• geçmişe özlem olarak nitelendirilen bu duygu ya da durum, yaşlılıkla ortaya çıkabileceği gibi soğuk havalarda da ister istemez etkisini gösterir.
    insan birkaç ay evvelki bir geceyi özleyebilir, en çok da sevgili olma raddesine gelip de olunamamış kişi akla gelir. gerçekleşmeyen ilişkiler nedense bir yara olarak taşınır ve nostalji denilen geçmişe dönüşlerde hep karşımıza çıkar.
  • eskiden çook eskiden yapılan bişiyin sonradan hatırlama&eylenme amaçlı yapılması.
    (toplanılır monkey island 2,sam&max,day of the tentecle falan oynanır öyle bişi işte)
  • akcakocada boku cikmis bar diye gecinen bi yer****.
  • flash tv de her cumartesi-pazar 13-15 arası ,90 ların kayda değer pop kliplerini yayınlayan program* *
    (bkz: mfö)
    (bkz: gökhan kırdar)
    (bkz: bulutsuzluk özlemi)
    (bkz: bülent ortaçgil)
    (bkz: fikret kızılok)
    (bkz: daha gider bu)
  • zaman zaman ölüsevicilikten farkının olmadığını düşündüğüm bişi, ama severim..
  • populer muzikte son birkac yildir orneklerine cok rastladigimiz bir furya. kisaca bir donemin piyasa sarkilarinin yeniden duzenlenmesi ve icra edilmesi olarak nitelenebilir. yorumlanmasi demiyorum, zira yorumlamak lafini bosa harcamak anlamina gelebilir.
  • şevket süreyya nostaljiyi şöyle tanımlar:
    adamın birisi ruhsal açıdan gitgit kötüler. ümidini, çoşkusunu yitirir; karanlık, kendi içine dönük bir kişiliğe bürünür. çevresindekiler yardım etmek isterlerse de bir şey gelmez. adamı hekimlere götürürler. yapılacak bir şey yoktu, çünkü konuşmamaktatır. çaresiz kalan hekimler sorunla uğraşırlarken birdenbire hastanın gözlerini odanın duvarında asılı duran bir tablodan ayırmadığını fark ederler. sürekli olarak aynı noktaya bakmaktadır. uğraşır, didinir ve anlarlar sorunu. karlarla kaplı bir küçük köy manzarası olan resim adamın geçmişini bıraktığı köyüne benzemektedir. bunu kendisine söyler ve oraya gitmesi salık verirler; kapıdan çıkarken de kulağına hastalığının adını fısıldarlar: nostalji.
  • greko-romen tınısı sizi yanıltmasın, bizlere hiç de öyle antik çağ’dan, eski yunan’dan, roma’dan uzanan bir kelime değildir nostalji. yunanca “yuvaya dönüş” anlamına gelen “nostos” ile “acı” anlamına gelen “algia”yı birleştirerek 1688 yılının sıcak bir yaz akşamında yoktan var ettiği bu sözcüğe johannes hofer’in yüklediği anlam da şu an dimağlarımızdaki nostalji tanımından bir hayli farklıdır zaten. ne bir linguisttir hofer, ne bir filozof, ne de şair. tezini vermeye çalışan isviçreli bir tıp doktorudur yalnızca ve nostalji ismini yakıştırdığı, sıla özleminden doğup da hem ruhu hem de vücudu tahrip eden bir hastalıktan başka bir şey değildir.
    uzak topraklara savaşmaya gelen askerlerde, yabancı şehirlere okumaya gidenlerde, ülkelerini bir şekilde geride bırakmak zorunda kalmış on yedinci yüzyıl göçmenlerinde kendini gösteren bu hastalık yalnızca yuvayla ilgili saplantılı düşüncelere, halüsinasyonlara ve apatik bir melankoliye yol açmamaktadır. mide bulantısı, iştahsızlık, akciğerlerin yapısında patalojik değişimler, beyinde filizlenen iltihaplar da hep nostaljinin bu ilk kurbanlarının gösterdiği semptomlardır. hofer’in hastalığın adını koymasını takip eden yıllarda avrupa ve amerika’da binlerce nostalji vakası geçer kayıtlara. an gelir, bu illete tutulanlar vatansever addedilip alkış alırlar, an gelir komutanlar hızla yayılan salgının önüne geçmek için nostaljiye tutulan ilk askeri olduğu yere canlı canlı gömeceklerini açıklarlar.
    nasıl olmuştur da bilhassa birinci dünya savaşı’ndan itibaren kelimenin bu tıbbi anlamı yitip gitmiş, yerini “geçmişe duyulan onanmaz hasret” anlamına bırakmıştır? adı konmadan önce de acı ile tatlı, mutluluk ile mutsuzluk, umutsuzluk arasında pek hassas bir yerlerde gezinen bu ruh halini tecrübe ediyordu insanlar, şüphem yok. lakin tek başına “nostalji” kelimesi ne zaman, nasıl hayatlarımızın ve popüler kültürümüzün olmazsa olmazı olup çıktı? bilemiyorum maalesef.
