4 entry daha
  • dücane cündioğlu, sinema ve felsefe kitabında sanat konusunu ele alırken şöyle söyler: "sanatçı yapar ama yaptığını açıklayamaz. sanatçı sanatını icra ederek konuşur. dolayısıyla kendi susar, onun yerine eseri konuşur". evet durum gerçekte böyledir ama burada öne çıkan mesela bunu sanatçının bunu "nasıl yaptığı"dır. ve her sanatçıda bu farklılıklar gösterir. misal haneke aslen filozof olduğu için filmlerini felsefik yoğunlukta çeker, bu nedenle sinema dilinin ikinci plana düştüğü olur. tarkovski ise belirsizliği sever, görünmez bir bütünün parçalarını anlatır. asla bağırmaz, gözümüze sokmaz, bütünü ve çözümü muştulamaz.
    işte bu nedenle upstream color'u çok tarkovskivari bulduğumu söylemeliyim. ama bu filmin handikapı aşırı belirsizliklerden mustarip olması. müphemin benim nazarımda bir sınırı var. bir yere kadar, sonrasını sevmiyorum. upstream color da bir bütünün görünmez (demeyelim de belli belirsiz) parçalarını anlatıyor. bütünü ise bize bırakıyor, çözüm zaten hiç önermiyor.
    kendi adıma ben zaten ne bütün ne çözüm peşinde olan, sürekli parçalar peşinde koşmuş birisiyim, daha doğrusu parçalarda takılmış kalmış durumdayim. bana bir parça verin ben orada oyalanıp durayım. bütüne ya da çözüme gitmek şu fani hayatım için geçerli değil. reenkarnasyon diye bir şey varsa artık önümüzdeki maçlara bakacağız. upstream'den doyumsuz lezzet almak da anca o şartlarda mevzu bahis olabilir.
    ama emeğe saygı duruşuna geçip filme bir selam çakalım, yolumuza bakalım.
36 entry daha
hesabın var mı? giriş yap