4 entry daha
  • cemal'in iç konuşmaları/ıı

    odamın penceresi yok -daha iyi-
    kendime bakıyorum ben de
    kendimden sarkmış kollarıma
    kendimden damıtılmış gözlerime
    -bakmıyorum, duyuyorum onları sadece-
    böylesi iyi, çok iyi
    kapıyı kilitledin -kapımı-
    salonda gürültüler, ut sesleri
    muhibbe gelmiş olacak burgaz'dan
    birkaç kere gördüm
    şişmandı çok, beyazdı
    saçları mavi gibiydi -öyleydi-
    maviler saçları gibiydi
    açık denizlere benzerdi
    ve yüzü
    ibrişimlerle dolu
    gizemli bir dikiş kutusuydu sanki
    geçen yaz denize girdiğim günler..
    anımsıyorum
    ne vardı ortalıkta maviden başka
    sadece bir martı -o da maviyle beslenen-
    gördün mü demiştim kendi kendime
    mavilik de çocukluk gibi
    unutulmayacak hiç.
    evet, muhibbe
    parası bitince gelir bize
    bir iki gün kalır gider
    sabahtan akşama ut sesleri
    rakı sofraları
    yüzünde, göğsünde, ellerinde
    dışa kaymış ibrişimler
    ek: bir fayton sesinin sessizliği de
    ölümü anımsatan bana
    ölmüştü -büyükannemdi-
    ölü yıkayıcılarını görmüştüm ilk defa
    dudakları yemyeşil biri
    -karıştırıyor muyum yoksa
    bir sirk afişindeki adamla-
    seslenmişti, anımsıyorum
    hiç değilse pedikürlerini silin!
    sonbahardı.
    odamın penceresi yok -iyi ki yok-
    konuşuyorum kendimle
    cemal! herhangi bir mevsim anımsar mısın
    yaz aylarının dışına kaymış
    biraz
    içinde sevgilerin soluk aldığı
    anımsar mısın
    ve yazlar yuvarlak mıdır cemal
    oval mıdır
    çizgi çizgi midir yoksa
    herkes bir yerlere gider
    bir yerlerden gelir de ondan mı
    gelinciklerle tuzlu suyun sevişmesi miydi
    ne dedin
    sen öyle bir yere gittin de ondan
    geçen yaz
    sürdün dudaklarına gelincikleri, sürdün sürdün
    iri bir ruj lekesine benzetinceye kadar

    sonra da öptün kendini, öptün öptün
    orası neresiydi, unuttun şimdi
    adsızlığa çok yakışan bir yerdi.
    akşamüstlerinin bir çıtırdısı vardı cemal
    var mıydı
    belli belirsiz -anımsar mısın-
    bir atlıkarınca gibi dönüyordu deniz
    gündoğusundan günbatımına
    aynaya baktındı durup dururken
    oteldeki büyük aynaya
    gözbebeklerin kırmızıydı -bir an-
    dönüyorlardı boyuna
    çıkarıp attındı onları
    denize attındı, anımsa
    bir çift balık olup geri döndüler
    ruhundaki külleri yaktılardı.
    ut sesleri kesildi, iyi
    uzaklarda bir fıstık çamı yarıldı ortasından
    bir kuş ölüsü düştü -sanki-
    bölündü sesler de
    bir faytonun sessizliği de bölündü
    dudaklarını açtın kapadın
    çekilmiş ağlardaki balıklar gibi
    birden gelinciklerle doldu dünyan.

    insan iki kişi olmalı, değil mi
    en azından iki kişi
    sen yalnızsın
    yalnızlığın her zamanki ikindisi.

    (yürüyorum yürüyorum otlarımın üstünde
    ezile ezile ben
    bir şeyi ilk defa duymanın belirsizliğim
    yavaşça ataraktan üstümden.)

    edip cansever
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap