328 entry daha
  • lüleburgaz'daki adama bir haftadır uyku uyutmayan ilçe.

    ben askerliğimi ankara'da, askerden çok fazla sivil memurun bulunduğu bir kışlada yaptım. gazetecilik mezunu olmanın sıkıntılı tarafları insanın karşısına devamlı çıkıyor, burada da nasibimi aldım. kendi tertibim olan arkadaşlar memurların yanında görev alırken ben sırf bölümümden dolayı göz önünde bulunmayayım, yarın öbür gün gazeteci olursam burada görebileceğim sıkıntılı şeyleri yazmayayım diye gece kollukçusu yapıldım.

    bilmeyenler için anlatayım, gece kollukçusu kulelerde nöbet tutan askerlerin değişiminden ve var ise eğer kışla içerisindeki depoların gözetiminden sorumludur. silahlıkta, koğuşlar bölgesinde, depolar bölgesinde, santralde ve nizamiyede bulunan nöbet defterlerini imzalayıp nöbetçileri değiştirir.

    gece nöbetçileri en sıkıntılı, ortalıkta en az görülmesi gereken tiplerdir. bunun için gece görevlendirilip gündüz uyutulurlar.

    hacı ile burada tanıştım ben. cizreli. hacı iri, hacı kuvvetli, hacı kaba, hacı nobran. konuşmaz, dokunmaz, kavgaya bile karışmaz; sadece bakar. sert bakar ama. bakınca kavgaları bile ayırır. öyle bir bakar ki albay'a siktir çeken er bile susup kalır karşısında.

    -24 derecede, sabaha karşı kolluk atarken dışarıda gördüm bir gece ağlarken. allah allah. ulan hacı nasıl ağlar? kimi astsubayların bile çekindiği bir adam neden ağlar? bişey diyemedim, çekip gittim o gece.

    ertesi gece yine aynı. dayanamadım, gittim yanına. "hayırdır hacı?" dedim. bi bebek fotoğrafı gösterdi. düşük çözünürlüklü bi telefonla çekilmiş, çarşı izninde internet kafeden çıktısını almış; belli. "benim." dedi, "herab, ölecek.". ben anlattım, o dinledi o gece. ara sıra başını salladı, ara sıra tekrar ağladı.

    ertesi günün akşamında yine gittim yanına. "bebek nasıl?" diyorum başını sağa sola sallıyor. "öldü mü?" diyorum, tekrar sağa sola, "iyi mi?" diyorum yine sağa sola. rıdvan vardı vanlı, kürtçe'yi aç kalmayacak kadar öğretti bana 6 ayda. "abi" dedi, "napisen?, "konuşuyoruz." dedim. "biramin" dedi, "gundidir o, hiç türkçe bilmez. ondan nizamiyede." geldi, tercümanlık yaptı rıdvan. ben sordum, rıdvan çevirdi, hacı cevapladı. kızı mardin'e götürüp hastahaneye yatırmışlar, iyiye gidiyormuş. nöbet değişikliği saatine doğru ayaklandım ben, onlar da kalktılar. koluna hafifçe vurdum hacı'nın, o da elini omzuma attı. şöyle bi gülümsedi. ulan acaba kız iyiye gidiyor diye mi gülümsedi, yoksa dostça bana mı gülümsedi?

    cizre taraflarında bir mezrada doğmuş hacı. 18 yaşına kadar hayvan alıp satmak dışında cizre'ye bile inmemiş. 18'inde evlendirmişler, cizre merkeze yerleştirmişler. askere gelirken karısını 3 aylık hamile evde bırakmış.

    çok az kelime bilirdi hacı. hayatında cizre'ye bile en fazla 10 kere gitmiş adam ne bilsin? komutan, içtima, nöbet, kışla, çarşı, yemekhane yatakhane, mermi, mazgal, emredin, emredersiniz, sağ ol. hepsi bu kadar.

    her nöbet değişiminde doldur - boşalt istasyonuna gittiğimden olsa gerek "kurma kolu" derdi bana. "lan olm," derdim işaret ederek; "sen hacı, ben metin." başını sağa sola sallardı her seferinde. "ben hacı," derdi, "sen kurma kolu." her seferinde yarılırdık.

    "kurma kolu, cigaram heye?" derdi, sigara isterdi. "tınne." derdim, vermezdim. gülerdi. "para tınne, karı tınne, cigara tınne, sıkıntı zaf, roj zaf." derdim. para da karı da sigara da yok; şafak karanlık, sıkıntı çok demek isterdim. buna çok gülerdi. hasiktir demeyi bilmezdi lan. hasiktir denilecek durumlarda uzun uzun yüzüme bakar, "kurma kolu çek bırak!" derdi adam.

    astsubay vardı bi tane, kulakları çınlasın. "lan olm sevişiyonuz mu karanlıkta, nabıyonuz amına koyayım?" derdi. nöbetçi olduğu bi gece arkamızdan yürüyerek takip etmiş bizi, o gece nöbetçi olan bölük komutanımız nizamiye'ye gelip hacı'nın olmadığını görünce "komutanım bunlar ikisi de deli amına koyayım. biri kürtçe bilmiyo, biri türkçe bilmiyo; ha bire bişeyler konuşuyolar, ellemeyelim." demiş. gülüşmüşler.

    çok dertleştik hacı'yla. geceleri nöbet değişimine giderken ben nöbeti yoksa eğer o da gelirdi benimle. komutanlar da göz yumardı, bütün kışlayı gezerdik. o kürtçe anlatırdı, ben türkçe anlatırdım. onaylamamamız gereken şeylere olur, onaylamamız gereken şeylere olmaz anlamına gelen tepkiler verirdik. anlatan dinleyene ters ters bakardı önce, sonra gecenin kör vaktinde, ankara ayazında gülmekten katılırdık.

    benim kalbim bir haftadır cizre'de atıyor arkadaş. uyku uyuyamıyorum amına koyayım. vurmayın lan hacı'yı.
    kürt'tü; üstelik türkçe de bilmezdi ama askerliğini adam gibi yaptı hacı.
    eşine, çocuğuna kavuşmaktan başka isteği yoktu.
    bir an önce kavuşayım diye izin kullanmadı.
    vurmayın hacı'yı, vurmasınlar.
    yeni kavuştu sevdiklerine.

    edit: hacı'ya hala ulaşamamış olsam da olayların biraz da olsa sakinlemiş olması sevindirici.
    edit2: (bkz: mardin tekir köy okuluna yardım kampanyası)
597 entry daha
hesabın var mı? giriş yap