163 entry daha
  • bundan iki sene önce çanakkale/biga'da öğrenciyim. öğrencilik malum. yaz okulunda para lazım. girdim bir fotoğrafçıya. "abi" dedim "ben düğünlerde falan kameramanlık yaptım istanbul'da. burada da iş olursa, elemana falan ihtiyacın varsa ara beni." "tamam" dedi. aradı sonra. utana sıkıla "seni çalgıcılarla işe gönderecem gider misin?" dedi. "tabi abi sevinirim hatta" dedim. fotoğrafçının önüne gittim. 17 l * plakalı bir kırmızı bir kartal geldi. yeni patron "aha geldi seninkiler atla arabaya" dedi. işte ben hüseyin badem ile o gün tanıştım.

    o zamanlar daha klarnet çalmayı denemediğinden keman çalıyordu. düğünden önce millet ısınsın diye dünyanın en bozuk ses sisteminde bağırtılan demet akalın eşliğinde, kendi düşüncelerini bile duyamayacağın bir gürültüde, kenara oturmuş kemanını akort ederken yaklaştım yanına. " abi sen deli misin? nasıl duyuyorsun da akort yapıyorsun?" diye bağırdım kulağına. " o beni duyuyo beyaa" dedi. sıcaktan ve fazla kilolarından dolayı zaten zar zor aldığı nefesini benim sorularıma harcamasın diye başka da soru sormadım. neyse. millet biraz oynadı falan. sonra bizi bir pikabın römorkuna doldurdular. ormanlık bir alanın içindeki bir çeşmenin başında kız ve erkek tarafı karşılaşacak. köyden çıkana kadar oynak havalar falan çaldı bunlar. sonra bizim kemancı başladı klarnetçi ile o zamanlar hüsnü şenlendirici'nin ikinci baharını yaşattığı ah istanbul istanbul olalı şarkısını çalmaya. yoldan geçen araçların, rüzgarın ve römorkuna oturduğumuz pikapın sesine rağmen sabahın onunda gözlerimi doldurdu bu iki adam. " üzülme bea, istanbul'da bir bok olsa herkes sığardı oraya" dedi hüseyin abi. "rakıyı açın çok sıcak oldu beya" diye de ekledi.

    düğünde bir tane kız geldi kameranın önüne durdu. şişmanca da birşey. tüm kalabalığa yönelmiş kamerayı göstererek "sen hep beni çekiyorsun" dedi bana. "hayır ne alakası var ben hep oynayanları çekiyorum. size öyle gelmiştir" dedim. gitti bu. hüseyin abi çağırdı beni. "ne diyo o bea?" dedi. "böyle böyle hep beni çekiyorsun diyo abi" dedim. "kancık o beya. sikseydim kraliçeyi sikerdim deseydin ya bea" dedi.

    bitti düğün. geceyarısı oldu. ebesinin nikahında bir köydeyiz. herkes gitmiş. bir tane sarhoş kalmış. çalgıcılara sarıyo. "çalın" diyo a.k. "sabaha kadar çalın." şarkı başına da 1 lira falan atıyo. neyse bizimkilerde çaldılar falan. bi yarım saat uğraştık adamla. tam hazırlandık gidecek olduk. bir araba geldi. "gelin abiler düğün daha yeni başlıyo ne toparlanıyorsunuz?" dediler. "rakı var mı?" diye sordu hüseyin abi. "var" dediler. gittik bir çeşme kenarına. vereyledik rakının gözüne. çalıyorlar bir yandan. içiyorlar başka bir yandan. ocağımıza incir ağacı dikildi. sabah kırmızı kartalı köy yolarında ralli şoförü edasıyla sürerken arka koltuktan keman sesi gelmeye devam ediyordu. deniz kenarına çektik. güneş doğarken şahmelek'de denize girdik. sanıyorum hayatımda en çok güldüğüm gece o gecedir. bir daha da tanıştığımın ilk günü bu kadar kaynaşacağım ve eğleneceğim başka bir insan topluluğu ile karşılaşacağımı hiç düşünmüyorum. en çok içtiğim gece oydu ama ondan eminim. sonraki üç gün boyunca kafamda biri rakı şişesine açtığı delikler ile istanbul istanbul olalı çaldı çünkü. efkarlandıkça da "bu kez pek bi afili yalnızlık beyaaa" diye nara attı.

    tüm bunları neden anlattığımı filmi izleyenler iyi anlamıştır. filmi izlememiş olanlar için ise yukarıda yaşadıklarıma yakın bir maceranın sinemalarda sizi beklediğini söylemekten çekinmiyorum.

    filmi izlerken hissettiklerimi kenara bırakarak film hakkındaki düşüncelerimi de yazayım. buyurun spoiler sofrasına. rakı da var.

    --- spoiler ---

    trakya ağzı denen olay budur işte. bir türk filminde en son ne zaman hiç sırıtmayan bir aksan izlediğimi artık rahatça söyleyebilirim. taaa 1996 ya gidip şener şen'i hatırlamama gerek kalmadı.

    istanbul'a gelen birisi için adres bulmanın, yol sormanın adeta bulmaca gibi gösterildiği tüm o dizilere ve filmlere nazire yaparcasına tek başına nereyi ararsa bulan hüseyin çok iyi düşünülmüş. ayrıca ben de 30 yıl önceki birini arasam önce elimdeki adrese, sonra oranın yaşlılarına, sonra muhtarlığa, karakola, nüfus müdürlüğüne falan giderim.

    ramiz abi'nin at sevdasına hasta oldum. evdeki tüm tabloların at temalı olması çok güzel bir ayrıntıydı. ayrıca ramiz abi'nin telefonu masanın üzerinde titrerken çerez kasesinin içinde karınca yürüyordu. demek ki birileri "abi bekar adamın evinde, yaz günü, bırak çerez kasesini, kirpiğine bile karınca yürür. kalsın o bir daha çekmeye gerek yok" demiş. bunu diyen adamın alnından öperim. ya da bu at temalı fotoğrafları koyan sanat yönetmeni arkadaşımız "yaz günü çerez kasesinin içinde karınca olur abi. daha deminkini karıncasız çekmişiz. şimdi arkadaşlar karınca getirdi bir de onla çekelim" diye bir şeyler demiş olabilir. işte o adamın da her yerinden öperim.

    demet akbağ'ın oynadığı karakteri biraz karikatürize bulduğumu söylemem gerek. adı, vücudunu cömertçe sergilemesi, küfürbazlığı, parlak taşlı aksesuarları, kıyafetleri, dişleri ve hareketleri ile son zamanlarda sıkça rastladığımız ve neredeyse stereotip bir karakter oluşmuş.

    taksinin kaza yaptığı sahnede arabadan inen herkesin boyaya basmadan önce de ayakkabılarının altı beyazdı. "sahne kaç seferde çekildiyse artık ayakkabıların altını silmekten sıkılmışlardır" iyimserliğini yaşayacak kadar sevdim filmi. * ya da boyacıdan utanıyorum. bilemiyorum.

    hüseyin badem'in çalgıcı arkadaşları arasında alican yücesoy ve caner alkaya olması bana devam filmi için umut verdi bak. diğer oyuncunun ismini internetteki uzun aramalarıma rağmen bulamadım. ki kendisi kurtlar vadisi hastası gergin adam rolünde harika bir iş çıkartmış. geyikli saz heyetine saygılar.

    geminin kayığa çarptığı sahne olsun, yunus atladığı sahne olsun "hey mübarek hayvan balık çeviriyo balık." dedirtmiştir onca romantik ortama rağmen. efektler diyorum. gayet şukela.

    sözün özü: salih kalyon'un dişleri, gitarcının hikaye ile hiç alakası olmayan kırık bacağı - ki gerçek hayatta da insanların bacağı kırılabilir-, peynircinin hacı babası, ali savaşçı'nın oynadığı psikopat karakterin gazeteye sarılı bira kutusu ve temprası gibi muhteşem detaylar ile dolu aynı zamanda gerçekçi ve akıcı diyaloglar ile bezeli bir filmdir. tam cinayet işlendiği anda içeri girerek şahit yazılmasından korkulan karakterlerimiz filmin gerçekçiliğini zedelese de çatışmadan kaçarken "ramiz abi babamı bulduk" lafına "sıçayım babanın şarap çanağina" cevabını veren bir filmdir.

    --- spoiler ---

    gitmeyin bu filme. alın rakınızı. sizi en çok güldüren ve eğlendiren arkadaşınızı da çağırın. sesi güzel bir başka arkadaşınızı da alın giderken. bir de klarnetçi bulun 100 lira attın mı gelir sizle günübirlik. çekin çanakkale kıyılarında bir deniz kenarına. ama yok ben bunların hepsini yapamam derseniz bu filme gidin.
130 entry daha
hesabın var mı? giriş yap