111 entry daha
  • aslinda bunu yaparken ekstradan yapilmasi gerekenler, puf noktalari yok denecek kadar azdir. normalde bir cocugun saglikli bir birey haline gelebilmesi icin temel ihtiyaclari giderilmeli, saygi ve sevgi gosterilmeli ve cogu zaman kendi haline birakilmalidir. yani cocuk kitap boyamak istiyorsa kitap boyasin, kosmak istiyorsa kossun, ne yapmak istiyorsa birakin onu yapsin. peki bunu neye dayanarak soyluyorum, onlarca yildir devam eden yuzlerce arastirmanin sonucu ortaya cikan verilere dayanarak soyluyorum.

    arastirma sonuclarina gelmeden once bir on bilgi vereyim. normalde freud basta olmak uzere psikoloji biliminde buyuk rol oynamis bir cok insan cocukluk anilarinin ve cocuk yetistirmenin bir cocugun ilerdeki psikolojik sagligi ve iyi yetismesi konusunda cok buyuk rol oynadigini dusunmustur ve bir cok psikolog hala ofislerine terapi icin gelenlere "cocuklugunuza inelim" diyerek problemin kaynadigini kisinin cocuklugunda aramaktadir. tabi ki bir cocugun gecmisinde agir travmalar yasandiysa bu travmalar cocugun ilerdeki kisiligini etkileyebilir ama bunlar istisnai durumlardir. normal sartlar altinda cocuklarin buyuk kismi kisiliklerini etkileyecek cok buyuk travma yasamazlar, yasasalar da etkisi gecicidir. bir cocugun kisiliginin gelismesinde bir cok etken rol oynar ve bir ailenin cocukla ilgili gunluk kararlari bunda yok denecek kadar az rol oynar.

    bir ailenin hangi kararlari cocugun gelisiminde rol oynar? beslenmeyle ilgili kararlar, cocugun hangi okula gidecegiyle ilgili kararlar, cocugun kimlerle arkadaslik yapacagiyla ilgili kararlar ciddi kararlardir ve bir cocugun gelisiminde direk olmasa da dolayli yoldan rol oynarlar. mesela arkadaslari asi olan ve boyle bir ortamda buyuyen bir cocuk buyuyunce asi bir kisilige sahip olmaya yatkindir. burada cocugun kisiligini sekillendiren sey ailesi degil, cocukluk arkadaslaridir ve aile burada direk rol oynamaktan cok dolayli bir rol oynar. bunun disinda gunluk kararlar, ornegin cocugun sabah kacta kalkip aksam kacta yatacagi, cocuga kac tane oyuncak alinacagi, tatliyi yemekten once mi sonra mi yiyecegi, hangi cizgi filmi izleyecegi gibi gunluk kararlar (ki bir insan ortalama bir gunde 5-6 bin irili ufakli kararlar alir) bir cocugun gelisimini hemen hemen hic etkilemez.

    genelde cocuklarin yetistirilis tarziyla genleri karistirilmaktadir. mesela cok titiz bir anne babanin ayni kendileri gibi cok titiz bir cocugu olabilir ama bunun sebebi cocugun titiz olarak yetistirilmesi midir yoksa genler midir, bunu bilmek zordur. yapilan arastirmalar bu konuda cokca fikir sunsa da hala bilinmeyen cok sey mevcut.

    bundan 3-4 sene once kendi alanimda (endustriyel psikoloji) phd alirken, programim geregi 6 tane secmeli ders almam gerekiyordu. bunlardan 3 tanesi psikoloji harici dersler olmaliydi ve diger 3 tanesi de psikoloji icinde ama benim alt bolumum (endustriyel psikoloji) haricinde olmaliydi. universitede psikoloji okurken en sevdigim derslerden bazilari cocuk psikolojisiydi cunku cocuk psikolojisinde cok yaratici yontemlerle deneyler yapilabiliyor ve cok carpici sonuclar elde edilebiliyordu. psikolojin diger alanlarina gore cocuk psikolojisi cok daha bilimsel gozukuyordu. zaten ilerde bir gun evlenip cocuk sahibi olmayi planladigim icin "gercek hayatta bu bilgiler ne ise yarayacak" gibi bir sorun da yoktu. bu yuzden secmeli derslerimdem birini cocuk psikolojisi olarak secmistim. bu ders doktora seviyesindeydi ve daha once aldigim cocuk psikolojisi derslerinden farkliydi. oldukca zeki ve olaylara cok farkli acilardan bakabilen bir hocamiz vardi ve bu derste ogrendiklerimi hemen hemen hicbir derste ogrendigimi hatirlamiyorum. iste bu entry'de gecen bir cok bilgi de o dersten ve o derste okudugum kaynaklardan alinti.

    iste o derste ogrendiklerimle hem ufkum genisledi hem de bazi konularda cok buyuk hayalkirikligina ugradim. bugune kadar egitim hayatim boyunca ogrenince belki de en cok hayalkirikligina ugradigim seylerden biri cocuk yetistirmenin cocugun gelisime olan etkisinin minimal olmasiydi. bir cok insan icin dunya'ya cocuk getirmek cok onemlidir ve cocuklar bir insanin ortaya cikartabilecegi en onemli ve kalici eserlerden biridir. bir cok insan bir cocugun dogumundan itibaren onunla ilgilenerek cocugu "sekillendirmek" ve onu "dogru yola iletmek" ister. yine bir cok insan sahip olacagi cocuk veya cocuklari kendi kucuklugunde yaptigi hatalari yapmamasi icin egitmeyi deneyecek, belki kendi yasayamadigi cocuklugu sahip oldugu cocuklarla yasama hayaliyle tutusacaktir. iste insanlar bu sekilde dusununce onlara "aslinda senin cocuk yetistirme tarzinin cocugun gelisime etkisi sifira yakin, cocugun temel ihtiyaclarini karsila, cocuga saygi ve sevgi goster, gerisi kendiliginden gelir" deyince tabi ki o kisiler derin hayalkirikligina ugrayacaktir.

    bunca tatavadan sonra artik konuya girebilirim. bir cocugun buyumesi esnasinda psikolojik olarak 2 gelisme yasanir: sosyallesme, kisisellesme. cogu insan bu iki seyi birbiriyle karistirmaktadir ki bunlarin icinde psikologlar da mevcut. sosyallesme bir cocugun yasadigi topluma, o toplumun adetlerine, normlarina, yazili veya yazili olmayan kurallarina uyum saglamasidir. kisisellesme de bir kisinin sahip oldugu kisiligi edinmesidir. bu durumda sosyallesme ve kisilesme birbirinin ziddidir cunku sosyallesirken icinde bulundugumuz topluma mumkun oldugunca benzeriz, kisisellesirken de toplumdan ayrilip farkli bir birey haline geliriz. "kisilik" denen sey cesit cesittir ve dunya'da ne kadar cok insan varsa o kadar cok kisilik cesidi vardir. nasil her insan farkli bir parmak izine sahipse, ayni sekilde her insan farkli bir kisilige sahiptir. sosyallesme ise toplumlarin ortak degerleriyle olusur. aslinda kisisellesme ile sosyallesme arasindaki fark yeni yeni ortaya cikan, son donem arastirmalarindan sonra bilinmeye baslayan bir sey. tarih boyunca bir cok psikolog bunlarin ayni sey oldugunu dusunmekteydi ve akademik arastirmalari takip etmeyen kesim hala bunun boyle oldugunu dusunur. bunu kenara not edelim, sinavda sorumlusunuz.

    insanlarin bir cogu, kadin erkek demeden, cocuklarini bir oyun hamuru gibi sekillendirip, o cocuklara idealleri dogrultusunda kisilik kazandirma hayali kurarlar. bu gayet normal bir durtudur ve bu durtuye sahip olmak sakincali degil. sadece bu entry'de verilen ve son arastirmalarin gosterdigi bir cok veriye gore bu durtuye sahip olan insanlar hayalkirikligina ugrayabilir cunku bir anne babanin cocugu istedikleri gibi sekillendirip istedigi kisilige sahip olmasini saglamalari imkansiza yakindir.

    insanlar tarih boyunca bir cocugun gelisiminin nasil gerceklestigini tartismislardir. en basta bu konu tanri, din, ruh gibi soyut kavramlarla aciklanmistir, daha sonra ailelerin cocuklarini yetistirirken oynadigi rol ortaya atilmistir. en son genetik biliminin gelismesiyle genlerin kisiligimizde sandigimizdan da buyuk rol oynadigini, cogumuzun kisiliginin az cok daha biz dogmadan once belirlendigini ve dogduktan sonra yasanan tecrubelerin zaten sahip oldugumuz kisilige "rot-balans ayari" cektigi ortaya atildi. psikoloji derslerinde ve psikolojiyle ilgili mecmualarda surekli "nature vs nurture" tartismasi surup gitti ve hala surup gitmektedir. bu konuda ortaya atilan onlarca teori uzun sure boyunca test edilemese de gunumuzde bu teorilerin buyuk bir kismi mercek altina alinip curutulmus durumda.

    bir cocugun dogumundan itibaren yasadigi tecrubeler onun kisilik gelisiminde buyuk rol oynar. kisilik ve zeka gelisimi bazi arastirmalara gore 22-23 yasina kadar, bazi arastirmalarda 28-30 yaslarina kadar devam eder ve bu yaslardan sonra oturan kisilik ve zeka omrun sonuna kadar beyne direk zarar verecek travmatik bir olay olmadigi surece degismez. zaten insanlarin sahip oldugu kisilik bozukluklari da en gec 20'li yaslarda kendini gosterir ve bu yaslara kadar kendini gostermediyse bu yastan sonra da gostermesi pek beklenmez. bununla birlikte omrun ilk 20 yilinda yasanan ve insanin kisiligini etkileyen tecrubelerin cok azi kisiye anne babasi tarafindan sunulan tecrubelerdir. bu yuzden bir kisinin anne ve babasi ile olan iliskileri ve anne-baba'nin cocuk yetistirme tarzi bir cocugun gelisiminde cok az rol oynar. bu konuda bir ornek vermek gerekirse ailesi green card alarak genc yasta amerika'ya tasinan gocmenlerin cocuklari incelendiginde cocuklarin tamamina yakininin ingilizce konusurken anne babalarinin degil okuldaki en iyi arkadaslarinin aksanina sahip oldugu ortaya cikmis. bunun sebeplerinden biri insanlarin en iyi arkadaslarini cogu zaman idealize ederek farkinda olmadan onlari taklit etmeye baslamalaridir. zaten bu yaslarda cocuklarda anne baba'dan "utanma ve uzaklasma" gozlemlenebilir, ve bu da anne babanin cocuk uzerindeki etkisini azaltir.

    sigmund freud bir insanin kisiligi ortaya cikarken en buyuk rolu o kisinin omrunun ilk 3-4 yilinda anne babasiyla yasadigi iliskinin oynadigina inaniyordu ve bunu da cinsellikle birlestiriyordu. freud'a gore anne babanin yetistirme tarzi bir cocugun nasil biri olacagi konusunda en buyuk ipucunu olusturuyordu. ornegin anne babasi kendisini surekli elestiren, surekli bagirliip cagirilan bir cocuk bunun etkisiyle asabi ve agresif bir kisilige sahip olacakti. bununla birlikte freud agresif ve asabi bir ailenin cocuklarina agresif ve asabi olmayla ilgili genleri gecirebilecegini tahmin edebiliyor muydu, bu tartisma konusudur. freud cocuklarda oral, anal donemlerin oldugundan, oedipus krizinden filan bahseder ama bunlara gunumuzde inanan psikolog yok denecek kadar azdir. ilginctir ki freud'dan once yazilan cocuk gelisimiyle ilgili kitaplarda anne babanin cocuk gelisiminde oynadigi rolden hemen hemen hic bahsedilmez. bu akim freud ile baslamistir.

    psikoloji'de bazi ortak goruslerin olusmasinda psikologlar da buyuk rol oynamistir. ornegin asabi bir anne baba yanlarina 5 yasindaki bir cocugu alip psikologun ofisine vardiginda bunlara bakan psikolog cocugun da asabi oldugunu gorunce bunu anne babanin davranisina verebiliyordu ve bu test edilmedigi icin direk gercek olarak kabul ediliyordu. bununla birlikte psikologlari ziyaret eden yetiskinlerde siklikla "cocukluguna inelim" denip cocukluktaki bazi kotu anilar tespit edilip ortada hicbir kanit olmasa bile bugun yasanan tum sorunlardan dolayi o anilar sorumlu tutulmaktaydi.

    davraniscilik akiminin onde gelen isimlerinden olan ve meshur kucuk albert deneyiyle insanlarda fobilerin nasil olustugunu aciklayan john watson zamaninda ortaya "bana herhangi bir yeni dogmus cocugu verin, birkac yil icinde o cocugu istediginiz karaktere uygun bir sekilde yetistireyim, ilerde hangi meslege sahip olmasini istiyorsaniz (dilenciden doktora kadar uzanan bir yelpazede) istediginiz meslege hazir hale getireyim" seklinde bir iddia atti. kisaca john watson herhangi bir cocugu bir heykeltrasin bir heykeli sekillendirdigi gibi sekillendirebilecegine inaniyordu. modern psikologlarin yaptigi arastirmalar bunun pek de mumkun olmadigini gosteriyor. zaten bay watson da hicbir zaman iddiasini kanitlama sansi bulamadi.

    bu konuda yapilan arastirmalarin en onemlileri kucuk yasta evlat edinilen cocuklar uzerinde yapilan arastirmalardir. evlat edinilen bir cocugun genetik anne babasiyla kendisini yetistiren anne babasi farkli oldugu icin cocugun gelisiminde hangisinin daha cok rol oynadigi arastirilabilir. farkli aileler tarafindan yetistirilen ikizler uzerinde yapilan arastirmalarda genlerin kisilikte %50 rol oynadigi, geri kalan %50'nin de yasanan tecrubeler sonrasi sekillendigi ortaya cikmistir. tabi ki ortada genlerle cevrenin olusturdugu interaksiyon da var. ornegin genetik olarak utangac olan biri insanlardan uzak duracaktir ve bu da onun utangacligini arttiracaktir. genetik olarak sosyal olan biri insanlarla takilacaktir ve bu da onun sosyalligini arttiracaktir. ayrica o evde zor tutulan %50'lik "cevresel ve tecrube" adli kesimin yuzde kacinin anne babalar tarafindan ortaya cikartildigi da burada cevap gormez. ornegin "x" isminde bir cocugun gelisiminde tecrubeleri ve yasadiklari rol oynadiysa o kisinin cocukluk arkadaslari var, okuldaki ogretmenleri var, mahallesindeki bakkal manav var, izledigi tv programlari ve filmler var ve daha bir cok etken var. yani tam olarak bir cocugun gelisiminde anne baba'nin oynadigi rol cok az.

    zaten anne babanin davranislari bir cocugun gelisimde buyuk rol oynamis olsaydi bile bu rolu cozmek cok zor olacaktir. ornegin surekli bagirip cagiran sinirli bir baba dusunun. bu babanin yetistirdigi bir cocuk ayni bu baba gibi sinirli, surekli bagirip cagiran biri mi olacaktir yoksa babasi kendisine surekli bagirip cagirdigi icin silik, pasif ve cekingen biri mi olacaktir? anne baba davranisiyla ilgili ne zaman ortaya bir teori atilsa her zaman olay cift yonlu cikiyor ve bunlarin direk arastirilmasi da zor cunku olaya etiksel olarak baktigimizda kimse bir deney yapip deneydeki cocuklarin yarisina bagirip cagirip yarisini da sefkatli bir sekilde yetistirip sonuclara bakmak mumkun degil.

    bu kadar tatavadan sonra gelelim arastirma sonuclarina. cocuk yetistirmenin onemi anlatilirken ortaya atilan teorilerden biri bir ailede cocuklarin dogma sirasinin ailenin cocuklara bakis acisini degistirdigiyle ilgilidir. buna gore bir ailenin ilk cocugu henuz aile yeni cocuk sahibi oldugu icin her turlu ilgi ve alaka gorurken ikinci ve ucuncu cocuklar o kadar ilgi ve alaka gormeyecektir. buna gore bir ailede en iyi yetisen ve en basarili olan cocuk ilk cocuk olmalidir. son 50-60 yilda akademisyenler bu konuya cok ilgi gosterdiler ve bu konuda yuzden fazla farkli arastirma yapildi. 1946 ile 1980 arasinda bu konuda yapilan tum arastirmalari inceleyen ernst ve angst adli iki psikolog, aradiklari sonucu bulamadilar. bu arastirmalarin yarisinda bu teoriyi destekleyen, yarisinda da tam tersi sonuclar elde edilmisti. daha sonra bu arastirmacilar 7,500 isvicreli denek uzerinde kendi arastirmalarini yaptilar. arastirmada 12 farkli kisilik testi yapildi ve onlarca farkli istatistiksel analiz yapildi. mesela 2 cocuklu ailelerde ilk cocuk ile ikinci cocuk arasindaki farklar, 5 cocuklu ailede ilk 5 cocuk arasindaki farklar, zengin ailelerdeki ilk 3 cocuk arasindaki fark, fakir ailelerdeki ilk 2 cocuk arasindaki fark gibi bir cok kombinasyona bakildi. sonuc olarak bir cocugun ilk veya ikinci (veya ucuncu) cocuk olmasinin o kisinin buyumesine en ufak bir etkisi olmadigi ortaya cikti. bakilan 12 kisilik testinden hicbiri ikna edici sonuclar vermemisti.

    her ne kadar arastirmalar cocuklarin dogum sirasinin cocuklarin gelisimine etkisi oldugu fikrini curutse de bugun hala bir cok cocuk yetistirme ve psikoloji mecmuasinda arastirmalar yok sayilmakta ve ailelerdeki ilk cocuklarin ikinci veya ucuncuye gore psikolojik olarak daha saglikli ve daha basarili oldugu cunku ilk cocuklarin ailelerinden daha fazla ilgi gordugu soyleniyor. hatta bu tur mecmualardaki en populer konulardan biri budur ve surekli pisirilip pisirilip servis edilir. yapilan arastirmalarda birden fazla cocuga sahip olan annelerin 3'te 2'si cocuklarinin hepsine esit davranmadigini ve arada davranis farkliliklari oldugunu itiraf etse de bunun cocugun buyumesine olan etkisi su ana kadar hicbir arastirmada tam olarak teyit edilebilmis degil. yapilan bir baska arastirmada anne babalarin %85'i en kucuk cocuklarina en fazla ilgi ve alaka gosterdiklerini kabul etse de bunun da cocugun gelisimine hicbir (ne pozitif ne negatif) etkisi bulunamadi. bir aile ilk cocugunu meydana getirdiginde cocuk yetistirme konusunda tecrubesiz ve bilgisiz olabilir ve ikinci (veya ucuncu) cocuk geldiginde anne baba eskisine gore daha bilgili ve tecrubeli olacaktir ama yapilan arastirmalarda bunun da cocugun gelisimine hicbir etkisi bulunamadi.

    1970 ve 80'lerde minnesota universitesinde yapilan arastirmalarda dogduktan sonra ayrilip farkli ailelere verilen ve yetiskinlige ulasan tek yumurta ikizleri incelenmis. arastirmalarnin ilk ayaginda ayri evlerde yetisen tek yumurta ikizlerinin birbirlerine kisilik olarak %50 benzedigi ortaya cikmis (istatistikle ilgilenenler icin, iki grup arasindaki korelasyonun karesini alinca o iki grup arasindaki ortak noktalarin orani ortaya cikar). buraya kadar hersey normalmis cunku bu zaten beklenen sonucmus. beklenmeyen sonuclar ayni arastirmalarin ikinci asamasinda ortaya cikmis cunku ayni evde ayni aile tarafindan buyutulmus olan ikizlerde yapilan arastirmada yine ayni korelasyon ortaya cikmis. yani tek yumurta ikizleri ayni evde ayni anne baba tarafindan da buyutulse farkli evde de farkli kisiler tarafindan da buyutulse asagi yukari ayni benzerlikleri tasiyordu. yani ayni genleri tasiyan cocuklarin ayni evde buyuyup buyumemesi bu cocuklarin gelisimine hemen hemen hic etki etmiyordu. bu da anne-baba'nin yetistirme tarzinin cocugun gelisiminde cok da rol oynamadigini gosteren ilk kanitlardan biri oldu.

    burada tek istisna iq skorlariydi ama bu bile kalici etkiye sahip olmadi. ikizler arasinda yapilan arastirmada ayni evde buyumus olan cocuklar arasindaki iq korelasyonu farkli evlerde buyuyen ikizlere gore daha yuksekti ve bu ailenin yetistiris tarzinin iq'a olan etkisini gosteriyordu. yalniz burada anahtar kelime "cocuklar" cunku ayni arastirmada ayni cocuklar genclik doneminde iq testine tabi tutuldugunda bu iliski bulunamadi, yani anne babanin bir cocugu yetistiris tarzi cocugun iq'sunu ergenlik donemine kadar etkiliyordu ama bu etkiler ergenlik sonrasi silinmeye, baska etkilerle yer degistirmeye basliyordu.

    bu bulgular (ve asagida bahsedecegim diger bulgular) aslinda cocuk gelisimi acisindan uzucu sayilabilir. eger anne babanin gundelik davranislarinin cocugun gelisimine etkisi olsaydi ve bu etkiler arastirmalar sonucu ortaya ciksaydi gercekten anne babalara cocuk yetistirme konusunda faydali olacak kaynaklar ve kitaplar ortaya cikabilirdi. boylece anne baba adaylari bu kitaplari alip nelere dikkat etmeleri gerektigini, cocuklarinin yaninda nasil davranmalari gerektigini anlayabilirlerdi. bunun icin anne-baba davranislariyla cocugun gelisimi arasinda linear bir baglanti bulunmasi gerekirdi ama bunu su ana kadar bulabilen arastirma yok denecek kadar az.

    son donemde cikan yeni bir akim da "her cocuk farkli kisilige sahip, bu yuzden anne babalar cocuklarini belli bir stile gore degil, cocugun kisiligine uygun bir stile gore buyutmelidir" fikri. yani buna gore bir ailedeki iki cocuktan biri kurallara uyan, uysal bir cocuk, digeri de kural tanimayan isyankar bir cocuksa bu cocuklara ayni sekilde yaklasilmamalidir. yalniz burada da sikinti var cunku burada anne baba cocugun kisiligini sekillendirmiyor, cocugun kisiligi anne babanin davranisini sekillendiriyor. yani anne babanin davranisi olsa da olmasa da cocugun belli bir kisiligi zaten var ve su zaten yolunu buluyor.

