27 entry daha
  • bugün şahit olduğum, sözlükte başlığını görünce müthiş şaşırdığım durum. ortaokuldaki sevgilimin mal gibi bir herifle evlendiğini ve hatta o sofistike benliğini bir kenara bırakıp, kocasıyla ortak facebook profili kullandığını görünce hayal kırıklığına uğradım.

    kendisine bir bahçeden gül koklar gibi değil, vaat edilmemiş toprakları fetheder gibi sahip olmuştum. ders aralarında dimdirekt yanına gidip başına ekşiyordum. o furkan diye bir çocuktan hoşlanıyordu. çocuk derken, gerçekten çocuk. ben de çocuktum, o da çocuktu, hepimiz çocuktuk, zira ortaokuldaydık. neyse ki furkan durumdan haberdar değildi. aslında açık bir şey de yoktu ama davranışlardan yapılan çıkarım o yöndeydi.

    başlangıçta aramızda hiçbir bağ yoktu. sadece kızın (şimdi adını vermek istemediğim için ayşe diyeyim) böceklerden korktuğunu ve tiksindiğini biliyordum. bunu bildiğim için, bahar aylarında okulun bahçesinden topladığım çekirge ölülerini, hamamböceklerini falan bakkaldan yüz tane aldığım çerez poşetlerinden birine koyuyordum. bu poşeti de kıza veriyordum. avını yakaladıktan sonra sahibine götüren bir kedi gibi, her fırsatta, usanmadan sırasına muhtelif böcekler bırakıyordum. kızın benden nefret etmesi gerekirdi ama ona ulaşmamın tek yolu buydu. bana karşı hissettiği şey nefret bile olsa hoşuma gidiyordu. xx kromozomu yönünden kısır bir imam hatip lisesinin ortaokul bölümünün tartışmasız en güzel kızıydı. üst sınıflar bile göstere göstere kıza yavşıyordu. benimse yaptığım tek şey, yanacağımı bile bile ateşi canlı tutmaktı. o benim ateşimdi; o ateşi ben yakmıştım ve başkalarının hissettiği serin esintilerden daha güçlü bir his veriyordu. kız her gün böceğini aldıktan sonra bana vurmaya başlıyordu. bacaklarım, dizlerim yara içindeydi. saçlarım yolunuyordu. muhtelif yerlerimde çimdirilmekten kaynaklanan morluklar vardı. benim için birer zafer nişanıydı bunlar. kızı ayarlayabileceğini iddia eden kimsede böyle işaretler yoktu. muhtelif darbeler alıyordum ama zafere yaklaştığımı hissediyordum. geceleri odamda vücudumdaki yaralara, morluklara bakıyordum. dizimin hemen altında ayşe'nin diğer kızlara kıyasla büyük ayaklarını (neredeyse aynı boydaydık) kaplayan kaba çizmelerin yardımıyla, bütün gücünü kullanarak vurması sonucu oluşan bir morluk vardı. o morluğu okşuyordum. o benim bedenimde iz bırakıyordu, ben de onun zihninde.

    her gün kızdan dayak yiye yiye, sonunda belirli bir düzeyde samimi olmuştuk. bir gün yemekhanede tek başına yakaladım onu. "beni her gün dövüyorsun ama ben seni seviyorum. bu kadar zarar vermene rağmen seni sevecek biri olabilir mi?" türünde bir soru sorduğumda, ayşe her zamankinden daha sert vurdu. bu sefer direkt yüzüme tokat atmıştı.

    korkuyordu zavallıcık. imam hatip gibi muhafazakar bir okulda adının çıkacak olması onu tedirgin ediyordu. halbuki birlikte porno film çekecek halimiz yoktu. sevgili olsak dahi el ele tutuşmamız bile şüpheliydi. sadece benimle konuşması bile benim için yeterliydi. kaldı ki havalı bir insandım. okulun futbol ve basketbol takımında oynayan tek kişiydim. her dersten 5 alan ama piçlikten de asla geri kalmayan biri olarak benden daha iyisini bulma şansı sıfıra yakındı. o ise nefret ettiğini göstermek için her şeyi yapıyordu. buna rağmen asla yılmıyordum. her gün son ders bittiğinde gözlerimi ona kilitliyordum. nereye gitse takip ediyordum. evi en kadim elf lisanında bile anasının amı diye tabir edilebilecek bir yerde olmasına ve kızın evine yürüyerek gitmesine rağmen, bisikletimi okulda bırakıp onunla yürüyordum. yollarda kıza döktüğüm dili biri görse, silah zoruyla kızı bana ayarlardı. bir keresinde yağmurdan yolların kenarlarında ayak bileği yüksekliğinde suların olduğu bir gün kaldırımdan inmesi için suya yatabileceğimi söyledim. bu teklifimle onu ikna etmiş gibi görünüyordum. "suya yatmadan beni indirebilir misin" diye sordu. ayakkabılarımı ve çantamı su birikintisinin içine koydum. onlara basarak kaldırımdan indi. sonra o ayakkabıları giyip onun yanında yürüdüm. şimdi olsa hiçbir kızın peşinden böylesine koşmam ama o zamanlar okulun en güzel kızını ayarlayacak olmanın verdiği hırsla çılgına dönmüştüm. dağ eteklerinde kurulmuş saçma bir mahalledeki evine kadar yaklaşık 1 yıl boyunca kıza eşlik ettikten sonra elimi tutmuştu.

