274 entry daha
  • hava hafif kararmıştı. günün aydınlığı yerini karanlığa bırakıyordu. üç katlı apartmanın önündeki sokak lambası yandı. bu bahçesi küçük apartmandan zayıf bir çocuk çıktı. apartmanın bahçe içindeki beton yoldan ilerledi. daha sonra bir sıçrayışta yan bahçe duvarına çıktı. duvar bahçenin en büyük ağacı olan ıhlamur ağacıyla, sokak lambası arasında çok büyük bir çöp odasına dönüşüyordu. çocuk bu üstü düz beton zemin üzerinde durdu. biraz bekledikten sonra sokağın karşısındaki üç yüksek apartmana doğru ıslık çaldı. sokak tren yoluna paralel ilerlemekteydi. tren yoluna bakan bütün binaların çok büyük bahçeleri vardır. tren yoluna inen toprak yolun yanında perili ev dedikleri iki katlı bir ev bulunmaktaydı. bahçenin köşesindeki odunluk mahalle afacanlarının toplantı merkeziydi. işte o üç yüksek apartmanda bu evin yanında sıralanıyordu. toprak yolun diğer tarafında mahalle bakkalının bulunduğu üç katlı apartman ve ondan sonra beşer katlı apartmanlar dizilmişti. bu tren yoluna paralel dizili binaların karşısında ise ilkokul bulunuyordu. ilkokulun sırtı bu sokağa baktığı için sokağın bu tarafında taştan bir duvar ve üzerinde çirkin ilkokul duvarı yükseliyordu. ilkokulun yanındaki toprak yol sokağı üst caddeye bağlar, bu toprak yolun öbür köşesinde ise ıhlamur ağaçlı ev bulunurdu. ihlamurun oradan gelen ıslığın ne demek olduğunu bilen iki çocuk bir süre sonra perili evin yanındaki apartmanlardan çıktı. üçü birden okul duvarının önüne yürüdüler ve bakkalın yanındaki apartmanlara ıslık çaldılar. kılavuzkarga bakkalın yanındaki apartmanın en üst katında oturuyordu. evin tek çocuğuydu. o akşam ailesiyle oturmuş yemek yerken arkadaşlarının ıslıklarını duydu. babasına baktı. babası sadece, "fazla geç kalma" dedi. kılavuzkarga merdivenleri hızla indi, ve apartmanın kapısından çıktı. apartmanın dış balkonunda durdu. karşı apartmanın dış balkonunun altındaki daireye baktı. mutfak penceresinden gördüğü yaşları yakın iki erkek çocuğa, gelmiyor musunuz gibi işaret yaptı. bu çocuklardan büyüğünün adı alpay küçüğünün adıysa altan’dı. ikisi de mahallenin en çok şikayetçi olduğu ve bununla beraber babasından en çok dayak yiyen çocuklarıydı. kılavuzkarga'yı gören alpay kaşıyla babasını gösterdi. babası masadan kalkıp oturma odasına gidince onlarda annelerinin yanaklarından öptüler ve sessizce ayakkabılarını giymeye başladılar. ilk altan evden fırladı ve otomatı yakmadan karanlıkta hızla merdivenleri tırmandı. tam apartmandan çıkacakken büyük bir gürültü koptu. altan her zaman açık duran fakat nedense o gece kapatılmış dış çelik kapıyı görmemişti. alpay kardeşini yerde bulunca kapıyı açtı ve onu babası gelmeden oradan uzaklaştırdı. altan yolda ağlamaya başladı. hep beraber onu sokak lambasının oraya ıhlamur ağacının yanına götürdük. kapının demir işlemelerinden bir çiçek şekli altanın suratına çıkmıştı ve bu izden kanlar süzülüyordu. alpay ile altan çok zayıf çocuklardı. ikisinin de vücudunda yanık izleri vardı. çok küçükken gençlik parkında üzerlerine semaver döküldüğünü söylüyorlardı. alpay çetenin en büyüğüydü. çevredeki meyve ağaçlarının yerlerini çok iyi bilirdi. ıhlamur ağacının bulunduğu evden çıkanın adıysa fikret’ti. fikret’in ıslık çalınca dışarı çıkan ilk iki çocuksa cem ile anıl’dı. alpay hariç hepsi karşılarında ki ilkokulun beşinci sınıfına gidiyorlardı.

    bi süre sonra bütün çete ankara tıp fakültesi hastanesi’nin karşısında ki nöbetçi eczanede altan’a yapılan pansumanı izliyorlardı. burada o kadar çok eczane vardır ki bir gecede birden fazla nöbetçi eczane bulabilirdiniz. eczaneden çıktıklarında kurtuluş parkına doğru gitmeye karar verdiler. alpay badem ağacı olan bir yer bildiğini ve çok iyi çağlalar olduğunu söyledi. yolda giderken alpay geçen sene o bahçeye daldığından, komiser olduğunu iddia ettiği bahçenin sahibinin de ona ateş ettiğinden bahsetti. çocuklar buna inanmadı. zaten alpay’ın çok yalan hikaye anlattığını herkes bilirdi. ama bu onları çok güldürdüğünden inanmadıklarını söylemezlerdi. yürürlerken fikret aniden durdu ve, "manava bakın nerede uyuyor" dedi. manav sadece kepenk indirmişti ve içeride uyuyordu. bunu gören altan ile alpay dört beş domates çaldılar. artık oradan domates çalmak bir cesaret gösterisi olmuştu. bir süre sonra kilavuzkarga hariç herkes domateslerini çalmıştı. kilavuzkarga tam bir domates almaya kalkıştı ki manav hareket etti. bu durum diğer çocukları da korkutmuştu. hepsi birden eve doğru kaçmaya başladılar. sonra kaçmalarının anlamsızlığını keşfettiler ve durdular. fikret nefes nefese, bu domatesleri ne yapacağız, diye sordu. altan, tabi ki yiyeceğiz dedi. fakat çetenin reisi domateslerle yapılabilecek eğlenceli bir şeyler bulmuştu.
    alpay : otobüsün camlarına atalım.
    cem : ne ?
    alpay : belediye otobüsünün camlarına atalım. anıl : niye böyle bir şey yapalım ki ? alpay : kurtuluş orta okullunda kar yağdığında çocuklar ne yapar biliyor musunuz ? anıl : otobüslere kartopu mu atıyorsunuz ?
    alpay : evet, bu çok zevkli. sonra bütün çocuklar eski leyland otobüslerin çok yavaş tırmandığı hastane önünde ki yokuşa gittiler. orada ki bir apartman duvarını kendilerine siper yaptılar. çok geçmeden kurban ağır ağır yokuşu tırmanmaya başladı.

    bir reklam: leyland otobüsler en son alibeyköy hattında çalışıyorlardı. dayım belediyede şoför oradan biliyorum. dayım derdi, onların yokuşta ağır kaldığına bakma düz yolda mersedesi bile solluyorlarlar. bi keresinde taksim de bunun kapısında bekliyorum. şoför geldi otobüsü çalıştıramadı. bi türlü marş basmıyor. beni çağırdı, evlat şuna sürekli marş basabilir misin, dedi. kendide yangın söndüreceğini alıp otobüsün ortasına gitti. ben marş basarken o da ortada ki kare şeklinde ki kapağa yangın söndüreceğinle hızlı hızlı vurdu. ve inanır mısın otobüs çalıştı.

    kaldığımız yerden devam-
    alpay : ben üç deyince domatesleri fırlatacağız.