    lezbiyen veya gay evliliklerinde ortaya cikan cocuklar uzun yillar arastirma konusu oldular. yapilan arastirmalar gay veya lezbiyen ailelerin buyuttugu cocuklarin klasik kadin-erkek tarafindan buyutulen cocuklara gore hicbir konuda geri kalmadigini gosteriyor. ne akademik basari, ne psikolojik saglik, ne zeka yonunden arada hicbir fark yok. hatta gay ailelerin yetistirdigi erkek cocuklar klasik ailelerdeki cocuklar kadar maskulin (erkeksi), lezbiyen ailelerin yetistirdigi kiz cocuklar da klasik ailelerdeki cocuklar kadar feminen (kadinsi) olarak buyuyordu. halbuki anne-baba'nin yetistirme tarzinin cocugun buyumesine etkisi olsaydi gay veya lezbiyen aileler tarafindan buyutulen cocuklarda gay veya lezbiyen egilim gorulebilirdi. daha da ilginc, annesi full-time calisan ve kreste buyuyen cocuklarla annesi evde oturan ve bakimiyla birebir ilgilenilen cocuklar arasinda yapilan arastirmalarda da hicbir fark bulunamadi. yani anne evde de otursa, calisip cocugunu krese de gonderse cocugun gelisimine bir etkisi olmuyordu.

    bir baska arastirmada "kaza sonucu dogan" cocuklarla "binbir caba sonucu dogan" cocuklar karsilastirilmis. burada "kaza sonucu dogan" cocuk soyle tanimlaniyor: anne baba'nin cocuk sahibi olma niyeti yokken ve korunmali cinsel birliktelik yasanmisken bir sekilde kadin hamile kaliyor ve cocugu dogurmaya karar veriyor. diger grupta da hamile kalmaya calisip bir turlu kalamayan ve modern tibbin yardimiyla bir sekilde hamile kalmayi basarabilen aileler var. yani bir tarafta pek istemedigi halde cocuk sahibi olan ve belki de cocuga fazla ilgi ve sefkat gostermeyecegi dusunulen aileler var, diger tarafta cocuk sahibi olmak icin yirtinan ve bu ugurda gitmedik doktor birakmamis, cocuk sahibi olursa belki de cocuguna krallar (veya prensesler gibi) davranacak aileler var. sonuc? sonucta bu iki farkli aile yapisinda buyuyen cok sayida genc incelenmis ve psikolojik veya zeka olarak aralarinda hicbir fark bulunamamis. bu bulgu belki tek basina bir sey ifade etmez ama yukarda bahsettigim ve asagida bahsedecegim diger arastirmalarla birlestirince ortaya yavas yavas net bir fotograf cikiyor.

    yapilan arastirmalar evlenme yasiyla bosanma arasinda guclu bir korelasyon oldugunu gosteriyor. bir ciftin evlenme yasi ne kadar yuksekse bosanma olasiligi da o kadar dusuk oluyor. ornegin 25 yasinin altinda evlenenlerde bosanma orani 35 yasinin uzerinde evlenenlere gore 2 kat dolaylarinda. bunun bir cok sebebi var ama en buyuk sebeplerden bazilari yasi ilerlemis insanlarin daha olgun olmasi, daha fazla hayat tecrubeleri olmasi, maddi olarak da daha oturmus olmalari olarak gosteriliyor. buna gore 35 yasinda cocuk sahibi olan biri 25 yasinda cocuk sahibi olan birine gore daha iyi bir veli olabilmeli degil midir? arastirmalar bunu da gostermiyor. bir insanin kac yasinda evlenip kac yasinda cocuk sahibi olduguyla cocugun psikolojik sagligi ve kisiligi arasinda hicbir iliski yok. bunun tek istisnasi belli bir yastan sonra yumurta ve sperm kalitesi dusen insanlar, ki o da genelde 40'li yaslardan sonra gorulen bir sey ve cocuk yetistirme stilinden cok biyolojik nedenleri olan bir olay.

    cocuklar buyurken cok onemli bir ders ogreniyorlar. o da ayni davranisin farkli mekanlarda farkli sonuclari oldugu. evde uslu duran bir cocuk arkadaslari arasinda gayet afacan olabiliyorken evde cok simartilip ortaligi ayaga kaldiran bir cocuk okulda ayni muameleyi goremeyince gayet sessiz sakin davranabiliyor. yapilan bir arastirmada bir cok cocugun evdeki karakteri ve davranislari anne ve babasi tarafindan not edilmis ve cesitli kategorilerde cocuga 10 uzerinden puan verilmis. daha sonra ayni cocuklarin okuldaki ogretmenlerine ve arkadaslarina da ayni anket verilmis ve ayni sekilde puanlamasi istenmis. iki tarafin ayni cocuklara verdigi puanlar arasindaki korelasyon 0.18 (en dusuk korelasyon 0.00, en yuksek korelasyon 1.00), yani bir cocugun evdeki ve okuldaki davranislari arasinda ortak nokta yok denecek kadar az.

    bir cocuk birden fazla ortamda kullananabilecegi birden fazla kisilik mi gelistirmektedir? sonucta bir cok insan farkli arkadas grubunun yaninda farkli davranislar sergileyebilir. cogu zaman insanlar en yakin arkadaslarinin yanindayken gosterdikleri davranislar henuz yeni tanistiklari biriyle olan davranislarindan farklidir. bu kisilerin farkli kisilige sahip oldugunu gostermez. kisilik ozellikle belli bir yastan sonra ayni boy, goz ve sac rengi gibi oturan ve pek degismeyen bir seydir. her ne kadar bu tartisilsa da yapilan arastirmalar bunu desteklemektedir. bu durumda birden fazla kisilige sahip olmak mumkun degildir. bir cocugun hayati boyunca bulundugu ortamlar o cocugun kisiliginin olusmasinda (genlerle beraber) rol oynayacaktir ve bir cocugun yasi buyudukce evinde gecirdigi zaman azalip diger ortamlarda diger insanlarla gecirdigi zaman artacagi icin evde anne babasinin onun buyumesine ve kisiligine olan etkisi giderek azalacak (genler haric), diger dis etkenlerin etkisi de giderek artacaktir. arastirmalar daha bebek yastaki cocuklarin bile farkli ortamlarda farkli sekillerde davranmayi ogrendigini gosteriyor.

    isvec'te cocuklar arasinda yapilan arastirmada bazilarinin evde yemek secip okulda/kreste hic yemek secmedigi, bazilarinin okulda/kreste yemek secip evde hic yemek secmedig ortaya cikti. ayni anda hem kres/okul ortaminda hem de evde yemek secme davranisinda bulunan cocuklarin toplama orani %8. yani en basitinden yemek secme davranisi bile farkli ortamlarda farkli sekillerde tezahur edebiliyor. cocuklar evdeki davranislarini evin disina tasimiyorsa cocuk anne babanin evdeki cocuk yetistirme tekniklerinden fazla etkilenmiyor demektir. isin daha da ilginci cocuklarini sadece ev ortaminda goren anne babalarin da bu gercegin farkina varamayacak olmasidir.

    bir insanin boyu, kilosu, goz ve sac rengi ne kadar fizikselse kisiligi de o kadar fiziksel. sanilanin aksine beynin disinda kisiligi etkileyen baska bir organ yok. zaten piyasadaki tum psikolojik ve kisilik bozukluklari da beyindeki belli basli kimyasallarin dengesizliginden, fazlaligindan veya azligindan olusuyor. bu durumda bir insanin boyunu, goz rengini ve sac rengini belli bir yastan sonra degistirmek nasil mumkun degilse, aynisi kisilik icin de gecerli. bir cocuk sarisin dogup sonradan koyu renkli saclara sahip olabilir ama belli bir yastan sonra sac rengi degismez, tamamen beyin yapisi ve beyindeki kimyasallarin dengesinden olusan "kisilik" denen sey de ayni sekildedir. gunumuzde ekmegini "kisilik bozukluklarini duzeltmekten" kazanan bir cok psikolog bu gercegi kabul etmiyor cunku bu durumda ekmeginden olacagini biliyor. zaten kisilik bozukluklarinin omur boyu devam etme sebebi de budur.

