8 entry daha
  • kapitalizmin iş düzeni üzerinden kurduğu siyasal ve psikolojik tahakküm ilişkilerini kusursuz bir biçimde açıklayan antropolog.

    graber, mayıs 2012’de istanbul ’a gelmişti. hrant dink anısına düzenlenen, “toplumsal protestoların yeni biçimleri” konulu çalıştayda konuşmuştu. “wall street’i işgal et” hareketinin nasıl finans kapitalizminin kalbinde, birdenbire “hayatın olağan akışını” altüst ettiğini, finans emme-basma tulumbası içinde gününü bütünüyle anlamsız işlerde didişerek tüketen insanların, nasıl bu protesto eylemiyle birlikte kendilerini, rutinlerini, yaptıklarının anlamını sorgulamaya başladıklarını anlatmıştı. sihirli bir değnek değmişcesine, böyle bir eylemle her şeyin bir anda değişeceğini beklemek elbette aptallıktan başka bir şey olmaz, ama değişim de her şeyden önce insanların tahayyül dünyalarını sarsmakla, doğal ya da olağan kabul edilenin sorgulanmasıyla başlar.

    pırıltılı b.ktan işler

    graeber, ingilizce başlığı ‘bullshit jobs’ olan yazısında, karın tokluğuna, hatta yarı aç çalışılan kötü, tehlikeli ve yorucu işleri ele almıyor. tersine, günümüz toplumunda arzulanır iş konumunda olan saygın işleri ve bunların toplumsal yararını sorguluyor. son 40 yılda finans, pazarlama, iletişim, şirketler hukuku, insan kaynakları, halkla ilişkiler, vb. alanlarında istihdam hızla arttı. bunlar pırıltılı meslek olarak algılandılar. graeber, bu mesleklerin insanlara, topluma “hizmet” sektörü içinde sayılmalarının yanlış olduğunu, aslında geniş anlamıyla idare sektörünün parçası olduklarını belirtiyor. olmasalar eksiğini duymayacağımız işler olarak tanımlıyor. günlerini bu anlamsız ve gereksiz işlerde harcayan insan sayısı arttıkça, onların zamanları kalmadığı için karşılayamadıkları ihtiyaçları sağlayan anlamsız bir hizmet yan sektörü de buna katıyor. “gereksiz, anlamsız” bu işlerde istihdam bir yüzyılda baş döndürücü biçimde artarken, topluluğa gerçekten yararı olan işlerde ise aynı hızda azalma olmasına dikkat çekiyor. tarımda, sanayide, eviçi hizmetler alanında hızla artan emek üretkenliği istihdamı azaltırken, keynes’in 1930’lardaki öngörüsünün somut koşulları 20. yüzyıl sonunda yerine gelmesine rağmen, neden gerçekleşmediğini sorguluyor.
    keynes, yüzyıl sonunda teknolojik gelişmenin sanayileşmiş ülkelerde haftada 15 saat çalışmaya olanak sağlayacağını öngörmüştü. graeber, teknolojik değişimin bunu sağlayacak olanakları gerçekten yarattığını ama nedense teknolojinin hepimizi daha fazla çalıştıracak şekilde düzenlendiğini hatırlatıyor. bunun için, gereksiz, anlamsız, -argo diliyle b.ktan- işler icat edildiğini iddia ediyor. insanların giderek artan bir bölümü gelişmiş ülkelerde, içten içe gereksiz, anlamsız buldukları bu idari işlerde çalışıyor. graeber, bunun sonucunun ahlaki ve düşünsel bir yıkım olduğunu vurguluyor.

    emekçilere kin

    bir yanda insanlar acımasızca işten çıkarılırken, diğer yanda “evrak işleriyle” meşgul insanların sayısının artmasının arkasında herhalde bir neden var. gerçekten işlerin yürümesini, topluluk için somut yararı olan işlerin yapılmasını sağlayan emekçiler mecburi işsizliğe, düşük ücretlere, sürekli sosyal hak kırpılmalarına mahkum olurken, bu idari nitelikteki işlerle meşgul olanlar haftada 50 saatten az çalışmıyor ve sayıları sürekli artıyor. graeber, aslında bu işlerde çalışanların gerçekten 15-20 saat çalıştıklarını, zamanlarının geri kalanını motivasyon seminerleri düzenlemek veya bunlara katılmak, facebook profillerini yenilemek, tv dizilerinin sezonluk paketlerini indirmek ve türlü çeşit sitede dolaşmakla geçirdiklerini iddia ediyor. o zaman neden ortalama çalışma süresinin azalmasına direniyor kapitalist sistem? bir yandan üretken emeği giderek devredışı bırakırken, diğer yandan neden parıltılı gereksiz işler yaratıyor? graeber bu çelişkili durumu, egemen sınıfın mutlu ve üretken bir topluluğun boş vakti olduğunda son derece büyük bir tehlike arz ettiğini zaman içinde anlamış olmasıyla izah ediyor. aynı zamanda, bu yönetici, beyaz yakalı sorumlu konumunda, görünüşte cafcaflı işler yapan kişilerin büyük çoğunluğunun aslında yaptıkları işlerin değersizliğinin, anlamsızlığının da farkında olduklarını belirtiyor. bu nedenle de gerçek, üretken emekçilere karşı kin ve öfke duyuyorlar.
    onların daha fazla ezilip sömürülmesine yol açacak politikaları destekliyorlar. mali kapitalizmin egemenliği bu toplumsal yarılma sayesinde devam ediyor. “egemen sınıfın duyarlıkları, perspektifleri ve mali simgeleriyle özdeşleşen bireyler yaratmak için tasarlanmış pozisyonlarda, esasında hiçbir şey yapmadan para kazanan ama aynı zamanda toplumsal kıymeti inkâr edilmez işler yapanlara kin güden” bu geniş toplumsal tabaka ile acımasızca sömürülen ya da işsizliğe mahkum edilerek terörize edilen bir toplumsal kesim arasındaki yarılma bu. zannetmeyin ki sadece ileri kapitalizm ülkelerine özgü bu durum. etrafınıza bu gözle bakın, insanları bu perspektiften bir konuşturun, ne kadar çok boş ve anlamsız ama adı prestijli işlerde ömür tüketildiğini ve çoğu insanın aslında bunun farkında olduğunu göreceksiniz.

    graeber, çalışma ideolojisini sorgulamanın kapitalizmin en güçlü siyasal temellerinden birini sarsmak demek olduğunu bize hatırlatıyor.
26 entry daha
hesabın var mı? giriş yap