3 entry daha
  • devecioglu'nun ilk romanını en cok insanın içiyle döne döne hesaplasması ve bir darbeyle gelen bambaşka yaşam algısına akıl erdiremeyenlerin şaşkınlığını dile getirişiyle beğendim .

    gülay'ın öyküsünün, bir darbe sonrasının acılı ve çalkantılı günlerini nasıl geçirdiği yalınkatlığında sunulmaması ne güzel. ruhunu lime lime ettiği anlaşılan tüm işkencelere rağmen, takıntı yapmadan, ötüşüyle dile gelen kuşuna, o da anlasın diye yakın bulduğu her insana çok da üstelemeden zarifçe dikkat çekişi romandaki tarza bir örnek..

    insanın iliğini donduran eziyetlerden, sorgu odalarından geçtikten sonra, hayatın, bir intikam zindanı, bir rövanş ringi, yakınlarına ha bire ceza verilen kesintisiz bir mahkeme salonu gibi değil, kendi varlığıyla -sen ve siyasetin olsa da olmasa da- yürüyen, senin soruların ve bildiklerin ölçüsünde açıklamalarınla katılabildiğin, maceralı bir seyahat olarak resmedilmesi tertemiz bir esinti gibi.

    "bu işte bir yanlışlık var mıydı ki, bir kaç yılda, bildiğimiz tüm ilişkiler, tavırlar, tercih ve beraberlikler altüst olabildi?" diye kendi kendine içtenlikle sormalara, ayşeğül devecioğlu, ruha düşen gölge adını takmış. zaten gölge eğretilemesiyle epeyi alışveriş ediyorsunuz. özellikle romandaki yavuz'u takip eden bir okumayla, bu gölgelerin ne çok yerde, ne kadar çeşit ve tonda varolduklarını ayırdedebiliyoruz. bu da muazzam bir renkliliği, yalnız gölgelenmeler ile yaratmanın arayışı olsa gerek. sakın hayat her birimizin, kendi farklı ışıklarından, o da gününe göre oluşan, irili ufaklı gölgelerle kavga etmesinden ibaret olmasın?
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap