12 entry daha
  • film. werner herzog** ile klaus kinski'nin** ilk bulusmasi.
    (bkz: this is the beginning of a beautiful friendship)

    kinski:

    “aguirre’nin sakat olması gerektiğini söylüyorum herzog’a, çünkü aguirre’nin kudreti dış görünüşü ile ilgili olmamalı. kambur olmalıyım. sağ kolum sol kolumdan uzun olmalı; sol kolum öyle kısa kalmalı ki, (biliyorsunuz, solağım ben) kılıcı göğsümün sağında taşımak zorunda kalayım, kalça hizasında değil. (…) sakat olmalıyım, öyle istiyorum çünkü. (…) güzel olmak istersem, güzel olurum, aynı şey. çirkin. güçlü. zayıf. kısa veya uzun. ihtiyar veya genç. olurum, ne zaman istersem. (…) bugün sakat olmak istiyorum; bugün, derhal, hemen, şimdi.

    “orman giderek yaklaşıyor, duyuyorum, hayvanlar, bitkiler –bunca zamandır gizlice izliyorlardı bizi. ömrümde ilk kez, geçmişten arınmış haldeyim. şimdiki zaman çökmüş üstüme, öyle ağır, geçmişi bütünüyle örtmüş. hürüm, biliyorum, tam anlamıyla hür. kafesten kurtulmuş kuşum ben, uçup gitmiş. evrene karışıyorum.

    “uzak durmaya çalıştıkça ben, herzog boka üşüşen sinek gibi, boyuna peşimde. varlığını düşünmek bile midemi bulandırıyor. yaklaştığını görürsem bağırıyorum: dur! bağırıyorum: leş gibi kokuyorsun, iğrenç herif! saçmalıklarını işitmek istemiyorum! katlanamıyorum sana! (…) timsahlara yem yapmalı onu! bir anakonda, dolanıp boynuna, yavaş yavaş boğmalı! zehirli bir örümcek sokmalı, ciğerlerini felç etmeli! zehirli bir yılan ısırmalı, beynini şişirip patlatmalı! bir jaguarın pençesi boydan boya yarsa gırtlağını, hayır, istemem bunu –hafif kalır! ateş karıncaları gözlerine işemeli, o sinsi, yalancı gözlerine; sonra da taşaklarını kemirmeli, barsaklarına kadar, yiyip bitirmeli! vebaya tutulmalı! frengiye! sıtmaya! sarı hummaya! cüzama!”

    * * *

    herzog:

    “birden kalktı, büyük ciddiyetle eşyasını toplamaya koyuldu, hepsini teknelerden birine yükledi. anladık ki, amazon kıyısındaki mutlu kampımızı terk etmeye kararlıdır. daha önce de böyle davrandığı, belki otuz, kırk, elli kez sözleşmeyi yırtıp attığı, duraksamadan köprüyü yaktığı biliniyordu. bu gidişin dönüşü olmayacaktı. son derece sakin bir tavırla yanına gittim. (yeri gelmişken söyleyeyim, silahsızdım; duyduğunuz hikayeyi sonradan kendisi uydurdu.)

    “gidemezsin”, dedim, “gidemezsin. bu film, kişiliğimizden, duygularımızdan, her şeyden daha önemli. böyle olmaz. gidemezsin.”

    “pekala da giderim”, dedi. işte o vakit: “tüfeğim var”, dedim, “kafanda sekiz mermiyle fazla uzağa gidemezsin. dokuzuncuyu da kendime sıkarım.” şaka etmediğimi anlamayacak kadar kalın kafalı biri değildi.

    “deli gibi bağırmaya başladı: “imdat! polis! yetişin!” nafile; yağmur ormanının ortasında, en yakın karakol ile aramızda beş yüz kilometre. sonradan gazetelerde asılsız haberler çıktı; efendim, o günden sonra elimde -dolu- tüfekle dolaşmışım falan... tabii ki doğru değil. nedir, hadiseden sonra hayli uysallaştı; ses çıkarmadan, disiplinle çalıştı. böylelikle, iblis terbiye edilmiş, kalıba sokulmuş oldu; delilik kadraj dışına taşmadı. filmin muhteşem finalini, kinski’nin ödlekliğine ve sezgisine borçluyuz – teşekkür ederim.”

    (bkz: mein liebster feind klaus kinski)
34 entry daha
hesabın var mı? giriş yap