159 entry daha
  • “duygularımla hareket etmem, mantığımla karar veririm” diyenlerin stili.

    tabii duyguların kölesi olmamak, aşırı tepkiler vermemek, mantıklı bi insan olmak iyi şeyler. kaçıngan bağlananlar da bu yönleriyle gurur duyarlar genelde. haklılar da.

    ama bu sağlıklı bir durum değil. bunun normali nedir biliyor musunuz? akıldan ve duygulardan birlikte faydalanacaksın. zira duygu dediğimiz şeyler anlamsız veriler değil. beynin, içinde bulunduğumuz durumla ilgili değerlendirmeleri. bilinçaltı birtakım süreçler, “daha önce buna benzer bi durumda nasıl olmuştu? ne yaptım, bunun sonucu iyi mi oldu kötü mü oldu? ne kadar iyi, ne kadar kötüydü?” gibi çok hızlı birtakım değerlendirmelerde bulunuyor. biz bunları bilinç düzeyinde bedensel hisler olarak hissediyoruz. olay anında. düşünmeye gerek kalmadan.

    hızlı ve kesin olmayan değerlendirmeler bunlar. ama tamamen size özel. tamamen sizin kişisel tecrübelerinizi yansıtıyorlar. akılla verilen kararlar ise daha genel-geçer prensiplere dayanır. sonuçları daha kesindir, genellenebilir şeylerdir. kendi içinde tutarlıdır. ama size özel detaylar içermez. “daha önce buna benzer bi durumda ne olmuştu? ne yaptım, bunun sonucu iyi mi oldu kötü mü oldu?” diye bilinçli bi şekilde kendi kendinize sorup mantıklı cevaplar bulmaya çalışabilirsiniz. ama önce “benzer durumla tam olarak ne kastediyorum?” sorusuna bi cevap bulmanız lazım. sonucu iyi miydi kötü müydü, şimdi kime göre neye göre. şöyle şöyle kötü olmuştu ama ondan sonra da başka şeylere yol açtı onlar da iyi oldu, falan filan. böyle düşüne düşüne karar veremiyor insan kendi geçmişine bakınca. çok fazla size özel parametre var çünkü. hepsini bilinçli bir biçimde dikkate almak mümkün değil. duygusal hafızanın aksine, episodik hafızamız da pek sağlam değil zaten. özetle geçmiş olaylarla tam içinde bulunduğumuz anı düşünce düzeyinde doğru düzgün kıyaslayabilmemiz zor.

    o yüzden akılla, düşünerek ancak genel-geçer değerlendirmeler yapabilirsiniz. bulunduğunuz durumu genelleyip, objektif birtakım kriterlerle kıyaslayabilirsiniz. “bu durumdaki birinin ne yapması gerekir?” kendinize dışarıdan bakar, üçüncü bir şahıs gibi değerlendirirsiniz. bu da faydalı. bunu da yapmak lazım.

    ama duygular halihazırda bize şunu söyleyebiliyor: “valla şimdi bütün detayları tek tek sayamıycam ama içgüdülerimiz ve geçmiş tecrübelerimiz bize şunu gösteriyor ki bu durum boktan bi durum. en iyisi arkana bakmadan kaç git”. biz bu duyguyu dinlemek yerine akılla, mantıkla karar vermeye kalkarsak kaçmamak için geçerli sebepler bulabiliriz. ve hislerimiz, içgüdülerimiz bize git derken zorla o ortamda kalabiliriz. bi şeklide o durumu atlatırsın belki. o anda işe yarayabilir. ama sürekli böyle duygularını bastırmak bir defa en basitinden öngörülemeyen sıkıntılara yol açabiliyor. depresyon, anksiyete, mide-bağırsak problemleri, durup dururken gelen sebebi belirsiz iç sıkıntıları, vücutta sebebi bulunamayan ağrılar… o bastırılmış duygular bi noktada başka bi şekilde kendini gösterir. siz görmezden gelseniz de sempatik sinir sisteminiz çalışıyor çünkü. sinirleriniz alev alev yanıyor, size bi şey anlatmaya çalışıyor. bunu görmezden gelerek kendinizi uzun süre gereksiz strese maruz bırakıyorsunuz. o da patlıyor bi noktada. ayrıca karar verirken duyguları ignore ettiğinizden elinizdeki bilgilerin ancak yarısını dikkate alıyorsunuz. duyguların verdiği kıymetli veriyi çöpe atmış oluyorsunuz. baya verimsiz. ve genel-geçer durumlarda doğru olabilecek bir şey, size özel o durumda yanlış olabileceğinden sürekli kendinizi yanlış durumlara sokma riskiniz var. veya tam tersine, çok doğru durumlardan gereksiz yere kaçma riski.

    eğer kaçıngan bağlanan biriyseniz muhtemelen boktan bir çocukluk geçirdiniz. “yok yav o kadar da kötü değildi” demeden önce şunu bi düşünün: eğer sizin yaşadıklarınızı başka bir çocuk yaşamış olsaydı ne olurdu? başka bi çocuğu sizin çocukluğunuzun aynısını yaşarken hayal ettiğinizde ne hissediyorsunuz? kötü tabii. üzücü olaylar. çünkü kötü bir çocukluk geçirdiniz. yoksa neden bağlanmaktan korkasınız zaten? kaçtığınız, korktuğunuz şey esasen çocuklukta doğru düzgün yaşamanıza izin verilmeyen hisleriniz.