    ama kilavuzkarga çok korkmuştu. altan’dan aldığı bir domatesi otobüse fırlattı ve kaçmaya başladı. bu bütün çocukların ellerindeki domatesleri fırlatmalarına neden oldu. otobüsün ön camı kıpkırmızı olmuştu. panikleyen şoför, otobüsü durdurmuş koluyla da yüzünü kapatmıştı. alpay dışında herkes yan sokaktan aşağı doğru koşmaya başladı. en son alpay bağırarak koşmaya başladı, “ kaçın otobüsten bir sürü polis çıktı ! ” . on dokuz mayıs stadında düzenlenen gençlik bayramı geçit törenine katılan polis koleji öğrencileri provadan dönüyorlarmış. şans bu ya bizim çete onları mıhlamış. kilavuzkarga ilk koşan olma avantajını cem’e kaptırmıştı. daha sonra altan ve fikret onu geçti. yokuş dört yol ağzına geldiğinde cem sola altan ile fikret sağa döndüler. kilavuzkarga ne tarafa doğru koşacağını şaşırdı. ve bu kararsızlıkla dosdoğru giderek oradaki düğün salonunun park yeri olan çıkmaz sokağa girdi. bir çöp bidonunun arkasına saklandı. yokuştan, hala polisler diye bağırarak inen alpay’ı gördü. hemen arkasında onlarca polis koşuyordu. polisler alpay ve anıl’ın peşinden koşmaya devam ettiler. arkadan gelen bir grup ise öbür yöne doğru koştular. hiçbirisi kilavuzkarga'nın oturduğu sokağa yönelmemişti. çünkü meydandan sokağın sonu gözüküyordu. kilavuzkarga hem sessizce nefes alıp veriyor, hem de korkudan titriyordu. gözlerinin önüne filmlerdeki hapishane sahneleri geldi. hiç geçmeyen dakikalar onu korku dolu kabuslara sürüklüyordu. bir ara ailesi aklına geldi ve gözleri doldu. ağlamamalıydı. ayağa kalktı. soğuk kanlı bir şekilde köşeyi döndü. arka caddelerden dolandı. tren yolundan perili evin bahçesindeki kömürlüğe girdi. içerisi çok karanlıktı. altan : allah kahretmesin, sen miydin kilavuzkarga ! kilavuzkarga’nın gözleri karanlığa yeni adapte olmuştu ve alpay hariç herkesin orada olduğunu fark etti.

    kilavuzkarga : alpay nerede ?
    altan : abimi yakaladılar. abim koşarken düşmüş.
    anıl : onu polisler götürdü.
    cem : alpay abi bizi kesinlikle gammazlamaz.
    anıl : peki altan ne olacak ?

