15 entry daha
  • ahlakın temeli dogmalardır/dinlerdir.

    aslında dogma kavramı ile din kavramını bu yazıya mahsus eşitliyorum. ahlakın temeli dindir.
    ahlakın temeli dogmalardır.

    yazıya bu cümleyle başlayarak bir takım ön yargılı hıyarların entrye salça olmalarını savuşturmayı umuyorum.

    bir insan ahlaki olarak her hangi bir olgu için "bu iyidir. bu kötüdür." dediği anda kendi dogma duvarlarını örmeye başlamış demektir. dogmalarımız dolaylı ya da doğrudan kendi irademizle kendimize çizdiğimiz duvarlarımızdır.
    bir şeye bu iyidir ya da kötüdür demek dogmatik olmayı gerektirir esasen.
    başlangıç olarak sert bir giriş oldu sanırım farkındayım. ahlakın böylesine subjektiflik gerektirdiğine itiraz edecekler olabilir. ayrıca bu tanım yani insanın her hangi bir şeyi "iyi" diye tanımlaması da ahlakın her hangi bir temeli olmadığı sonucuna da götürebilir.

    en önemlisi "neden ahlaklıyız?" sorusuna kesin bir cevap veremeyişimize de zemin hazırlayabilir. aşağıda eski bir deneyden bahsedeceğim aslında genel olarak o deneye zemin hazırlıyorum.
    ahlakın evrimsel psikolojisine ve genlerimizde edindiği yerine dair bir analiz ve değerlendirme diyebiliriz.

    toplumsal iletişimde dogmatik olmak dogmalarında ısrar edenler için kullanılır ama aslında hüküm koyup iyiler ve kötüler belirlediğimiz sürece bunlar insanı dogmatik yapmak için bence yeterli donelerdir.
    toplumsal olarak ötekileştirilen anlayış bir insanın dogmalarında ısrar etmesine dayalıdır.

    örneğin bir ateist de boru gibi dogmalarla çevrilidir. öncelikle kendi ahlaki anlayışında çeşitli dogmaların içerisine girmiştir. ahlakını olgusal olarak temellendirmemiş olması önemsizdir sonuç olarak bir ahlak paradigması mevcuttur ve bu onu kendi içinde dogmalara sürükleyebilir. örneğin ön sezi olarak bir takım durumları iyi olarak nitelemesi onun kendi oluşturduğu ahlaki prensipleridir ve kişisel dogmalarıdır.
    onun dışında dinlere karşı da kendi özgür iradesiyle çeşitli dogmalar oluşturmuştur. ancak toplumsal anlamda rahatsızlık uyandıran şey çeşitli delil ve temellendirmeleri gördüğü halde ateizmde/kendi dogmalarında ısrar etmesi, gördüğü şeyi görmezden gelmesidir.
    kuranın kafir şeklinde yaptığı tanımlama da tam olarak böyledir zaten.
    gördüğü, şahit olduğu şeyin üstünü örtmesidir!

    aynı şekilde müslüman bir insan da boru gibi dogmalarla çevrilidir. ancak toplumsal anlamda rahatsızlık uyandıran şey çeşitli delilleri ve temellendirmeleri gösterildiği halde açıkça yanlış bir dogmaya sahip olduğunu gördüğü halde bu dogmalarından vazgeçmemekte ısrar etmektir.
    kuranın kafir tanımlaması da zaten tam olarak budur. gördüğü halde görmezlikten gelip üstünü örtmesi durumudur.
    ahirette çok enteresan şeylerle karşılaşabiliriz hanımlar beyler.
    sürprizlere hazır olun.
    kelime-i şehadet burada çok önemli bir şeyi vurgular aslında. "eşhedü" diye başlar. "şahitlik ederim ki..." iman güvenmekle doğrudan ilişkilidir. güvenmek ise şahit olmakla ilintili olabilir.

    yani demem o ki bir insan ahlakının referansını dinden elbette alabilir. bence oldukça da makul bir tutum izlemiş olur. dininin hak ya da batıl olması teorik olarak önemsizdir. burada esas prensip ahlak paradigmaları için objetif bir üst akla ihtiyaç duyduğunu kabullenmesidir.
    ancak bir insan başka başka süreçler üzerinden bir ahlak paradigması oluşturabilir keyfi bilir.
    hatta açıkçası ahlaki temelini bir dinden aldığını iddia eden bir insan bence daha tutarlı bir yol izlemiş olur.
    nonteistler genel olarak neredeyse istisnasız bir şekilde objektif ahlakın olamayacağından bahsederler. çünkü her hangi bir objektif ahlak ya da mutlak ahlaktan hatta bütünüyle ahlak kavramından bahsetmiş olmak daha en başından tutarsız bir yol izlemelerine sebebiyet verir.
    bu sebeple objektif ahlakı reddetmek bir nonteist için olabilecek en kestirme yoldur.
    ayrıca "insan ırkının neden mutlak ahlaka ihtiyacı var?" sorusu üzerine yazdığım bir başka yazıyı da aktarmak isterdim ama konu çok sapacak ancak mutlak ahlakın gerekliliğinin kısaca sebebi; insan unsurunun fazlasıyla kompleks yapısına karşıt son derece çelişkili, git gelli esnek bir anlayışa sahip olmasıdır.
    en önemlisi de mutlak ahlakın olmadığı yerde genellikle gelenek/popüler gibi çoğunluk referanslı ahlaki tutumlar gelişir ki bu da son derece sansasyonel sonuçlar doğurabilir. doğurmuştur da...

    kısa bir not:
    son derece açık bir şekilde söylemek gerekirse tanrı yoksa "iyi" diye bir şeyin olduğunu iddia etmek anlamsızdır.
    son derece açık bir şekilde söylemek gerekirse bir din yoksa "iyi" diye bir şeyin bilinebilir olduğunu iddia etmek de anlamsızdır.

    neyse bu bahsi burada kapatıyorum.
    bu entryi yazma gayem size de göstereceğim bir deney üzerinden insan ırkının ahlaki alt yapısı üzerinden çeşitli sentezlerde bulunmak istememdir.
    evrimsel psikoloji üzerinden bebeklere yapılmış bir deneyden bahsedeceğim.
    neden ahlaki yargılarımız var, neden bu şekilde bir yönelim refleksi oluşturma gayretinde bulunuyoruz sorusuna evrimsel süreçte genlerimizde bulunan güdüler örneklenmiş.

    ahlakın temeli ve evrimsel kökenleri

    şimdi ben burada ahlakın temeli tam olarak nedir onu açıklama gayesinde falan değilim elbette.
    ya da ahlakın temeli yalnızca ama yalnızca dinden gelir ya da ahlak evrimsel bir sürecin sonucudur diye kesin bir sonuca bağlamak istemem.
    baştan söylüyorum yazı bağlanıyormuş gibi görünse bile benim niyetim tam olarak o değil aslında. sadece bir kaç egzersiz.

    şimdi videoda çocuklar üzerinde bir deney yapıyorlar. amaç ise locke'un meşhur tabula rasa hipotezinden ilham alarak "insan gerçekten boş bir levha olup sonradan mı öğrenir yoksa çocuklarda doğuştan ahlaki donanımlar var mıdır?" sorularının deneyini yapmak.
    ben videoda anlatılanları genel olarak özetleyip anlatacağım.
    yapılan deney ve sonuçları oldukça enteresan veriler sunuyor bize. ama bence siz bir şekilde şimdi ya da yazıdan sonra bu videoyu izleyin.
    çünkü videonun açıklamasında bir çeşit isyan var. zamanında videoda anlatılan şeyler kesilip biçilerek manipüle edilmiş anlaşılan.
    bu şekilde kendi anlayışına deneyi ve videoyu yontan insanlara karşın bir itiraz var.

    ancak benim gayem bir manipülasyondan ziyade nesnel bir şekilde yapılmış olan deneyin verilerini kullanarak bir sentez oluşturmak.
    ayrıca benzer sentez sonuçlarını yani verileri yorumlama işini tartışılmaz bilimsel gerçeklikler gibi sunanlar da kendileri.
    bu nedenle videoyu izlemenizi öneririm ki eğer bir manipülasyona kapı aralarsam da açıp kendi kararınızı veriniz yani.
    hatta yazı ve yazının konusu hoşunuza giderse mutlaka okuduktan sonra izlemenizi öneririm.
    burada sunduğum önermelerin bilimsel bir kesinliği olduğu iddiasında zaten olamam. tek yaptığım bilimsel bir deneyin sonuçlarının insana yansıyan yönünü kendi subjektif görülerim ile yorumlamak.
    bu bilimi kendi ideolojisine yontmak değildir.
    ayrıca videonun altındaki açıklama kısmını ve orada verilen bilgileri de okumanızı elbette tavsiye ederim. güzel bilgiler de var orada.

    şimdi deneyi adım adım anlatmak istiyorum. bu sebeple videoyu izlemeden de okunabilir bir yazı yazma gayesindeyim.
    çeşitli yöntemler ve oyuncak kuklalarla yapılan mizansenlerle çocuklar üzerinde deneyler yapıyorlar.

