3 entry daha
  • yönetmenliğini konstantin lopunsansky'nin üstlendiği 1989 yapımı bir sovyet filmi.

    andrei rublev, zerkalo ve stalker karışımı bir lezzet aldım filmden. yönetmenin, tarkovsky'den etkilendiği aşikar. ki kendisi andrei tarkovsky'nin stalker filminde asistanlığını yapmış bir isim.

    sinematografik açıdan da doyurucu bulduğum filmde, temaya uygun (post-apokaliptik) bir biçimde kullanılan kırmızı renk paleti, ses ve efekt kullanımı, yakın plan açılar öne çıkan detaylar oldu.

    diğer yandan posetitel muzeya'da yönetmen filmine varoluşçu bir açıdan bakar ve insanlığın değerlerini sorgulamaktan çekinmez. post-apokaliptik hikayede ana karakterin ruhsal yolculuğu ve dönüşümüne tanık oluruz.

    onun döküntülerden başka bir olmayan müzesinde, bir tarafta post-modern fikirlerden etkilenmiş, günlük yaşamda hedonizm peşinde koşan, materyalist, `burjuva hicvedilirken, diğer tarafta makûs kaderine terk edilmiş olmanın etkisiyle, yeraltında kutsal bir mabet inşaa edip orada mesihlerinin gelmesini bekleyeduran, toplumdan soyutlanmış, fiziksel özellikleri de farklı olan ötekilerin dünyaları en şeffaf haliyle resmedilir. bir bakıma maddi olan ile manevi olan arasındaki radikal farkları ortaya koymak istemiş lopunsansky. televizyondan modanın trendlerini takip eden burjuvaya karşılık, yeraltında dünyadan bir haber biçimde ayin yapan inançlılar.

    yönetmen, günün sonunda anlam arayışı yolcuğunda bir seyyah gibi oradan oraya sürükleyip, tükettiği ana karakterini, isa'nın attığı sessiz çığlıklara benzer şekilde karanlığın ve boşluğun içinde bırakıp, tanrı'ya dert yanan bir söylevciye dönüştürmeyi eksik etmiyor tabi.

    “ne sefil haldeyim! ne yöne gitsem? sonsuz hiddete mi, sonsuz ümitsizliğe mi? her yol cehennem bana; cehennem olmuşum kendim ve en derin çukurda açılıyor daha derin bir çukur, beni yeniden yutmaya niyetlenerek…”
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap