5 entry daha
  • klasik filologun çalışma koşulları, çalıştığı materyalin niteliğinden ötürü zordur. çünkü incelediği metinler her şeyden önce "elimize ulaştığı kadarıyla makul kabul edilenlerden derlenmiş olan", en fazla 2500 en az 1600 senedir işlenen, eksiklikleri tartışılan ve bu hususta farklı görüşler öne sürülen metinlerdir. teubner'inki gibi farklı edisyonlar, 18. yy. sonrası bilimleşmiş bir sahada çalışan klasik filologların gayretkeşlikleri neticesinde ayıklanarak oluşmuştur.

    edisyon derleyicisinin amacı açıktır: ele aldığı eserin irili ufaklı farklılıklar içeren farklı elyazmalarını kıyaslayıp, elden geçirerek yazarının elinden çıktığı orjinaline en yakın halini oluşturmak ve onu tarihin önüne sunmak. bu yüzden klasik filolog üzerinde çalıştığı metindeki eksik kısımları "makul" yorumlarla doldurmak ve açıklamasını yapmak durumunda kalır. yani neredeyse her sosyal bilim sahasının bir şekilde uğradığı klâsik çağ metinlerinin kayda-değer akademik edisyonları, klasik filologların büyük gayretkeşliğinin ürünüdür. bu filoloji sahası bilimleşmemiş yani yöntemleşmemiş olsaydı, söz konusu metinler üzerinde büyük ihtilaflar ve karmaşa baş gösterirdi, zira farklı yüzyıllarla tarihlenen iki elyazması pek nadiren tümüyle örtüşür. dahası edisyonlar da kritik edilerek incelenir, yani inceleme dönemi bitmemiştir, bitmeyecektir.

    hal böyle olunca klasik filologun bir metinle olan ilişkisi, başka bir sosyal bilimcinin aynı metinle olan ilişkisinden daha şiddetli ve ateşlidir. klasik filolog metin yazarıyla empati kurabilen, metnin yazıldığı tarihi farklı açılardan tarafsız bir gözle görebilen bir sosyal-bilimci olmak durumundadır. başka bir sosyal bilimci de aynı metni satır satır inceleyebilir, ancak klasik filologunki gibi aşk ve nefret duyuşu belirmez onda, çünkü diğer sosyal bilimci satır satır incelediği metnin özünü kavramak zorundayken, klasik filolog metnin anlam bağlamında özü de dahil olmak üzere, formal bağlamında çatıyı da hece hece kurmak ve metni hem parça parça hem de bütün olarak öncesiyle, çağıyla ve sonrasıyla değerlendirmek zorunda olduğundan, kaçınılmaz olarak metin karşısında hislenirse de, bunu bilimi ve serinkanlı yöntemliliği adına belli etmemeye çalışır. yani klasik filolog kendini tutan bir tiptir. sonra çalışmasına ara verince zincirinden kurtulmuş köpek gibi en uzaklara doğru koşturur ve kurduğu empatiyi sözcüklere dökmeye girişir

    o halde, klasik filolojide <yani başlıktaki haliyle, klasik edebiyatta> yöntemli disiplinin şaraba bulanmış serkeş duygulanımla iç içe olmasının temel nedeni, modern klasik filolog ile eski çağ yazarı <ve dünyası> arasında kurulan empati köprüsüdür. köprüden geçti gelin misali, bu köprüden de manalı duygulanımlar geçer. modus'a yani ölçüye dayalı modern ile onun arkaya dönüp bakınca gördüğü balmumu kokulu vetustas yani eski çağ, bu köprü üzerinde sadece tinsel değil aynı zamanda tensel bir birleşme yaşar. edisyon kritiği yapan klasik filolog metindeki kusurlu yerleri yorumlayıp, boşlukları "kimi zaman" kendisi doldurduğundan, adeta eril penisin dişil boşluğu doldurması ve terin tere bulanması gibi, geçmişle yek olur. moderni bu köprü üstü aşıklarından eril olan saymamın nedeni salt boşluk doldurması değil, aynı zamanda elyazmaları, edisyonlar, çeviriler ve çevirilere yapılan yorumlar arasında <adeta cangılda avlanarak, mağarasına et götürmesi gereken medenîleşmemiş, kültürleşmemiş yaban erkeği gibi> mücadele etme zorunluluğunda olmasıdır.

    klasik filologun işi bir erkeğin işi gibi zordur. cangılın bir bölgesinde tek bir dişi aslan kalmış da, diğer erkek aslanlar onunla çiftleşebilmek için birbiriyle yarışıyor ve depişiyor sanki, aynen öyle klasik filologun durumu da. hem diğer klasik filologlara, hem de diğer sosyal bilimcilere laf anlatacak, incelediği metinle ilgili yol gösterici olacaktır. bu, henüz her sahada geri olan bizde değil de, yurt-dışında rayına oturmuş bir savaş alanında gerçekleşir. farklı elyazmalarını değerlendiren filologlar, değerlendirilmiş edisyonları kritik eden diğer filologlar ve kritik edilmiş edisyonlar üzerinde çalışan diğer filologlar... bu süreç, en genişten en dara doğru aktığından bir huniyi andırırır ve huninin ucundan, son meni gibi makaleler, çeviriler, telif eserler damlar. damlayan meniden kimi kere güzel çocuklar <her çocuk güzeldir tabi ki hemen ters ters bakmayın> doğar, kimi kere de ölü doğum meydana gelir.

    ölü doğumlar yine başka klasik filologlar tarafından kritik edilir, jurnallerde yerden yere vurulur. sonra çalışması ölü doğmuş olan klasik filolog, söz konusu jurnalin bir sonraki sayısına "neden metninin ölü doğmuş gibi göründüğünü" açıklayan bir makale yetiştirir <bizde küslük, darılmaca oluyor böyle bir kritik sunduğunuzda, adamın anasına sövmüşsünüz gibi cephe alıyor size karşı, oysa bilim acıtıcı olmaya mahkumdur, küsmece, darılmaca yok!>. bu kritik etme ve edilme süreci gidebildiği yere kadar gider, duvardaki tuğlaları andırırcasına, her filologun gayreti bu ilmî sahanın sabancı center gibi dikelmesini sağlar.

    dikelmiş bu ilmî sahanın benim payıma düşen tuğlalarından birinde <başıma düşen mi demeliydim acaba?> empiricus'la felâket bir empati kurdum <normalde en sevmediğim şey olan empati kurmanın, çalışma anında en kaçınılmazım olması ilahi bir cezalandırmanın ürünüdür>, onu paylaşıp kapatayım entiriyi.

    evvelce http://www.jimithekewl.com/…isizmin-kor-baltas.html adresinde bahsetmiştim: empiricus pyrrhon. hypotypos. i.14.108'de "çoğu kişi çirkin kız arkadaşının çok güzel olduğunu düşünür" diyordu. eserin tamamında ziyadesiyle ciddi bir tavır sergileyen kuşkucu filozofun, ilişkide erkeğin sevdiği kadına bakış açısından bile kuşkuculuğuna argüman sağlamış olması beni şaşırmamışsa da düşündürmüştü. aynı metnin başka bir yerinde (iii.196) yine kadın konusu geçince artık tümüyle emin oldum ki, empiricus metni kaleme alırken kafası kadınla doluymuş. dolu kafayla yazmış eserini. epicurusçuların hazzı temel almasını eleştirdiği ve "haz iyi değildir" sonucuna vardığı metnin söz konusu yerinde şöyle diyor empiricus:

    "...acılar hazları etkiler; bilgiyi gayretle ediniriz, bu da, arzuladığınız zenginliğe ya da kadına sahip olabilmenizin yoludur."

    tamam da kardeşim, kadını niye sokuşturdun araya? laf mı var, ima mı var, bizim bilmediğimiz bir şey mi var? dalga mı geçiyorsun filosofik düşünen bünyelerle? "bilgiyi gayretle edinmek" ile "kadına sahip olmak" arasındaki ilişki nedir, neden bu tavırlar? sen sürekli aşkla ilgili yazan aptal blog yazarı değilsin, sarsıl, silkelen, sen kuşkucu adamsın. kadına sahip olma arzusuna da kuşkuyla yaklaşmayı bilmeli, epicurusçularla olan ihtilafına kadını karıştırmamalısın. bırak kadın ay'daki krater gibi uzak olsun kuşkucu duyuşundan, o seni senlikten ve şenlikten çıkarır. <nietzschevari bir aforizma olurmuş bu ama direkten dönmüş, öyleyse "sen bilim!" diyelim sadece>.

    göynünü işine karıştırma, hele ki felsefeye hiç bulaştırma <sonra farklı kavramları karmaşık bir şekilde yani aklına geldiğince arka arkaya sıralayınca felsefî bir kelam ettiğini sananlar gibi ıralarsın konsepti ıralar!>, ateşle barut gibi, tehlikeli karışım haşat eder, elinde patlar, anlayamazsın. hem artık kadın ya da erkek fark etmez, herhangi birine sahip olabilmek, sahip olamamaktan daha az gayret gerektiriyor. ortalık gizli epicurusçular kaynıyor, arada hakkaten kaynayan da kuşkucular oluyor. onunla uğraş, bununla uğraş, ona karşı kendini koru, berikine ayar ver. kuşkucu da insan. ama araya kadını sokup, onun üzerinden hazcıya vurmaya çalışmasıyla şimşekleri üzerine çeken bir insan. aklını başına devşir, seni bir daha uyarmayacağım. bundan sonraki tepkim daha şiddetli olacak. sana laflar hazırladım ama henüz ekşi'de başlığın bile açılmamış be kardeşim.
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap