5 entry daha
  • ucuz şarap kokusu, tüm pencereler açık olmasına rağmen evin içine çöreklenmişti. güneşin battığı akşam saatinin, bir aşifte dudağına benzer kızıllığı, yayları gıcırdayan kanepede oturan arkadaşımın üzerine düşüyordu. karşımda oturan bu arkadaşım, o an dünyayı, hatta dünya ile beraber tüm insanların dertlerini omuzlarında taşıyan atlasın ümitsizliği ile gözlerime bakıyor, yarı aralık dudaklarında ağlamak üzere olan bir çocuğun mahsunluğu ile hayatın acımasızlığına hayret ediyordu.

    elimdeki su bardağına tekrar şarap doldurdum ve gözlerimi uzaklara, dağların tepelerin ardında usul usul alçalan güneşe diktiğimde, arkadaşım elindeki şişeyi ağzına dikip bitirmiş, daha fazla süt isteyen bir kedi gibi yalanmaya başlamıştı. evdeki muhtelif içkileri önceden saklamış olduğum için şu anda içim rahattı, belki de az sonra gider, beni de rahat bırakırdı. ben de onun ağlak yüzüne bakmamak için güneşi izleyip, bira fiyatındaki şarabı yudumlamak zorunda kalmazdım. yoksa güneşmiş, aymış, gökkuşağıymış beni fazlaca ilgilendiren şeyler değildi.

    "ne diyordum" diye devam etti ve o anda, gecenin uzun olacağını anladım. sevgilisinin terk ettiği bu garip canlı, şu anda nasıl terk edildiğini herhangi birine anlatabilecek kıvamdaydı ve nedense hayattan soğutmak için beni seçmişti. gözleri alev alev parlıyor, alkole olan susuzluğu hareketlerini kontrol etmesini güçleştiriyordu.

    "hay kara bahtımı sikeyim" diye içimden söylendim ve arkadaşıma "şu güneşin güzelliğine bak, giden gitmiş, boşver, hayat ne güzel" diye şaşırtmaca yapmaya çalıştıysam da, terk edilişini yeterince insana duyuramadığını düşünen bu beyinsiz romeo, "abi benim hayatımı siktiler, sen güneş diyorsun??" diye mutsuzluğunu kelimelere döktü, o kelimeler ses oldu kulaklarıma aktı. ellerimle tıkamakta geç kaldığım için de istemsizce yüzüne baktım. o ana kadar terk edilişinin sadece ana hatlarını anlatmış olan arkadaşım, extended versiyona geçecekti ki, "içki yok mu sende ya" diyerek buzdolabına koştu. hüzünle geri döndüğünde içimde az da olsa gene ümit vardı ama, "ben bakkaldan şarap almaya gidiyorum" diyerek tüm ümitlerimi amansız çığlar altına gömdü. "aldın ya oğlum, bak ne güzel içtik, daha alma" dedim, "çok içesim var, sen istemezsen içmezsin" diyerek kayboldu.

    kendi evimde misafir muamelesi görmek çok ağırıma gitmişti. dudaklarımı kemirerek, bakkaldan dönmeden önce kapıyı kilitleyip evden mi kaçsam diye düşündüm. bir parka falan oturur kafa dinlerdim. ama, birazdan elinde bira ve şarap şişeleriyle gelecek arkadaşımın, kilit milit dinlemeden kapıyı kırıp içeri gireceğini düşündüm. evde benim olmadığımı görünce bütün getirdiklerini teker teker içecek ve her yere kusacaktı. ne kaçabiliyordum, ne de saklanabiliyordum.

    kapı çaldı, gittim açtım, şaraplar ve arkadaşım içeri girdi ve baş köşeye oturdular. "abi ilişki resmen bir anda bitti" diyerek yarım şişe şarabı bir nefeste içti. sonra da "sana da aldım al iç" diyerek şişe öbeğinin içinden bir şişe uzattı. ayık kafayla katlanamayacağım bu sefalete karşı, bardağımı ağzına kadar doldurdum ve içtim. o anda arkadaşım "orospu" diye haykırdı ve şişeyi tekrar dikti. ben de "orospu" diye mırıldandım. o karı yüzünden, bu gece resmen ebem sikilecekti.

    "abi, bir anda ben ayrılmak istiyorum dedi ve gitti" diye konuştu. o konuştukça acı-ekşi şarabın sirkemsi kokusu ağzından yayılıp yüzüme dalga dalga çarpıyordu. "ne olduğunu anlamadım, neden gitti neden!" diye haykırarak ağlamaya başladı. teselli etmedim, zira birazdan susup tekrar konuşacak, sonra tekrar ağlayıp tekrar susacaktı.

    işkencem aynen beklediğim şekilde ilerledi. aslında çok mutlu olduklarını anlattı. yaşadıklarını, yaptıklarını anlattı. o anlatırken ben de sıkıntıdan bir paket sigara içmiş, beynime posta posta saydıran bu varlığı mümkün olduğunca az anlayabilmek için, içimden çarpım tablosunu yüzlerce kere tekrarlamıştım. ama olmuyordu, duymamaya çalışarak "yedi kere yedi kırkdokuz, yedi kere sekiz ellialtı" diye engellemeye çalışsam da, en kalın duvarları bile rahatça geçen radyasyon gibi içime ışıyor, beni, adeta telafisi mümkün olmayacak şekilde zehirliyordu.

    "acaba hayatında başka biri mi var" diyip kaşlarını çattığında, o kızı, son günlerde bir elemanla, defalarca sağda solda gördüğümü söylemedim, zira söylersem artık zaptedilemez hale geçecekti. "yok canım, ne alakası var, biraz kafasını dinlemek istiyordur, barışırsınız gene" diyerek bir vücut çalımıyla sıyrılmaya çalıştım. "yok yok, eski sevgilisiyle görüşmesine izin vermemeliydim" diyerek formamdan tutup çekti. götümden yükselen kahkahaları zorlukla bastırabiliyordum, bu kadar embesil bir insanın burnuna halka takıp oynatmak lazımdı. kız muhtemelen, izin mizin de almadan defalarca görüşmüş, sadece birisi söyler ya da yakalanırım korkusuyla da bu salağa, eski sevgilisiyle görüştüğünü söylemişti. atı alan üsküdarı geçmişti ve bu mal, giden otobüsün ardından bakakalmıştı.

    bilmemkaçıncı şişe şarabını açıp bir yudum aldı ve, o ana kadar cebren ve hile ile üzerime efkar olup yağan bu kımıl zararlısı, kusmuk olup halıya yağmaya başladı. beni bile uyutmuştu, kusuk leğenini salona getirmeyi unutmuştum. hemen kolundan tutup banyoya soktum, bir süre çıkamasın diye de dışarıdan kilitledim. hemen yerleri sildim, kalan tüm şarap şişelerini de, yarın "hepsini içtin bitirdin abi, ondan dağıttın gece" demek üzere, açıp lavaboya döktüm. kanepeye bir yastık, bir de battaniye koyduktan sonra, banyonun kapısını açarak, alnını fayanslara dayamış, horlamakta olan arkadaşımın üzerindeki son kusmukları tuvalet kağıdıyla sildim ve zorla kaldırarak kanepeye yatırdım.

    nihayet, bir nebze huzur bulabilmiştim. tek ihtiyacım, mutfaktan bardak ve buz alıp viski doldurmak ve biraz müzik dinlemekti. odamda, ayaklarımı rahatça uzattığımda, hiç bir ilişkinin aslında aniden bitmeyeceğini düşünüyordum, sevgililere yüklenen anlamlar bir anda yüklenmediği gibi, bir anda da silinemiyordu. eski sevgili, yeni tanışılan yakışıklı bir eleman ya da ilişkinin artık heyecan vermemesi, aslında ilişkiyi içten içe kemiren şeylerdi ve bunların engellenebilir, hatta kolayca fark edilir bir şey olmaması sonucunda, şu anda salondaki kanepede sızmış uyuyan mal arkadaşım gibi zavallıların üzerlerinden defalarca buldozer gibi geçiliyor, onlar da akıllandıkları zaman, ya piç oluyorlar ya da benim gibi evde viski içip müzik dinliyorlardı.

    hoparlörlerden, johnny cashin hurt şarkısı yükseliyordu. içimdeki çocuğu dinledim, salona gidip ağzı açık uyuyan arkadaşımın ebleh suratına iki tokat patlattım. "ha, ne, noluyor" diye uyanır gibi oldu, "yok bir şey, uyu sen" diyerek, usulca örtüsünü düzelttim. saliseler içinde tekrar sızdı. götüne bir tekme yerleştirip viskime geri döndüm. içimdeki çocuk, "mına kodumun evladı, evi de geceyi de skertti" diye hala söyleniyordu. "boşver" diyerek çocuğa da bir kadeh doldurdum, karşılıklı, insan gibi içtik.
100 entry daha
hesabın var mı? giriş yap