    genelde trafik kazalari veya is kazalarinda beyninde zarar goren ve travma olusan insanlarda kisilik degismesi gozlemlenir. ayni sekilde beyin ameliyati olanlarda veya beyninde tomur olan insanlarda da yastan bagimsiz olarak kisilik degismesi gozlemlenebilir. bu durumlar ekstrem durumlardir ve normal sartlar altinda belli bir yastan sonra boy, sac rengi, goz rengi nasil oturuyorsa kisilik ve zeka da ayni sekilde oturmaktadir.

    genelde psikologlar bir yetiskinin psikolojik sorunlariyla ilgilenince kucuklukten kalma anilarini sorarlar ve kucuklukten kalma anilarla o kisinin psikolojik sorunlari arasinda baglanti kurmaya calisirlar. ornegin asiri sakin, herkesin ensesine vurup lokmasini aldigi birinin gecmiste babasi sinirli ve agresif biriyse o kisiye "baban seni cok sindirmis" derlerken, tam tersi durumda, yani babasinin da cok mulayim oldugu durumlarda da "bu mulayimligi babandan ogrenmissin" diyebiliyorlar. yani ortada bir teori yok, "anne babanin x davranisi cocukta y sorununa sebep olur" diye bir hipotez de yok. sadece eldeki sorunlardan yola cikacak gecmisteki sorunlarla arada kopru kurulmaya calisiliyor ve bu yapilan bilimsellikten cok uzak.

    cocuklarin dil ogrenme sureci gercekten cok ilginc. yukarda bahsettigim gibi, bir aile herhangi bir ulkeden baska bir ulkeye tasininca ailedeki kucuk cocuklar tasinilan ulkenin dilini en az kendi dilleri kadar iyi bir sekilde ogrenebiliyorlar ve aksansiz sekilde konusabiliyorlar. ozellikle amerika'ya goc eden ailelerde yapilan arastirmalarda 5 yasinda veya daha once ulkeye gocen cocuklarin genel olarak anne babalarinin degil arkadaslarinin aksaniyla ingilizce konustugu ortaya cikti. mesela alabama'ya tasinan bir hindistanli cocuk buyurken eger yakin arkadaslari alabamaliysa redneck aksaniyla ingilizce konusurken michigan'a tasinan bir japon cocuk buyurken ailesinin aksanindan bagimsiz olarak midwest aksaniyla ingilizce konusabiliyor.

    dil ve dildeki kurallari (ornegin telafuz ve aksan) ogrenmek cocuk yetistirmenin bir parcasiysa anne babalarin cocuk yetistirme tarzinin bunda hicbir etkisi olmadigi cok acik. dil ogrenimi konusu diger cocuk yetistirme konularina gore daha ilginc cunku olayin icinde genlerin etkisi yok denecek kadar az oldugu icin bulunan iliskilerin genetik olup olmadigini kesfetmek zor degil. ornegin sinirli bir babanin sinirli bir cocugu olduysa bu genetik sebeplerden dolayi olabilir ama fransa'ya tasinan cinli bir ailenin 3 yasindaki cocugu birkac yil sonra kusursuz bir sekilde fransizca konusmaya basladiysa bunda genlerin etkisinin oldugu soylenemez, zira insanlarin genleriyle herhangi bir dili ogrenme arasinda iliski yok.

    ilginctir ki dilsiz ve sagir ailelerin cocuklarina bakildiginda bunu gormek mumkun. cogu zaman sagir ve dilsiz anne babalarin cocuklari gayet normal bir konusma ve dinleme yetenegine sahip olabiliyor ve bu cocuklarin dil ogrenmeleri sagir/dilsiz olmayan ailelerin cocuklarina gore hicbir eksiklik gostermiyor. cocuklar ailelerinin etkisi olsa da olmasa da bir sekilde yasadiklari yerin dilini ogreniyorlar ve bunda ailenin hemen hemen hicbir etkisi olmuyor. bu da cocukluk gelisiminde de ailenin cocuk yetistirme tarzinin ne kadar az rol oynadigina dair onlarca kanittan birisidir.

    james council adinda bir psikolog ilginc bir deneye imza atti. deneyde bir grup gencten once cocukluklarindan travmatik bir olayi hatirlayip bunun hakkinda dusunmelerini isteyen bay council, daha sonra bu kisilere travmatik olay hakkinda sorular sorduktan sonra bir sonraki asamada kisilik testi verdi. sonuclara gore cocuklugunda travma yasayanlar digerlerine gore daha depresif bir kisilige sahip oluyordu. yalniz deney burada bitmeyecekti. james counsil baska bir grup gence yine ayni sorulari bu kez farkli siralamayla sordu. once genclere kisilik testi verildi, sonra da cocukluklarinda gecirdikleri bir travmayi anlatmalari istendi. bu durumda yasanan travma ile kisilik arasinda hicbir iliski yoktu. demek ki ilk gruptaki ogrenciler travma yasadiklari icin depresif bir kisilige sahip degildi, bilakis testten once kendilerine travmatik bir anilari soruldugu icin kisilik testine dusuk moralle katildiklari icin sonuc boyle cikmisti. sonuc olarak kucuklukte yasanan bir cok travmanin kisilige etkisi yok denecek kadar azdi.

    zaten yapilan arastirmalarda bu sekilde bir cok problem bulunuyor. bir anne babaya cocuklarinin kisiligi hakkinda anket verirseniz o cocugu nasil yetistirdiyse cocugu oyle anlatacaktir, boylece arastirmacilar cocugun yetistirilis tarziyla kisiligi arasinda bir iliski oldugunu dusunecektir. halbuki cocuklarin anne babalari disinda kisiler, ornegin okuldaki ogretmen ve arkadaslarina ayni soru yoneltilince cevaplar genelde cok farkli oluyor, cunku cocuklar evde ve okulda ayni davranisi sergilemiyorlar. cogu zaman evdeki cocuk yetistirme tarzi ve cesitli ogretilerin etkisi cocuk evden disari cikar cikmaz ortadan kalkiyor. tabi soyle bir arguman da yapilabilir: "bir cocuk gununun cogunu nerede geciriyorsa kisiligi orada ortaya cikar" ve gunumuzde cocuklarin buyuk bir kismi 5 yasindan itibaren okula baslayip gunlerinin buyuk bir kismini ev disinda geciriyorlar.

    yapilan bir arastirmada anne babalara cocuk yetistirirken kullandiklari teknikler hakkinda sorular soruldu. daha sonra arastirmanin ikinci bolumunde bu anne babalar tarafindan yetistirilen cocuklara ayni sorular soruldu. boylece anne babalarla cocuklarinin bu konuda ayni fikirde olup olmadigi test edildi. ayni sorulara anne babalarin verdigi cevaplar ile cocuklarin verdigi cevaplar arasindaki korelasyon 0.07'ydi yani iki taraf arasinda hemen hemen hic ortak nokta yoktu. yani anne babalar cocuklarini "x" teknigiyle yetistirdigini dusunurken cocuklar "y" teknigiyle yetistirildiklerini dusunuyordu. mesela anne babalar evde esitlikci ve demokratik davrandiklarini dusunurken cocuklar anne babalarinin despotik davrandigini dusunebiliyordu. yani kullanilan teknikler konusunda bile bir konsensus olusmamisken cocuklarin bu yetistirme teknikleri sayesinde bir heykeltrasin elindeki tas parcasi gibi sekillenmesi kucuk bir ihtimal gibi gozukuyor.

    bati kulturlerinde anne babalar cocuk yetistirirken ozellikle cocugun uzerine dusmeye onem gosteriyorlar cunku cocugu yetistirirken bir yanlislik yapmalari sonucunda cocugun kisiliginin bozulacagi gibi bir korku mevcut. bu yuzden yemek yaparken nasil yemek tariflerinden yararlaniliyorsa cocuk yetistirirken de cocuk yetistirme kitaplarindan faydalaniliyor. dogu, latin ve afrika kulturlerinde ise boyle bir kaygi goremiyoruz. genelde bu toplumlarda kadere inanildigi ve sinif atlamak zor oldugu icin cocuklar yetistirilirken uzerlerine dusmek yerine kendi hallerine birakiliyorlar. hatta tarimla ilgilenen toplumlarda her cocugun gorevi kendisinden sonra gelen cocugun bakimiyla ilgilenmektir. aslinda bu eskiden tum kulturlerde kabul goren bir fikirdi. anne babalarin cocuklarin kisiligini bir heykeltras gibi sekillendirebilecegi fikri son 100-150 yilda ortaya cikan, freud ve benzeri kisilerin ortaya attigi bir fikir. bundan once bati kulturlerinde de cocuklari yetistirirken ozelden veya ekstradan bir caba gosterilmiyordu ve cocuk kendi haline birakiliyordu. kendi haline birakilan (burada kasit bir odaya kapatilip ac susuz birakilan cocuk degil, el ustunde tutulmayan, duse kalka buyumeyi ogrenen cocuktur) cocuklarin en az el bebek gul bebek yetistirilenler kadar saglikli ve kisilik sahibi oldugu bugun hemen hemen kimsenin karsi cikmadigi bir gercek. eskiden insanlar genlerin varligini bilmese de "kader" diyerek bazi seylerin dogustan geldigini anlayabilmisti.

    cocuk yetistirme teknikleri yuzyildan yuzyila buyuk degisiklikler gostermistir. ornegin 19. yuzyilda "cocuklarinizi fazla simartirsaniz tepenize cikarlar" seklinde bir hareket ortaya cikmisti ve gerek kiliselerde gerek egitim kurumlarinda kadinlara cocuklarini fazla simartmamalari, gerekirse cocuklarini kucaklarina almamalari, opmemeleri ve cocuk agladiginda kucaga alinarak simartilmamalari gerektigi ogretildi. 20. yuzyilin ikinci yarisinda da bunun tam tersi bir hareket yasandi ve annelere cocuklarina gosterebildikleri kadar sefkat ve sevgi gostermeleri, sevgilerini mumkun oldugunca cok yolla belli etmeleri, cocuklari gerekirse simartmalari ama hicbir konuda cocugun bir dedigini iki etmemeleri gerektigi telkin edilmeye baslandi. her dogan cocugun ozel oldugu ve digerlerinden farkli oldugu asilandi. bu iki donemde dogup buyuyen cocuklar ne kisilik ne de ruhsal saglik olarak birbirinden farksizdi cunku anne babalarin davranislarinin cocugun gelisimi uzerindeki etkileri cok sinirliydi.

    mesela davraniscilik akimina inanan psikolog ve egitimciler "aglayan bir cocugu kucaginiza alip severseniz cocugun aglayisini odullendirmis olacaksiniz ve cocuk her ilgi istediginde gurultulu bir sekilde aglamaya baslayacaktir, bu yuzden bunu yapmayin" derken diger kesimdeki psikolog ve egitimciler bunun tam tersini savunuyordu ve aglayan ve ilgi goremeyen bir cocugun travmatik bir cocukluk yasayacagindan, cocugun buyurken kimseye guvenemeyeceginden, insanlara olan saygi ve sevgisini yitireceginden ("annem bile bana en zor animda yardimci olmadiysa kimse olmaz" seklinde dusunerek) soz ediyordu. halbuki iki gorus de arastirmalar tarafindan desteklenmemisti ve sadece fikirden ibaretti.

    ortalama bir cocuk 4 yasina geldiginde beyninde ilginc gelismeler oluyor ve bu gelismeler sayesinde cocuk bir akli oldugunu, baskalarinin da ayni kendi gibi bir akla sahip oldugunu, kendisinin belli seylere inanabildigi gibi baskalarinin da inanabileceginin farkina variyor. cocuk bu yasta inandigi herseyin dogru olmayabilecegini, bazi konularda yanilabilecegini ve hatta diger insanlari da yaniltabilecegini anliyor. bu yasta cocuklar yalan soyleme ve hikaye uydurma yetenegini elde ediyorlar ve dogru olsa da olmasa da anlattiklari bazi seylere diger insanlarin da inanabilecegini goruyorlar. zaten cocuklarin kendi inandiklari herseyin dogru olmayabilecegini farketmeleri de bundan sonra gerceklesiyor ("eger ben birine bir yalan soyleyerek inandirabiliyorsam pekala baskalari da bana aynisi yapiyor olabilir" seklinde bir dusunce olusuyor). bu yasta cocuklar bir sey daha ogreniyorlar, o da evdeki gerceklerle disardaki gerceklerin uyusmayabilecegini. ornegin hindistanli bir ailenin ingiltere'de yasayan bir cocugu evde anne babasindan duydugu icin ineklerin kutsalligina inansa da evin disinda arkadaslari bu fikirle dalga gectigi icin ineklerin kutsalliginin sadece evin duvarlari arasinda gecerli bir gercek olabilecegini dusunebiliyor.

    eger 4 yasindaki bir cocugun aklina gore dogru ve yanlislar bulunulan ortama gore degisebiliyorsa bu durumda bir cocugun hayattaki rolu ve yapip yapmamasi gereken davranislar da evde ve disarda degisim gosterebilecektir. mesela evde aglayarak ve gurultu yaparak anne babasindan istedigini elde edebilen bir cocuk evin disinda aglayip zirlamalarinin faydadan cok zarar getirdigini ve insanlari kendisinden uzaklastirdigini gorunce evin disinda farkli bir kisilige burunecek ve evde yaptigi simarikliklari disarda yapmayacaktir. yine disarda yapilan bazi simarikliklar da evde yapilmayacaktir. boylece cocugun evdeki kisiligi ile evin disindaki kisiligi arasinda bir farklilasma ortaya cikacaktir ve yas ilerledikce bu farklilasma artarak devam edecektir.

    bu yaslardan sonra cocuklar birbirlerinden etkilenmeye basliyorlar ve en basta sadece kendi cinsiyetinden arkadas edinen cocuklar daha sonra karsi cinsiyetten arkadas sahibi de olmaya basliyorlar. bu asamada bir erkegin veya bir kizin nasil davranmasi gerektigini, karsi cinsle kendi cinsi arasindaki benzerlikleri ve farklari ogrenen cocuklarin kisiligi yavas yavas bu tecrubeler ekseninde gelismeye ve oturmaya basliyor. tabi bu oturma islemi bir gunde tamamlanan bir islem olmak yerine 15-20 yil devam edecek olan bir surectir ve 20'li yaslarin ortasina kadar devam edecektir.

    genler burada kisiligi hem direk (direkt diyenler de var) hem de dolayli yollarla etkileyebilir. ornegin genetik olarak utangac olan biri insanlardan genel olarak uzak duracaktir ve bu da onun utangacligini arttiracaktir. genetik olarak insanlarla icli disli olmayi seven biri surekli insanlarla takilacak ve bu yonu yukselecektir. risk almayi seven biri ekstrem sporlarla ilgilenecektir, kitap okumayi seven biri kitap okuyacaktir. boylece genlerin actigi yolda ilerleyen kisilik her ne kadar davranislarla ve etkilesimlerle sekillenmeye devam etse de bunda genler dolayli bir rol oynamaya devam edecektir.

