7 entry daha
  • greko-romen tınısı sizi yanıltmasın, bizlere hiç de öyle antik çağ’dan, eski yunan’dan, roma’dan uzanan bir kelime değildir nostalji. yunanca “yuvaya dönüş” anlamına gelen “nostos” ile “acı” anlamına gelen “algia”yı birleştirerek 1688 yılının sıcak bir yaz akşamında yoktan var ettiği bu sözcüğe johannes hofer’in yüklediği anlam da şu an dimağlarımızdaki nostalji tanımından bir hayli farklıdır zaten. ne bir linguisttir hofer, ne bir filozof, ne de şair. tezini vermeye çalışan isviçreli bir tıp doktorudur yalnızca ve nostalji ismini yakıştırdığı, sıla özleminden doğup da hem ruhu hem de vücudu tahrip eden bir hastalıktan başka bir şey değildir.
    uzak topraklara savaşmaya gelen askerlerde, yabancı şehirlere okumaya gidenlerde, ülkelerini bir şekilde geride bırakmak zorunda kalmış on yedinci yüzyıl göçmenlerinde kendini gösteren bu hastalık yalnızca yuvayla ilgili saplantılı düşüncelere, halüsinasyonlara ve apatik bir melankoliye yol açmamaktadır. mide bulantısı, iştahsızlık, akciğerlerin yapısında patalojik değişimler, beyinde filizlenen iltihaplar da hep nostaljinin bu ilk kurbanlarının gösterdiği semptomlardır. hofer’in hastalığın adını koymasını takip eden yıllarda avrupa ve amerika’da binlerce nostalji vakası geçer kayıtlara. an gelir, bu illete tutulanlar vatansever addedilip alkış alırlar, an gelir komutanlar hızla yayılan salgının önüne geçmek için nostaljiye tutulan ilk askeri olduğu yere canlı canlı gömeceklerini açıklarlar.
    nasıl olmuştur da bilhassa birinci dünya savaşı’ndan itibaren kelimenin bu tıbbi anlamı yitip gitmiş, yerini “geçmişe duyulan onanmaz hasret” anlamına bırakmıştır? adı konmadan önce de acı ile tatlı, mutluluk ile mutsuzluk, umutsuzluk arasında pek hassas bir yerlerde gezinen bu ruh halini tecrübe ediyordu insanlar, şüphem yok. lakin tek başına “nostalji” kelimesi ne zaman, nasıl hayatlarımızın ve popüler kültürümüzün olmazsa olmazı olup çıktı? bilemiyorum maalesef.
    bildiğim şu ki, yirminci yüzyılda nostalji, geçmişi “geçmişe rağmen” özleyebilmenin adı oldu. peşinde koşulan dün muhakkak ki yeniden yaratılmış, idealize edilmiş, kendine özünde olmayan büyüler atfedilmiş bir dündü. biraz da bu yüzden demişti zaten charles maier “sanat için kitsch neyse hafıza için de nostalji odur” diye, ama itiraf etmeliyim ki yine de çok ağır, çok acımasız geldi bana bu sözleri. asla geri döndürülemeyecek ve asla tekrarlanamayacak olana karşı böylesi hisler beslemekten daha insanca bir şey olabilir mi ki? bugün acıklı; yarın gerçekleşeceği iddia edilen bir ütopyanın fikri çok uzak, çok gerçekdışı ise düne yönelik bir ütopyaya tutunmayı ruhun sakaletinden ziyade ruhun asaleti olarak algılamak isterim ben. şu da var ki, nostalji adı altında yakamıza yapışan yalnızca yaşadıklarımızın ya da yaşamış olduğumuzu sandıklarımızın hayaleti değildir. yaşa(ya)madıklarımız, bizi bugün farklı biri kılabilecek mamafih artık kaçmış tüm fırsatlar, eşiğinde durup da sapmadığımız her yol, olamadığımız her biz ayrı bir sızıdır şimdi.
    bir şarkıyla, bir kokuyla, bir fotoğrafla tetiklenen çağrışım zincirleridir geçmişle yaşadığımız bu romansın şaşırtıcı derecede güçlü katalizatörleri ve inancım odur ki yaştan da bağımsızdır nostalji: zamanın geri dönüşsüzlüğününün farkına varmış ve sadece birazcık duygusal bir çocuk bile nostalji yapabilecek, yıllar yıllar önce anneme kurduğum “ahh, nostalji yapmanin bile eski tadı kalmadı artık” gibi meta-nostaljik cümleler kurabilecektir.
301 entry daha
hesabın var mı? giriş yap