aynı isimde "the man in the high castle" başlığı da var
79 entry daha
  • ilk sezonunda çok büyük bir olay olmasa da ikinci sezonunun sonuna doğru coşmuş ve muhteşem bir final yapmış dizidir. imdb puanları da bunu kanıtlıyor. *dizinin puanı 8.1; ikinci sezon son üç bölüm ise 9.1, 9.4 ve 9.6. bu arada 3 bölüm hariç bütün bölümler 8.1 ve üstü puandayken neden dizi 8.1 bilemiyorum *.

    dizi aslında dandik başladı, ilk bölümleri biraz ilgi çekiciydi ama sonra sıktı. ilk sezon çok bir şey beklemeden dizinin özellikle nazi tarafındaki görselliği ile idare ediverin. adamlar cidden faşizmin vaad ettiği şeyleri gösterirken, aynı zamanda böyle bir dünyanın çirkinliklerini ve ikilemlerini gözler önüne seriyorlar. japon tarafına aynı özeni göstermemişler, yazık olmuş. ancak aynı zamanda almanların japonlara teknolojik ve askeri üstünlüğü olduğu sıkça vurgulanıyor.

    dizinin başlıca karakterleri de bir ilginç, bir iki tanesi ise resmen muhteşem. lost'tan beri böyle karakter karakter incelemesi yapmadım. ayrıca bazı karakterler arasındaki ilişki ağı türk dizilerine taş çıkarır.

    --- spoiler ilk 2 sezon ---

    buradan gerisi ağır spoilerlı.

    bu arada bu dizide paralel evrenler falan var. henüz o işlere çok girmediler ama bazıları .

    adolf hitler: evet dizide bir adolf hitler var, olmasa ayıp olurdu. hitler'den beklenileceği gibi davranıyor, öyle konuşuyor öyle bağırıyor öyle gülüyor*. bir miktar da uyuz, takdir etmesini bilmiyor. john smith kendisine o kadar yardım etmiş, teşekkür edeceğine üzerine bir de ağır görev veriyor. ikinci sezonda nalları dikiyor.

    joe blake: bu adam için denilebilecek tek bir şey varsa o da kafası karışık. direniş diye başlıyor, nazi casusu çıkıyor, sonra o işten de zevk almadığı ortaya çıkıyor, arada juliana'ya yazıyor. bu arada çocuğu olan bir sevgilisi varmış onu öğreniyoruz. olaylar gelişiyor. john smith'e posta koyup inşaatta çalışmaya başlıyor*. sonra bunu almanya'ya gönderiyorlar babası altyapı bakanı gibi bir şey çıkıyor. ona orada bir kız ayarlıyor. bu babasının yanında kalmaya karar veriyor. ikinci sezonun sonunda babasıyla birlikte kolundan çekip götürüyorlar. tahminim john smith buna acır salar ama kısmet.

    frank frink: bu zavallım tam anlamıyla bir kader kurbanı. kader kurbanı gibi olmadığı zamanlarda da psikopat. japon polisi bunu yakalıyor, sevgilisi juliana yüzünden sorguya alıyor. "bak sen yahudi asıllısın, kız kardeşin de öyle. onu ve çocuklarını gaz odasına aldık, konuşmazsan açacağız gazı" diyorlar. bu bir şekilde yandaki direniş üyesi mahkumun gazına geliyor konuşmuyor. kardeşini ve çocuklarını öldürüyorlar, bunu da öldüreceklerken yanlış ihbar olduğu ortaya çıkıyor, öldürmüyorlar. yandı gülüm keten helva. bu deliriyor tabi. sonra bir miktar juliana ile devamında kendi başına direnişe katılıyor. arada juliana bunu sattı sanıyor. direniş'ten japon bir ablaya sarıyor. başına bol bela açılıyor, en son da japon askeri binasına bomba yüklü araçla saldırı düzeniyor.

    anne ve arnold: juliana'nın annesi ve üvey babası. acayip bir ikili. çok görmüyoruz ama ikisi de sansasyonel işlere imza atıyor. arnold postacıyım diye aileyi yiyor, meğer japon istihbaratında telefon dinliyor çıkıyor. aynı zamanda juliana'nın babasının asker arkadaşı çıkıyor (baba savaşta ölmüş). anne de ev hanımı ayaklarında geziyor ama juliana'nın üvey kızkardeşi arnold'dan değil, arnold'un diğer asker arkadaşından * çıkıyor. bunu öğrenen juliana annesine "ordu malı" gibi bir şeyler de söylemiyor değil.

    ed: frank'in kankası. ölümüne bağlı. sevimli de bir tip. frank yüzünden başına gelmedik bela kalmıyor. yakuzasından kempetaisine (japon polisi) hepsinde dayak yiyor, işkence görüyor ama hayatta kalıyor. biraz saf, sakar ve salak. ama acayip iyi satışçı.

    kido: muzlu süt diye okunur, chief inspector kido diye söylenir. kempetai'nin başı, öyle aman aman değil ama zeki adam. genelde olayların biraz gerisinde kalır ama işe yarayan adamdır. bu günlere kadar allah'a emanet geldi. görsen disiplin ve otoriteye saygı abidesi ama başı derde girdi mi kabız olduğu ile aynı surat ifadesini takınıyor.

    yoshida: kido'nun çırağı, teğmen gibi bir şey. çok şey öğrendi yanında. hatta kendi soruşturmalarını da yürütüyordu ama kısmet. özleyeceğiz.

    tagomi: trade ministerımız göz bebeğimiz. hiro nakamura'nın büyük amcası. iyi niyetli, kurnaz ama işi hep ters giden abilerden. barış isterken az daha nükleer felakete kurban gidiyordu. gözü daldı mı paralel evrene kayıveriyor. emmi paralel evrendeki hayatını tam düzenledi. karısı yaşıyor, çocuğu yaşıyor, torunu olmuş. düzenli hayat da var neden geri gidiyorsun? gerçi çocuğu juliana'yla evlenmiş, kız da çocuğun başını belaya sokmak için elinden geleni yapıyor. belki ondan biraz tırstı da döndü. dönerayak da 2. sezonu kurtaran filmi getirdi iyi oldu.

    kotomichi: bu adamın muhteşem bir ismi ve iş ahlakı var. her bölümde aynı işi yaptı. kapı aç kapı kapa. aslen bizim tagomi'nin müdür yardımcısı. kimseyle ne yüz göz oldu ne bişi. meğersem sonradan öğreniyoruz paralel evrenden gelmiş. hiroşima'ya attıkları bombada yaralanmış hastanede bir şekilde bu evrene geçmiş. bakmış burada aile çocuklar hala yaşıyor, kalmaya karar vermiş. akıllı adam. seni seviyoruz kotomichi.

    lem washington: aklı selim zencilerden. ne juliana ile yüz göz oldu ne de gözünün kaşının hatrına yenik düştü. ödülü ise sağ kalmak oldu. az ama kritik işlerde görüyoruz kendisini. bir de tam bir aile babası. kötürüm çocuğunu balığa götürürken falan çekmişler.

    hawthorne abendsen: namı diğer the man in the high castle. film koleksiyoncusu, direnişin beyni dayı. biraz kafadan kontak ama o kadar film izleyince oluyor sanırım. çok göremiyoruz kendisini ama genelde kritik anlarda ortaya çıkıyor. michael moore'u andıran bir tipi ve davranışları var. juliana'ya önce acılar yaşatıp sonra eşeğini bulduruyor. ama akıllı adam.

    robert: adam kendi halinde bir koleksiyoncu, zevk ve estetik sahibi bir insan. en büyük sıkıntısı bu dünyada bu kalibredeki tek insan. kafa çok çalışmıyor. günün birinde frank bunu ziyarete geliyor ve frank'e antika kurşun satıyor. hayatının geri kalanı mundar oluyor.

    heusmann: joe'nun babası, mühendis, altyapı bakanı (cebelitarık'a baraj planları falan vardı). büyük vizyoner ama ağır sıçtı. hitler ölünce bunu vekil bırakmış; asker değil mühendis, führerliği geri alması kolay olur diye*. meğer abi alttan alttan kuyusunu kazıyormuş hitler'in. ölür ölmez japonya'ya bonba gibi bir şey atalım havasına girdi. japonya'nın daha güçlü bombası var dediler yolundan döndüremediler. john smith sağolsun sonradan aldılar götürdüler bunu.

    heydrich: psikopat general hayatımızda kısa ama heyecanlı anlarda bulundu. bunu ilk olayında iyi paketlediler. sonra da oyun oynayıp ağzından lafı aldılar. tabi ki gene john smith başardı.

    juliana: buna bulaşanın burnu dertten çıkmıyor, biraz da kara dulluk var. sevgilisi frank işkence görüyor, frank'in kardeşi ve yeğenleri öldürülüyor, frank'in arkadaşı ed de arada kaynıyor, frank direnişe geçiyor, asker öldürüyor, bomba çalıyor,juliana'dan umudu kesince japon ablayla işi pişiriyor, bina patlatıyor ve en sonunda altında can veriyor. buna abayı yakan joe bunun yüzünden kaç kez ölümden dönüyor, juliana'yı öldü sanıyor, bir sarışına varıyor, babasının yanında hapse atıyorlar. george dixon kızı yerine koyuyor, juliana bunu sırtından vuruyor. tabi buna ters giden kimse de sağ kalmıyor. kendisi aikidocu, geleni geçeni harcıyor. hep bir kanadı kırık, hep mağduru oynuyor. sonra da kafasının dikine gitmeyi acayip seviyor. bir tek john smith bunun rol kestiğini anladı bugüne kadar, lafı koydu kızdan ifadesini aldı. bir de kendisini oynayan alexa davalos kontrata koydurdu sanırım, her bölümde dört kez "güzel kızsın" iltifatını alıyor. *

    smith ailesi: sizi bilerek sonlara sakladım. on numara ailesiniz. helen hükümet gibi kadın. thomas tam bir ergen. kendini sevdirmeye yarandırmaya çalışıyor ailesine ama mal mal hareketleri oldu. sonunda da intiharını verdi. küçük kızları ise işte küçük kızlar. çok bir esprileri yok.

    john smith: bu dizinin literatüre en büyük katkısı obergruppenführer john smith. böyle bir karakter yok. aile babalığı bunda, anasının gözü olma bunda, sert askerlik bunda, yalanı adamın gözünden şıp diye anlama bunda, stres altında çalışabilme bunda. bir de amerikan ordusundan nazi ordusuna yatay geçişini de takdir etmek lazım. joe'yu da idare etti, juliana'yı da. en sonunda gitti komplo ortaya çıkardı, savaş engelledi, berlin'de nazi parlamentosunda 150 bin kişi kendisine tezahürat yaptı. dünyayı dize getirdi ama aile trajedisi yaşadı. efsane olduğu kadar trajik de bir karakter oldu. kendi dizisini yapsalar izlerim.

    rudolph wegener: geri zekalının başkanı. atom bombası planlarını illa bilim bakanına ben vereceğim diye tutturmasan belki şimdi hayattaydın. ver tagomi'ye o bilim bakanına versin arada ne olacak. gidip führer'in kafasına sıkacakken "ya ben bunu neden daha önce düşünemedim. olan olmuş, seni öldürsem daha fazla insan ölecek" deyip kendi kafasına sıktı. iyi niyetli ama mal.

    george dixon: bunu da ikinci sezonda az gördük, ölsün diye bekledik. iyi niyetliydi, direniştendi ama juliana'ya fazla sevgi besledi. sonunda nalları dikti.

    gary: az manipülatif değilsin. seni nazi olarak da koysak aynı karakterle iş yapardın. hadi iyi yırttın.

    trudy: seni çok tanıyamadık trudy. bir iki ortalıkta gözüktün sonra öldün, en sonda dirildin. büyük ihtimalle paralel evrenden geldin ama dirildin kabul ediyoruz.

    bilimum yakuza bağlantılı adam: o kafayla yakuzada nasıl o kadar yükseldiniz anlayamıyorum.

    --- spoiler ---
327 entry daha
hesabın var mı? giriş yap