    "nolur artık bana böcek getirme" dediğinde, balkonda duran buzdolabının buzluğunda sakladığım 50 kadar ölü böceği atmak zorunda kaldım. her gün okula gelirken topladığım çiçekleri ona veriyordum. o da bana iğrenç şiirler yazıp veriyordu. 1 kez de birlikte tiyatroya gitmiştik. sanırsın ilişkimizi marcel proust yazıyordu, öyle rafine bir ilişki. şiirler, tiyatrolar falan. kimse de demiyordu ki "az yavaş gel şampiyon. sen daha bir ortaokul bebesisin". yaklaşık 1 yıl boyunca "çıktık". sadece 1 kez öpüştük. onda da uzun bir süre suçluluk duygusu hissettiğini söyledi. sanırsın okul tuvaletinde duvarlara vura vura sevişiyoruz. şimdiki yedinci-sekizinci sınıf öğrencileri muhtemelen bunların alasını yapıyordur ama o zaman ne internet, ne telefon, ne de başka bir şey var. bizde bilgisayar vardı ama internet yoktu. 3-4 dönem boyunca ayşe'den zorla aldığım el yazısı dönem ödevlerini wordpad'de temize çekip çıktısını alıyordum. o kağıtlardaki zarif el yazısını okumak bile beni heyecanlandırıyordu. ufak tefek yazım hatalarını, anlatım bozukluklarını, yanlış formülleri ve hesaplamaları düzeltiyordum. sonra düzelttiklerimi rapor olarak sevgilime sunuyordum. "nasıl bu kadar zeki olduğuma" hayret ettiğini söylediği zamanı dün gibi hatırlarım. kalbim yerinden çıkacak gibiydi. hayatımda ilk kez biri beni takdir ediyordu. ha bir de o zamanlar pc world gibi bir derginin cd'sinden çıkan "imaging" adlı bir programla windows 95 bilgisayarımda kızın dönem ödevi için muhteşem kapaklar hazırlıyordum. en ufak bir övgüsü bile beni eritmeye yetiyordu.

    bu garip ilişkimizi ailesi bile öğrenmişti. babası bu kıza bilgisayar aldığında, bilgisayarı kurmak için evlerine gitmiştim. annesi bana bir sürü kurabiye ve kek yapmıştı. onları yedim, bilgisayarı kurdum. annesi ptt'de çalıştığı için beleş veya çok cüzi fiyatlarla internet kullanıyorlardı. internetin ne olduğunu ilk kez orada gördüm. bir de kızın bilgisayarında windows 98 yüklüydü ve bu 166 mhz celeron bilgisayarı ilk gördüğümde de kalbim duracak gibi hissettim. her türlü oyunu çalıştırırdı bu alet. carmageddon'undan tomb raider'ına, world cup 98'ine kadar her şeyi cayır cayır çalıştırırdı. her şey bir rüya gibiydi. sevdiğim kızın evindeydim, sevdiğim kız da beni seviyordu. birlikte tiyatroya gitmiştik. bilgisayarı muhteşemdi.

    bizim radikal islamcı aileye kıyasla son derece rahat bir ailesi vardı. bizim sevgili olduğumuzu bildikleri için küçük ilçemizde ne zaman karşılaşsak bana hal hatır bile soruyorlardı. bizimkiler asla böyle bir şey yapmazdı sanıyorum. ben kız olsaydım, ailem muhtemelen 10 yaşında başıma bir başörtüsü geçirir, gençlerbirliği scout'ları gibi koca adayı arayışlarına başlardı. hele ki sevgilim olduğunu öğrenseler beni dayak manyağı ederlerdi sanıyorum. erkek halimle bile söyleyemiyordum. ayşe'nin ailesinde ise böyle bir şey yoktu. bütün aile tam bir cehapeliydi. onlara gittiğimde ablası gelip dişlerini sıkarak bana "sevme" adı altında tokatlar atıyor, yanaklarımı sıkıyor, jöleyle saçıma garip şekiller verip eğleniyordu. o da kardeşinden farksızdı aslında. döve döve seviyordu. bense 1 yıl önce ümitsizce okulda kızın sırasına böcek bırakırken, bir anda aileye penetre etmiş olmanın haklı gururunu yaşıyordum. bilgisayar kullanan, matematiği çok iyi, birçok spor dalında fırtınalar estiren bir çocuk olarak, bir çocuğun ulaşabileceği en yüksek statüdeydim adeta.

    herkes askeri lise veya fen lisesine gireceğimi düşünüyordu. ben ise yurtta kalan öğrencilerin haline çok acıdığım için evime yakın olan anadolu lisesini tercih ettim. ayşe ise lgs'de babayı almış, düz liseye başlamıştı. sonra aramızda bir soğuma oldu. eskisi kadar görüşmüyorduk. efsane aşk sona ermek üzereydi. çok sonraları bu durumun satın alma alışkanlıklarına benzediğini fark ettim. o da şöyle oluyor: bugün için konuşmak gerekirse, elinizde 15 bin lira varsa, 2004-2005 model honda civic'ler size çok hoş görünür. sokakta bunlardan birini gördüğünüzde "ulan param olsa da, ben de otomatik vites bir honda civic alsam diye düşünürsünüz. halbuki paranız ancak 2003 model bir suzuki swift'e falan yetiyordur. sonra bir işe girersiniz. maaşınız 4000 liradır. elinizdeki para + biriktireceğiniz parayı hesapladığınızda, 3-4 ay içinde 2005 honda civic alabileceğinizi fark edersiniz ve tam o anda 2007 audi a4 ilanlarına bakmaya başlamışsınızdır bile. yine de merak edilecek bir şey yoktur; o audi'yi almayacaksınızdır. 3-4 ay değil, 1 yıl para biriktirip mercedes e serisi almak istersiniz. o parayı da hiçbir zaman biriktiremeyeceğiniz veya biriktirseniz dahi kredi çekip ev almak isteyeceğiniz için, hiçbir zaman sahip olamayacağınız 2008 model e serisi bile gözünüzde değersizleşmeye başlar. ayşe'yle olan aşkımız da böyle bir şeydi. elde ettikten sonra değerini kaybetmeye başlamıştı.

    ikimizde de cep telefonu ve internet bağlantısı olmasına rağmen 1 hafta falan görüşmediğimiz oluyordu artık. görüşsek bile havadan sudan konuşuyor, canımızın sıkıldığını hissediyorduk. sonra ayrıldık. sonra ayşe gazi sosyal bilgiler öğretmenliğini kazandı, ben bilkent elektronik. ankara'da 1-2 kez buluştuk ama buluşmalarımızdan pek zevk almadık. ayrı dünyaların insanları olmuştuk farkında olmadan.

    facebook sayesinde bugün gördüm ki ayşe de evlenmiş. kendisi gibi sosyal bilgiler öğretmeni bir abi bulmuş. abinin ayşe'yle ortak profillerinde paylaştığı şeylere baktım, gerçekten basit bir adam. tipi oyuncak ayıya benziyor. ayşe hâlâ güzel. sadece biraz kilo almış. 5-6 kilo verse, eski ışıltılı günlerine dönecek. üzülmedim diyemem. en azından bir rock yıldızıyla falan evlenebilirdi. o tipe yazık olmuş bence.

    bu satırları okuyacağını sanmıyorum. hatta okusan bile gerçek adın ayşe olmadığı için anlamazsın. belki anıları okuyunca anlarsın, bilmiyorum ama yazık olmuş sana. bir de ablanı çok özledim lan. hayatında sevginin s'sini görmemiş bir çocuk olarak karşılaştığım en manyakça sevgiyi bana ablan göstermişti. bazı insanlar çocukluğuna geri dönmeyi ister ya, ben yine ablan saçıma mal mal şekiller verecekse, yine yanaklarımı sıkacaksa çocukluğuma dönmek istiyorum. bir de o adamla evlenmeyecektin kızım. ben sana daha iyi birini bulurdum, valla bak. bir sürü zeki, yakışıklı, cool arkadaşım vardı. ne yaptın lan?
12 entry daha
hesabın var mı? giriş yap