    çocukken yaşadığımız duygusal yoğunluğu fazla olan, sıkıntılı olaylar üzerimizde derin izler bırakıyor. zira ilk karşılaştığımız sorunlar bunlar. o sorunlu ortamla baş etmeye çalışırken, genel olarak problemlerle nasıl başa çıkacağımızı da öğreniyoruz. ileride benzer durumlarda ne yapacağınız da çocuklukta yaşadığınız bu sorunlu ortama göre belirleniyor.

    atıyorum anne-babanız kavga ediyor. ne olduğunu anlamıyor çocuk, korkuyor. gidip ayırmaya çalışıyor, ağlıyor. kavganın tarafları ise pek bi sinirliler. birbirlerini dinlemeye tahammülleri yok. belki hararetli bir anda yanlarına gittiğinizde size de bağırıyorlar. gidip bi köşede saklanıyorsunuz. demek ki ağlamak işe yaramıyormuş.

    veya anne-babanızdan biri kötü bi şey yaşadığında gelip size anlatıyor, küçücük çocukla dertleşiyor, çocuktan moral destek bekliyor olabilir. çocuk da kendi duygularını bastırıp karşıdakinin dertlerine odaklanmak zorunda kalıyodur.

    veya daha da basiti, 2-3 yaşında bir oğlan çocuğusunuz. ne zaman ağlasanız “erkekler ağlamaz” diye bastırıyorlar. belki dövüyorlar ağladığınız için. evet var böyle bi şey. ağlayan çocuğunu dövüp daha da ağlatan anne-babalar var. bilirsiniz. bu çocuklar bi süre sonra arsızlaşır. dayak da yese ağlamaz hale gelir. duygusuzlaşır.

    veya anne-babanız da duyguları önemsemeyen, aşırı entelektüel takılan, soğuk tipler olabilirler. duygusal hareket etmenin saçmalıktan ibaret olduğunu düşünüyor, sizi de o şekilde yetiştiriyolardır. duygularınızı gösterdiğinizde ödüllendirilmiyor, hatta belki cezalandırılıyorsunuz.

    bunlar gibi pek çok sebep olabilir. ortak özelliği şu: duyguları ifade etmenin bi işe yaramadığını, hatta belki durumu daha kötüye götürdüğünü öğreniyorsunuz. çocukken. daha küçücükken kafanıza kazınıyor bu. üzülmem, ağlamam, korkmam bana hiçbir fayda sağlamıyor. o halde bi sorun çıktığında o sorunun neden çıktığını anlamaya çalışayım. belki bi dahaki sefer çözerim sorunu böylece. ya da en azından olay çıkacağını önceden anlar, kendimi güvenli bi yere atarım fırtına geçene kadar.

    ve başlarsınız analiz etmeye. anne-babanızın kavgalarını analiz edersiniz mesela. nasıl başlıyor kavgalar, ne kadar uzun sürüyor, hangi faktörler bu süreyi uzatıyor veya kısaltıyor. istikrarlı biçimde kötü giden bir evliliğin çocuğu iseniz böyle birtakım patternler bulursunuz akılla, mantıkla baktığınızda. ve akıl, mantık işe yarayan tek şey haline gelir. duygular ise bi boka yaramayan, görmezden gelinmesi gereken şeylerdir artık. böylece duygularıyla değil, mantığıyla hareket eden bir insan haline gelirsiniz.

    mesela sevgilinizle kavga ediyosunuz bi sebepten. size kızgın. ilgilenmediğinizi düşünüyor. onu sevip sevmediğinizden emin olamıyor. mesaj atmıyorsun, aramıyorsun, sevgi sözcükleri kullanmıyorsun falan diyor. siz ise “bu sabah saat 10:48’de mesaj attım. önceki gün de aramıştım. ayrıca sana haftada 5-6 kez sevgilim, canım diyorum. bu ara çok meşgulüm, ona rağmen sana vakit ayırıyorum. demek ki seviyorum, ilgileniyorum. neden yeterli gelmediğini anlamıyorum” gibisinden bitakım açıklamalar yapıyosunuz. sevgiliniz daha da sinirleniyor.

    neden? çünkü yakın ilişkilerde de duygularınızı işin içine pek katmıyorsunuz. ilişkinizin doğasındaki duygusallıkla ilgilenmiyorsunuz. konuşma biçiminiz bile fazla duygusuz, rasyonel olabilir. işin içinde kendiniz yoksunuz da, dışarıdan bakıyormuşsunuz gibi konuşuyor olabilirsiniz. mesela ben geçen şunu farkettim: üzücü bi şeyden bahsediliyosa “üzüldüm” demem. “hmm üzücü bir durum” falan derim mesela. kız arkadaşımla sorun yaşadığımda da kendimi işin içine katmadan, tarafsız bir gözle durumu analiz edip bu analizin sonuçlarını paylaşırdım kendisiyle. hoşuma giden bi özelliğimdi. ama baya saçma aslında. hasbelkader buna maruz kalan taraf haline geldiğimde dank etti ne kadar soğuk ve gıcık bir şey olduğu. karma sağolsun.

    kavga ettiğinizde objektif bir durum değerlendirmesi yapmak, iki tarafın da yaşadığı duyguları görmezden gelmek anlamına geliyor. o ana, size ve sevgilinize özel olan, tamamen sizin ilişkinizdeki dinamiğe ait şeyleri görmezden gelmiş oluyorsunuz. aranızdaki ilişkiyi mantıklı bi şekilde düşünüp, bu iyi bi ilişki midir değil midir şeklinde genel-geçer, objektif değerlendirmeler yapmanın bi manası yok. ilişkide önemli olan şu: ne hissediyosun? o anda ne hissettin? karşı taraf ne hissediyor, bunu dikkate alıyor musun? falan filan. o yüzden siz ilişkilerde çok makul davrandığınızı düşünürken aslında baya saçmalıyorsunuz, farkında değilsiniz. ilişkileriniz tatmin edici olamıyorsa, veya sebebini anlamadığınız biçimde bitiyorsa başlıca sorununuz, duygularınızı işin içine katmamanızdır muhtemelen.

    duyguları işin içine katmak derken duyguları gerçekten, o anda, bedensel olarak hissetmekten bahsediyorum. yoksa “hmm şu anda bi elektriklenme oldu vücutta, sanırım kızgınım” diye duygularınızı isimlendirmekten bahsetmiyorum. bunu anlamak da baya uzun zaman aldı benim için. duyguları hissetmek ne demek ki? en son ne zaman yaptım bunu? hiç yaptım mı? nası oluyo o iş?

    bunu çözmenin yolu, boktan çocukluğunuzla hesaplaşmaktan geçiyor. bu da maalesef acı verici bir süreç. psikoterapi bu açıdan faydalı olabilir. nihayetinde yapmanız gereken şu: siz çocukken o boktan olaylar başınıza geldiğinde kendinizi savunma mekanizması olarak duyguları görmezden gelmeyi öğrendiniz. tam da o anlara dönüp, o an yaşadığınız fakat bastırdığınız duyguları doya doya hissetmeniz lazım. zira yanlış olan sizin o anki duygularınız değildi. yanlış olan, bir çocuğun öyle bir ortamda bulunmasıydı. o an, o şartlarda o duyguları bastırmak işinize yaramış olabilir. ama artık çocuk değilsiniz. o kadar savunmasız, o kadar başkalarına bağlı değilsiniz. artık duygularınıza, içgüdülerinize güvenebilirsiniz.

    anne-babanız belki berbat insanlardır. belki de değillerdir, çok iyilerdir aslında. o boktan durumları neden yaşadığınızı düşününce bitakım mantıklı gerekçeler buluyor olabilirsiniz. anne-babanızı, neden öyle yaptıklarını anlıyor olabilirsiniz. onları anlamak, geçerli sebepleri olduğunu bilmek, yaşadığınız acıları anlamsız kılmıyor. bir insan son derece iyi niyetle, veya engellenmesi mümkün olmayan birtakım sebeplerle size yanlış bi şey yapabilir. bu durumu anlayabilirsiniz. ama bu canınızın acıdığı gerçeğini değiştirmiyor. yaşanan durumun sebebi ne olursa olsun, hissettiğiniz acı haklı bir acı. bunu kabul edin ve yaşadığınız acılara sahip çıkın. bırakın o çocuk haliniz doya doya ağlasın.

    bağlanma stilinizi değiştirmenin tek yolu bu maalesef. kolay gelsin.

    not: sarsıntılı bir ruh halindeyken oturup psikoloji ile ilgili şeyler okumayı, konu hakkında youtube videoları izlemeyi severim. sakinleştirir, rahatlatır genelde. yaşadığım durumu isimlendirmeyi sağlar zira. yine böyle bir anda şu videoya denk geldim. baya sarstı, düşündürdü. bu yazdıklarım da çoğunlukla kadının anlattığı şeyler. orijinalini izlemek isteyen olursa bakabilir.
37 entry daha
hesabın var mı? giriş yap