    1) kuklalarla oynanan tiyatroda bebekler kötülük yapan ve iyilik yapan kuklaları gördükten sonra seçim yapmalarına izin verildiğinde büyük oranda iyilik yapan kuklaları seçiyorlar.
    bebekler iyiliği biliyor, iyiliğe meyilli davranıyor. temel olarak tabula rasa teorisi yine zortladı yani.
    iç güdüsel olarak insan doğuştan iyiye doğru bir arzu halinde yani. en azından bilim insanlarının bu deneyde fark ettiği bu. insan iyi nedir biliyor, iyiye yöneliyor.

    2) bebek deneklere ısrarla kötü davranan bir kukla izletiliyor. daha sonra o kötülük yapan kuklaya bir iş için yardım eden ve kötülük yapan kuklaya kötülük yapan 2 ayrı kukla gösteriliyor.
    bebekler son derece enteresan bir şekilde büyük oranda kötü olana kötülük yapan kuklayı seçiyorlar. bebekler iyiye yöneldiği gibi cezalandırma ya da intikam alma gibi eğilimlere de sahipler.

    buraya kadar bir sorun yok temelde bebeklerde içgüdüsel olarak iyilik yapmaya meyil olduğu gibi aynı zamanda kötülük yapanı cezalandırma gibi bir eğilim de var.
    temelinde iyiye yönelik bir ahlaki anlayış ve adalet güdüsü hakim "gibi" gözüküyor. çok saf ve temel bir adalet duygusu var.
    buradan sonra işler değişiyor işte.
    3. deney.

    3) bebeklere öncelik olarak 2 farklı yiyecek sunuluyor ve bebeklerin 2 yiyecekten hangisini sevdiği saptanıyor. bebeğin o tercih ettiği yiyecekle kendisini özdeşleştirdiği düşünülüyor.
    daha sonra gözleri önünde 2 ayrı kukla 2 farklı yiyeceği seçiyor. bebekler ise kendisi ile benzer olan aynı yiyeceği seçen kuklaya pozitif bir yaklaşım sergiliyor ve kendisi gibi olan kuklayı daha fazla seviyor.
    buradan sonrası çok daha garip.
    bebekler kendisinin seçmediği yiyeceği seçen diğer kuklayı "öteki" olarak görüyor ve deneyin devamında kendisi ile farklı tercihleri olan kuklaya kötülük yapılmasını aslında onaylıyor.
    kendisi için "öteki" olan kuklaya yapılan kötülüğe göz yumuyor.

    1. ve 2. deney iyinin ve adaletin yani evrensel ahlaki özün temellerini gösterirken 3. deney açıkça kötülüğün temelini bize işaret ediyor.
    benim açımdan muazzam bir farkındalık bu!
    kötülüğün temeli "öteki" olmakta gizli.
    bu deneyden anladığımız iki şey var benim için ve hatta deneyi yapan bilim insanları için.

    a) iyilik de kötülük de müthiş bir şekilde insanda karışık olarak mevcuttur. insan doğuştan, toplumdan hiç etkilenmediği halde müthiş bir şekilde iyi ve kötü üzerinde bir dengeye sahiptir.
    aslında ahlaki ve gayri ahlaki güdüler zaten bizde mevcut olarak geliyoruz dünyaya.

    b) kötülüğün temeli her şeyden önce "öteki" ile anlaşılabiliyor. kötülüğün çıkış noktası "ötekileştirme" ile başlıyor.
    bunun adı temel olarak ırkçılık aslında.

    neyse verilerden çıkardığım kendi sonuçlarıma daha sonra devam edeceğim. ben deneye devam ediyorum.
    deney için daha da sarsıcı sonuçlara götürüğüne inandığım 4. deneye geçiyoruz.

    4) bebeklerde gördüğümüz ahlaki anlayış temellerinden sonra daha gelişmiş çocuklar üzerinde çeşitli deneyler yapılıyor. ayrıca bu deneylerdeki deneklerin yaş grupları kademeli olarak artırılıyor. 4 yaş, 8 yaş, 12 yaş gibi kademeli olarak yaş grubu artırılarak aynı deney tekrarlanıyor.
    bebeklik dönemini geçmiş gelişkin çocuklardan daha küçük olanlarına(örneğin 4 yaşındaki çocuklara) öncelikli olarak 2 seçenek sunuluyor.
    istedikleri bir ödülü elde etmelerine yarayacak olan küçük pullar koyuluyor önlerine. bu işlerine yarayacak olan pulları kendinden sonra gelecek olan arkadaşı ile paylaştırması isteniyor.

