. hamile bir kadın için kabus haline gelebilirken, gerçekten bu ucubelerin içindeki ruhu görebilen izleyiciler için gülümsenerek izlenebilecek bir film aslında.

    3-öteki: dışlanan ucubelerin dünyası homojen değil elbette; 2’si iyi, 2.’si kötü denebilecek 4 sağlıklı karakterimiz bulunmakta. bunların çok derin karakterler olduğunu söyleyemeyiz, ama bu ucubelere verilebilecek en doğal tepkileri görmemiz adına çok yerinde tespitler yapıyorlar. üstelik “öteki”nin kendisini oluşturuyorlar film boyunca. ucubelerin krallığında, yapacakları hatalar hayatlarına malolabiliyor. normal bir toplumda bir insanı öteki yapabilecek her tür şey (bir kültür, bir hastalık, cinsel yönelim ya da sadece sevilen bir müzik grubu belki de) ortak bir çatı sağlar. genelde öteki'nin çevresinde “garip” olarak görülmesine neden olabilecek bu özellik, bir gün kendisi gibi insanları bulması ile bir güç haline gelebilir. bir bakıma öteki olmak, insanların örgütlenmesini sağlar. bu filmde de ucubelerin, aslında iyi niyetli, sevilebilir insanlar olduklarını, ama hayalkırıklığına uğradıklarında nasıl bir araya gelip terör estirdiklerini adım adım görüyoruz. bir nevi x men hikayesi.

    sonuçta ilginç olan biz insanların ötekine bu denli yabancılaşmış olmamız herhalde. halbuki o kadar da fantastik karakterler değil bunlar, özellikle türkiye’de çok sık bir şekilde görülen genetik bozukluklar. maymun gibi bir bebek doğurduğu için, boğmaya çalışan annelerin çocukları. insanı, insan yapan nedir sorusuna pek yaratıcı cevaplar vermiyor film. ama ötekiye karşı hoşgörüyü öğütlerken, aksi durumda olabileceklerin ufak bir şemasını çiziyor. sürekli azınlık sorunlarının yaşandığı günümüzde herkesin bir göz atması gerektiği kesin.

    (filmin kesilmiş pek çok sahnesi olduğu her yerden belli [60 dakika bile sürmüyor], keşke o karakterleri daha doya doya, derinlemesine görebilseydik. örneğin çift cinsiyetli çocuğun hercules’e aşık olması, onu gözetlemesi, ortalarda ondan yumruğu yemesi gibi ufak bir yan hikaye var ama bir yere bağlanmıyor. bağlanıyorsa da filmden çıkartılmış. sonunun filmden kopuk çekildiğini belirtmek gerek. dvddeki ekstralarda alternatif sonlardan bahsediyor. filmin birkaç 10 yıl boyunca yasaklanmış olması ve aslında bir hollywood stüdyosunda çekilmiş olması da garip ayrıntılar. tod browning’in özürlü amatör oyunculardan bu denli iyi bir performans alabilmiş olması da inanılmaz.)

    (edit: ayrıca filmin orijinal sonundan çıkartılmış bir sahneden bahsetmeden edemeyeceğim. bu sonda hercules bir şov için incelmiş sesi ile şarkı söylemektedir. ucubelere tarafından hadım edilmiştir. filmdeki karakterinden tahmin ettiğimiz üzere, belki de kendisi için en değerli olan parçasını kaybetmiştir. diğer yandan cleopatra da belinden aşağısı kaybettiği için benzer bir şey düşünebiliriz.)
76 entry daha
hesabın var mı? giriş yap