    tarihsel ve evrimsel olarak baktigimizda, insanlar 5-6 milyon yildir dogadalar ve bugun dunyada varligini surduren toplumlarin hemen hemen hepsi icin bu uzun donemin sadece son 1-2 bin yili yerlesik hayat duzeniyle gecmistir. insanlar 5-6 milyonluk tarihinin neredeyse tamamina yakininda kucuk topluluklar halinde gocebe ve avci bir yasam tarzi edinmistir ve yerlesik hayata gecilip tarimla ilgilenilen donemde bile cocuklar acisindan degisen cok az sey olmustur. bu donemde cocuklar kucuk yasta hem ailelerine hem de topluma yararli birer birey olmanin yarisi icindedir. ornegin henuz 5-6 yaslarindaki bir cocuk bile ya avlanmakta olan ya da tarimcilikla beslenmekte olan topluma bir faydasi bulunmamasi durumunda karninin doymayacagini ogrenmekteydi. kucuk yasta yasadigi toplumun faydalanabilecegi bir yetenek kazanan veya kendini egiten cocuklar uzun sure mutlu bir sekilde yasayacak, ve yaslari ilerlediginde de en guzel ve en cok arzulanan kadinlarla evleneceklerdi. bu durumda bir cocugun sadece anne babasindan degil ayni zamanda yasadigi toplumun ileri gelen insanlarindan ve kendilerinden daha yetenekli olan arkadaslarindan da ogrenecek cok seyi vardi.

    lord of the flies yani sineklerin efendisi kitabini herkes bilir. kitapta bir grup cocuk issiz adaya dusuyor ve yetiskinlerin olmadigi adada yasam mucadelesi veren gruplar arasinda catismalr cikiyor ve isler karisiyor. kitabi okumak isteyenler olabilecegi icin spoiler vermek istemiyorum ama bu kitap yayinlandiginda cok sayida tartismaya sebep olmustu. insanlar boyle bir durumda olaylarin gercekten de kitapta yazdigi gibi gerceklesip gerceklesmeyecegini, sonuclarin nasil olacagini tartisiyordu. iste o gunlerde bilimadamlari bunu bir deneyle arastirmaya karar verdiler. boylece ortaya psikoloji derslerinde siklikla okutulan robbers cave deneyi cikti. bu deneyi yapan dunyaca unlu arastirmaci muzaffer serif'ten baskasi degildi.

    bu deney icin toplam 22 tane beyaz ve protestan erkek cocuk secilmisti. bu erkekler boy, kilo, dini inanc, beslenme aliskanligi, dunya gorusu, aile yapisi, maddi durum gibi bir cok kriterde birbirine esit veya cok yakin seviyedeydi. cocuklari birbirine cok yakin seviyede olacak sekilde secmenin amaci ortaya cikabilecek farkliliklarin sinif farkliligindan olmasinin onune gecmekti. bu cocuklarin tamami okulda basariliydi ve iq'lari ortalamanin uzerindeydi. cocuklarin hepsi oklahoma'da dogup buyumustu ve ayni aksani kullaniyordu. cocuklar arasinda gozluklu veya sisman yoktu. boylece cocuklar icinde bir grubun diger grubu ezebilecegi veya asagilayabilecegi hicbir sey yoktu.

    cocuklar rastgele 11'er kisiden olusan 2 gruba ayrildilar ve oklahoma'nin ormanlik bir alanina otobusle goturulduler. bu cocuklar bir deneyin parcasi olduklarini bilmiyorlardi ve bir kamp gezisinin bir parcasi olduklarini saniyorlardi. bu uc haftalik kamp boyunca birbiriyle ayni ozelliklere sahip iki grubun birbirine nasil davranacagi merak konusuydu ve arastirmacilar her davranisin notunu tutacakti.

    deney oldukca ilginc bir sekilde dizayn edilmisti. ilk hafta iki grup ogrenci kamp yerine 2 farkli otobusle geldi ve iki grup birbirinden birkac km mesafede kamp kurdu. yine ilk hafta boyunca gruplarin birbirini gormemesi saglanacakti. boylece iki grup da bolgedeki tek grubun kendisi oldugunu dusunecekti. ikinci haftanin basinda cocuklara orada bir baska grubun oldugunu ve o grupla rekabet halinde olduklari soylenecekti. arastirmacilar ilk hafta cocuklarin kendi gruplarindan arkadaslariyla nasil davrandigini, ikinci hafta da diger gruplarda rakip olarak gordukleri cocuklara karsi nasil davrandigini inceleyecekti.

    arastirmacilar burada cocuklarin ilk hafta sessiz sakin ve hic sorunsuz gecinecegini, ikinci hafta biraz heyecanlanip karsi gruba karsi bileylenecegini, ucuncu hafta da dusmanlikla karisik bir rekabet ortami cikacagini tahmin etmisti ama isler tahmin edilenden cok daha hizli ilerleyecekti. daha ilk haftanin sonunda cocuklar ormanda kamp yapan baska bir grubun oldugunu duyar duymaz "onlari bulup buradan atmaliyiz ki orman tamamen bize kalsin" diye konusmaya baslayacakti. ikinci haftada iki grup arasinda yarisma ve spor musabakalari baslayinca taraflarin birbirine hakaret etmesi, itisme ve kakismalar, tehditler havada ucusmaya basladi. daha once hic karsilasmamis olan ve demografik olarak tamamen ayni ozelliklere sahip olan ve tek olayi kura sonucu 2 farkli gruba ayrilmis olan gencler birbirine dusman bilenmisti. boyle bir durumda bile bu kadar dusmanlik ortaya cikiyorsa gruplarin farkli dinlerden, milletlerden, irklardan...vs olmasi sonucu ortaya cikacak olan dusmanlik tabi ki cok daha fazla olacakti.

    bir beyzbol macindan sonra maci kaybeden taraftaki cocuklar sinirlenip karsi tarafin bayragini calmisti ve bunu yakarak sinirlerini mumkun oldugunca belli etmisti. bu da iki grup arasindaki rekabet ortamini daha da kizistiracakti. bir gece gruplardan biri digerinin kamp yerine "baskin" yaparak yataklari ters cevirip, cocuklarin giyecek ve yiyeceklerinin bir kismini caldiktan sonra ertesi gun diger grup bu gruba baskin yapti ve iki grup birbirine girme noktasina geldi. gruplar artik savunma pozisyonu aldilar ve kamplarinin etrafina bubi tuzaklari kurup "dusman saldirisina karsi" hazirlanmak icin tas ve sopa toplamaya basladilar. beyzbol oynamak icin getirilen sopalar artik silah haline gelmisti.

    arastirmacilar isler cigrindan cikmadan iki grubu bir araya getirip baris ortami saglanmasi icin harekete gectiler. once iki grup ogle yemegi sirasinda bir araya getirildi ve beraberce yemek yemeleri saglandi. tabi bu sirada yemek kavgalari cikti ve iki grup hem siradayken hem yerken birbirine nesneler firlatmaya basladi. arastirmacilar iki grubu bir araya getirmenin en kolay yolunun ortak bir dusman yaratmak oldugunu biliyorlardi. bu yuzden cocuklara "disardan birileri iki kampa da saldirdi, su sistemimiz islemez hale geldi, beraberce kampin her tarafini arayip kanit toplamamiz lazim" denince iki grup aralarindaki dusmanligi birakip ortak dusmana karsi mucadeleye basladi. kisaca ortaya ortak bir dusman olunca cocuklar "tatava" yapmayi birakip birlesme karari almisti.

    yukardaki deney sanki "afacanlar kampta" tarzi bir cocuk filminden firlamis bir senaryoya benziyor ama bu deney gercekten de ilginc konulara temas ediyor. cocuklar ailelerinden gordukleri yetistirilis tarzindan bagimsiz olarak daha yeni tanismis olduklari arkadaslarini "bizim grup" diger insanlari da "dusman grup" olarak gorup bir anda buna gore bir kisilik gelistirebiliyor. cunku cocuklar farkli ortamlarda farkli sekilde davranabileceklerinin farkindalar ve farkli ortamlarda farkli davranislarin farkli sonuclar getirecegini bildikleri icin evdeki davranislarini disariya tasimiyorlar. bu da zamanla evde ogrenilen ogretilerin arkadas cevresinde ogrenilenlerle degistirilmesi ve zaman icinde evde ogrenilen bir cok seyin evin disinda unutulmasi anlamina geliyor. yillar sonra yapilan zimbardo deneyi bize sadece kucuk cocuklarin degil universiteli genclerin de (ustelik dunya'nin onde gelen universitelerinden stanford universitesi) kisa sure icinde "biz" ve "onlar" diye ayrilip karsi tarafa iskence etmekten de cekinmeyecegini gosterdi.

    toplumda her alt grubun kendine ait yazili olmayan kurallari, adetleri, gelenekleri ve normlari bulunur. insanlar henuz cocuk yastayken bile bu gruplara katildiklarinda bu kurallara mumkun oldugunca uymalari gerektigini, kurallara uymamalari durumunda dislanacaklarini bilirler. bu yuzden bir cocuk cesitli ortamlara girip ciktikca ailesinden bagimsiz olarak o yerlerin kurallarini ogrenir ve ona gore davranir. ornegin cocuklar kutuphanede sessiz olmalari gerektigini, konserlerde bagira bagira sarki soyleyebileceklerini kimse onlara soylemese bile ortami izleyerek birkac dakika icinde anlayabilirler. boylece her ortamin ayri kurali oldugunu goren cocuk, evde ogrendigi kurallarin ve normlarin sadece ev icinde gecerli oldugunu, evin disindaki dunyanin cok farkli oldugunu kesfetmeye baslar.

    solomon asch ilginc bir deneyle insanlarin bulunduklari ortama uymak icin kendi benliklerinden bile vazgecebileceklerini gostermisti. deneyde bir odaya 8 genc girmisti ve bu genclere cesitli sekiller gosterilip fikirleri sorulmustu. bu 8 gencten 7 tanesi solomon asch'in parayla tuttugu ve rol yapan kisilerdi ve sadece 1 kisi aslinda deneyin parcasiydi. deneklere, ornegin, boyutlari bariz bir sekilde farkli olan 2 cubuk gosterildip hangisinin daha uzun oldugu soruldugunda onceden tutulmus 7 kisinin tamami aslinda kisa olan cubugu sececekti. boylece deneye katilan gencin bariz olarak gozleriyle gordugu cubugu mu yoksa herkesin sectigi cubugu mu sectigi ortaya cikacakti. deneyin sonunda genclerin cogu gozleriyle net bir sekilde gormesine ragmen cogunluk ne dediyse onu tercih etmisti. insanlar bariz bir sekilde a cubugunun b cubugundan uzun oldugunu gorseler de ust uste 7 kisi b cubugu daha uzun deyince "b cubugu daha uzun olmali, bu kadar insan yaniliyor olamaz" deyip b cubugunu seciyorlardi. gozle gorulen bu kadar bariz bir konuda bile insanlar cogunlukla ayni fikirde olma durumunda kaliyorsa insanlarin bariz bir sekilde goremedigi seylerde cogunluga uyulmasi gayet normaldir. ornegin herkesin tanri'ya inandigi bir ortamda bir cocuk ailesi kendisine ogretse de ogretmese de tanri'nin varligina inanmaya baslayabilir. kimsenin tanri'ya inanmadigi ortamlarda tam tersi gorulebilir. cogu zaman yetiskinler bile farkli arkadas gruplarinin yaninda farkli davranabiliyor.

    cocuk yetiskin demeden insanlarin (hatta hayvanlarin da) olusturdugu hemen hemen tum gruplarda onceden secilmis bir lider yoksa zamanla bir lider profili olusur. genelde dominant kisilige sahip olan biri grubun liderligini ele gecirir. tabi bu liderlik her zaman yazili bir liderlik degildir. ornegin bir arkadas grubunda tum partileri ve gidilecek yerleri tertip eden, herkesin sozunu dinledigi kisi "ben liderim" dese de demese de grubun lideri olabiliyor. cogu zaman gruplarin liderlerinin kim oldugu acik acik belirtilmese de o grubu biraz izleyen biri bu kisiyi gorebiliyor. iste cocuklarin katildigi cesitli arkadas gruplarindaki liderler de bu kisinin gelisiminde buyuk rol oynamaya basliyor. bir sure sonra gruplarda ikinci veya ucuncu liderler ortaya cikinca grup da bolunmeye basliyor ve ortaya yeni liderler altinda yeni gruplar cikiyor. boylece arkadas gruplari degistikce uyelerin meyili de degisiklikler gosterebiliyor.

    ilginctir ki normalde gruplarda liderligi en karizmatik ve en cok sozu dinlenen kisiler aliyor ama yukarda bahsettigim kamp deneyinde tum ogrenciler karakter, zenginlik, boy, yakisiklilik gibi kriterlerde esitti ve ozellikle boyle secilmisti. buna ragmen bu deneyde de her iki grupta da sozu dinlenen liderler ortaya cikmisti ve cocuklarin davranislari bu liderlerin davranislariyla sekillenmisti. ailenin cocuk yetistiris tarzi burada hic rol oynamamisti veya yok denecek kadar az rol oynamisti. bir insan hayati boyunca hem ayni zamanda hem de farkli zamanlarda bir cok grubun uyesi olabilir. ornegin karma bir sinifta ders goren 16 yasindaki sarisin bir erkek ayni anda hem erkekler grubuna, hem sarisinlar grubuna, hem 16 yasindakiler gurubuna, hem de o anda siyasi gorusu, tuttugu takim, oynadigi spor, dini gorusu, dinledigi muzik turu neyse onlarla ayni fikirleri paylasan kisilerin gruplarina aittir. zaman zaman bir kisinin uye oldugu gruplardan biri digerine gore daha baskin da olabilir. ornegin siyahi bir erkek bazen erkek grubuna (diger erkeklerle takilirken) bazen siyah (diger siyahlarla takilirken) grubuna daha meyilli olabilir. ornegin solcu bir grup mac izlemek icin disari cikip bir kafeye geldiginde grubun yarisi bir takimi diger yarisi diger takimi tutuyorsa kafeye girene kadar solculuk semsiyesi altinda tek grupta bulunan kisiler iki gruba ayrilacaktir. tabi ki mac bittikten sonra yeniden tek grup haline gelinecektir.

    peki butun bunlar ne anlama geliyor? bir cocuk buyurken o cocugun kisiligi buyuk olcude genler ve ev disinda girip ciktigi ortamlar tarafindan sekilleniyorsa ve ailenin o cocugun gelisimindeki rolu kucukse, o zaman aile gereksiz midir? anne babalar cocuklarini sokaga birakip tamamen kendi haline mi birakmalidir? tabi ki hayir. oncelikle bir cocugun girip ciktigi ortamlari da aile belirler. mesela cocugunu suc oranlarinin yuksek oldugu, uyusturucu kullaniminin yuksek oldugu belali bir okula gonderen bir aile cocugun gelisiminde dolayli yoldan kotu rol oynamistir. yine cocugunu duzgun, guvenli ve temiz bir okula gonderen bir aile, en azindan cocuklarinin daha duzgun arkadaslar edinmesine yardimci olacaktir. suc orani yuksek ve tehlikeli bir mahalle yerine sakin ve guvenli bir yerde ev bulan bir aile cocuklarinin arkadas cevresinde buyuk rol oynayacaktir. yani bir ailenin cocuk yetistirirken oynadigi en buyuk rol dolayli yoldur ve o cocuga saglanan ortamla alakalidir. yoksa cocuga konulan "aksam 10'da yatacaksin" "yemegini bitirmeden tatli yemek yok" gibi kurallarin cocuk gelisimine olan etkisi yok kadar az olacaktir.
282 entry daha
hesabın var mı? giriş yap