    altan anıl’ı itekleyerek, bende kimseyi gammazlamam tamam mı ? dedi. daha sonra diğerlerine döndü ve “ söz hiçbirinizin ismini söylemeyeceğim ! hadi şimdi evlerimize dağılalım ! diye büyük bir insan edasıyla nutuk attı. abisinin yerine çete reisliğini üstlenmek gibide bir tavır sergiliyordu. altan kilavuzkarga’la birlikte, tren yoluna paralel ilerleyen patikadan ilerledi. kilavuzkarga’nın oturduğu apartmanın arka bahçe duvarına kadar konuşmadılar. kilavuzkarga duvarı tırmandıktan sonra sargılar içindeki altan’ın suratına baktı ve , çok korkuyorum , dedi. altan, korkma bak ben korkuyor muyum , dedi. kilavuzkarga daha sonra apartmanlarının dış balkonuna tırmandı. merdivenleri tırmanırken eve hiçbir şey olmamış gibi nasıl gireceğinin hesaplarını yaptı. kapıyı annesi açtı. kilavuzkarga annesinin yüzüne bakmadan, ben yatıcam , dedi. odasına girdi ve kapıyı kilitledi. pijamalarını giydi. çalışma masasının üzerindeki müsvedde kağıdına bir şeyler yazmaya karar verdi. “ bu gün hayatımın en kötü günü. bundan sonra hiç iyi bir çocuk olamayacağım.” müsvedde kağıdından bu yazının bulunduğu kısmı kopardı ve en çok okuduğu şiir kitabının içine koydu. sonra yatağına yattı. çok yorgundu lakin uyuması imkansızdı. yarım saat sonra kapı çalındı. babası kapıyı açtı. karşısında polisi görünce şaşırdı. polis : kilavuzkarga üç'ün evi mi ? baba : evet, benim oğlum. polis : bizimle karakola kadar geleceksiniz. baba : ne oldu ? polis : komiser bey size durumu anlatacak. o sırada kilavuzkarga’nın annesi dış kapıya yaklaştı. anne : ne olmuş fuat ? polis ne istiyor ? kilavuzkarga'nın babası sakin mizaçlı bir insandı. fakat annesi durumu hiç iyi karşılamadı. ortalığı velveleye vermekte de üstüne yoktu. çevreye rezil olacakları ve el alemin çocuklarının uslu yaşantısı hakkında yüksek sesle bir konferansa başlamıştı. bu sırada kilavuzkarga'nın babası odasının kapısına kadar geldi. kapının kilitli olduğunu görünce kapıya doğru eğilip, oğlum bak karakoldan çağırıyorlar, dedi. kapıyı açtı. üzerine elbiselerini giymişti. babası sakin bir sesle, insan eve geldiğinde ne olduğunu anlatmaz mı , diye sordu. beraber evden çıktılar. karakola gittiklerinde bütün çetenin orada olduğunu gördü. polis kılavuzkarga'yı onların yanına götürdü. kilavuzkarga'nın babasına ise komiserin odasına girmesini söyledi. kapı açıldığında velilere doğru konuşan ve bağıran komiserin sesi geldi. alpay’ın kolu sargılıydı. eğildi ve, domatesleri çalmadıklarını evden getirdiklerini söylemelerini istedi. birde hırsızlıktan hapis yatamazlardı. bi süre sonra veliler dışarı çıktı ve polis çeteyi komiserin odasına soktu. bütün çocuklar teker teker sorguya çekildi. ciddi bir sorgulamaydı. polis daktilosu takır takır çalışıyordu. komiser yarın sabah ne ceza verileceğini açıklayacaklarını söyledi. hepsinin benzi sararmıştı. bacakları titriyordu. komiser, şimdi yıkılın karşımdan deyince, hepsi dışarı çıktı. babaları dışarıda onları bekliyordu. ertesi gün sabah erkenden bütün çocuklar bayramlık elbiselerini giydiler. ihlamur ağacının altında toplandılar. alpay ve altan’ın yaralarına yenileri eklenmişti. fikret’in suratında da bir tokat izi vardı. ağızlarını bıçak açmıyordu. karakolda onları başka bir komiser karşıladı. komiser, demek dün ortalığı karıştıran yaramazlar sizlerdiniz ha ! dedi ve gülmeye başladı. demek otobüslere domates atıyorsunuz ha, dedi ve gülmeye devam etti. gülmesi birden kesildi ve , şoför neredeyse kalpten gidiyormuş ; adam sizi terörist sanmış, dedi. en sonunda ciddileşti. ayağa kalktı ve, çabuk okullarınıza, diye bağırdı. o ana kadar suçlarını kabullenmiş tüm çocuklar, komiserin ne demek istediğini anlamadılar. komiser en son, ama bir daha sizi burada görürsem, o zaman yakarım çıranızı, dedi.

    iki hafta sonra:
    kilavuzkarga: yine karakolun oradan geçiyorduk. iyi futbol oynayan fikret, ayağımla bu şişeyi çöp bidonuna atabilir miyim , diye sordu. ben de atamazsın dedim. oda şişenin sivri ucuna bastırdı. şişe hafif parende atarak yükseldi. fikret’te böylece şişeye vurdu. şişe çöp bidonunu geçti ve karakolun önündeki kaldırımda patladı. karakolun önündeki nöbetçi polis korkudan silahına sarıldı. hızla oradan uzaklaştık. ondan sonra karakolun önünden bir daha hiç geçmedik. hatta fikret ortaokula giderken bir iki sene karakolun arka sokaklarından dolanarak okula gitmiş.
81 entry daha
hesabın var mı? giriş yap