    bildiğim şu ki, yirminci yüzyılda nostalji, geçmişi “geçmişe rağmen” özleyebilmenin adı oldu. peşinde koşulan dün muhakkak ki yeniden yaratılmış, idealize edilmiş, kendine özünde olmayan büyüler atfedilmiş bir dündü. biraz da bu yüzden demişti zaten charles maier “sanat için kitsch neyse hafıza için de nostalji odur” diye, ama itiraf etmeliyim ki yine de çok ağır, çok acımasız geldi bana bu sözleri. asla geri döndürülemeyecek ve asla tekrarlanamayacak olana karşı böylesi hisler beslemekten daha insanca bir şey olabilir mi ki? bugün acıklı; yarın gerçekleşeceği iddia edilen bir ütopyanın fikri çok uzak, çok gerçekdışı ise düne yönelik bir ütopyaya tutunmayı ruhun sakaletinden ziyade ruhun asaleti olarak algılamak isterim ben. şu da var ki, nostalji adı altında yakamıza yapışan yalnızca yaşadıklarımızın ya da yaşamış olduğumuzu sandıklarımızın hayaleti değildir. yaşa(ya)madıklarımız, bizi bugün farklı biri kılabilecek mamafih artık kaçmış tüm fırsatlar, eşiğinde durup da sapmadığımız her yol, olamadığımız her biz ayrı bir sızıdır şimdi.
    bir şarkıyla, bir kokuyla, bir fotoğrafla tetiklenen çağrışım zincirleridir geçmişle yaşadığımız bu romansın şaşırtıcı derecede güçlü katalizatörleri ve inancım odur ki yaştan da bağımsızdır nostalji: zamanın geri dönüşsüzlüğününün farkına varmış ve sadece birazcık duygusal bir çocuk bile nostalji yapabilecek, yıllar yıllar önce anneme kurduğum “ahh, nostalji yapmanin bile eski tadı kalmadı artık” gibi meta-nostaljik cümleler kurabilecektir.
  • altıncı nesil yazarların aramıza katılmasıyla, çoktandır naftalin kokusu sinmiş başlıkların yeniden sol menüde görülmeye başlaması.
  • geçenlerde bayağı uzun zamandan beri dinlemedeğim çok eski bir müziği koydum bilgisayara, başladım dinlemeğe. tabi anında o müziği yoğunca dinlediğim döneme dönüverdim, o dönemki duygularım konsantre meyve suyu gibi içimi dolduruverdi. gözlerim "geçmişe özlem" ile buğulandı. inceden küçük emrah kaşları eklenmiş sırıtkan bir ifadeyle o dönem olup biteni düşünmeye başladım. fekat düşündükçe için için bir kıllantı peydahlandı içimde. "noluyo lan" dedim kendi kendime, "manyak mısın olum, o dönem özlenir mi! tarif edilmez acılar içindeydin o dönem salak herif!"... evet, hakikaten de çok siktiriboktan bir dönemimdi o dönem. ee? peki niye o döneme yönelik "geçmişe özlem" duyguları besliyorum diye sordum kendi kendime. sonra düşündüm ve farkettim ki nostaljik kabul ettiğim ve belli müziklerle damgalanmış yoğun duygular yaşadığım dönemlerim hep acı çektiğim dönemlerimmiş. ne bileyim, bir ezginin günlüğü dinlesem lise bitti bitecek acılar içindeyim, bir erkin koray dinlesem köprü altında bira ve sidik dolayısıyla acılar içindeyim, bir arabesk tını kulağıma çalınsa askere yeni gitmişim acılar içindeyim, bir manu çao dinlesem manita terketmiş acılar içindeyim. amma en nostaljik, en özlem yaratan, en suratta küçük emrah kaşlı sırıtış yaratan müzikler de bunlar. "ulan" dedim "niçün en fena dönemlerimi özlüyorum?".. bu içimdeki özlem duygusuna daha bir eğilip onu iyicene bir irdelediğimde gördüm ki, aslında özlem duyduğum şey o dönem yaşadıklarım ve olup bitenler değildir. o dönemler en acı çektiğim dönemler olmaları dolayısıyla en inanacak birşeylere ihtiyaç duyduğum dönemlerdir aynı zamanda. en "mutlu gelecek" hayalleri kurduğum, mutlu gelecek idealine en çok kendimi inandırdığım dönemlerdir. işte o müzikleri dinlediğim an içimde hatırlayıverdiğim ve şiddetle özlediğim geçmişe ait duygu aslında o dönemki olup bitenlerin duygusu değil, o dönemki şiddetle inandığım ideallerin duygusudur. o zaman anladım ki idealler hiç bir zaman yakalanamadığından, geçmişte bu gün için arzuladığımız ideallerin bu gün gayet uzağında olduğumuzdan, geçmişe özlem, yani nostalji, geçmişin kayıp ideallerine özlemdir. malesef.
hesabın var mı? giriş yap