    ilk seçenekte ödül kazanacağı 2 pul alması karşılığında arkadaşına da 2 pul vermesi teklifi varken
    ikinci seçenekte ödül alacağı 1 pul karşılığında arkadaşına 0 pul verilmesi öneriliyor.
    küçük çocuklar arkadaşının pul almaması karşılığında daha az pul almaya razı oluyor.
    yani küçük çocuklar hırslarına yenik düşüyor ve diğerinden fazla almak için kendinden dahi ödün verebiliyor.
    deney ilerledikçe 7 pul alırken arkadaşlarına 0 pul vermeyi kabul ediyorlar.
    çocuklar adaleti asla önemsemiyor ve her zaman arkadaşından daha fazla kazanmayı önemsiyor.
    bencillik, hırs ve kazanma güdüsü ön planda.

    deneyin yaş grubu ilerledikçe çocukların adil davranma eğilimi de artıyor ve arkadaşı ile eşit pul alma seçeneğine meyilli oluyorlar.

    ilginç olan ise yaş grubu büyüdükçe çocuklar iyiliğin "fayda" özelliğini sanırım keşfediyorlar ve artık kendilerinin az alması karşılığında arkadaşlarına daha fazla pul verebilme seçeneğini çok daha rahat tercih edebiliyorlar.
    örneğin 12 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim büyük çocuklar küçüklerinin aksine arkadaşı daha çok pul albilmesi için kendisinin çok daha az pul almasına razı oluyor.
    ilginç değil mi?
    çocuklar bulundukları topluma adapte oldukça, eğitildikçe, öğrendikçe iyiliği, adeleti ve en sonunda fedakarlığı öğreniyor ve onu seçiyorlar.

    deney bu kadar.
    bakın çok ciddiyim bu ve benzeri deney ve gözlemler benim için ahlak kavramı üzerinden müthiş farkındalıklar.

    şimdi deneyin aşamaları ve bize kazandırdıkları üzerinden kişisel sentez ve analizlerimi daha rahat yapabilirim. videoyu izlemeyecek olanlar için deneyi anlatmak zorundaydım.

    bir kere her şeyden önce ahlaki ve gayri ahlaki olgular insanlarda doğuştan gelen özellikler olarak varlar. bunda sanırım hemfikiriz.
    iyilik ve kötülük, sevgi ve nefret, adalet ve intikam bizde karışık olarak var olan olgular.
    buna ister tanrının yazılımı deyin, ister biyolojik evrimin sonucu deyin, isterseniz her ikisinin ortak sonucu deyin fark etmez. varlar.

    ikinci olarak bebeklerde kötülüğün kaynağı olarak görülen eğilimin psikolojide karşılığı "ırkçılık"
    temel olarak "kendinden" olmayana karşı bir nefret olarak başlıyor kötülük.
    işte şimdi şahsi yorumuma geçiyorum.
    bebeklerde kendinden olmayana karşı bir nefret var. bunun altında yatan sebeplerden bir tanesi de aslında en insani ve istisnasız tüm insanlarda olan duygunun dışa vurumu bu: bencillik.
    bencillik duygumuzdan ötürü bebeklerde bu ötekine olan nefret baş gösteriyor. zaten bana göre ahlak her insanda olan bencillik duygusunu doğru yere kanalize etme tutumudur.
    kötülüğün kaynağının ırkçılık ile baş göstermesi ya da "ötekine" olan nefret olarak baş göstermesi size de ilginç gelmedi mi?

    allah buyurdu: "sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?" iblis dedi: "ben ondan hayırlıyım. beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." (a'raf/12)

    bebekler kendisi gibi olmayana yapılan kötülüğe açıkça göz yumdular. ötekine olan bir nefretin olduğunu düşünmek son derece olası.
    kuranda ise ilk günah bu şekilde tezahür eder. bebekler nasıl ki "o benim gibi değil. bu nedenle nefret ediyorum" şeklinde hareket ediyorsa(sadece benim değil, deneyi yapan bilim insanlarının yorumu bu) şeytan da aynı şekilde ben ateştenim o topraktan diyerek kötülük etmiş, rabbine isyan etmiştir.
    insanların "dostdoğru yolu üzerine oturacağım"* diyen şeytanın vaadinden sonra insanlarda kötülüğün temelinin şeytani bir günah ile baş göstermesi oldukça ilginç bir analoji örneği olabilir.

    videoda şöyle bir cümle kullanılıyor hatta; "diğer olana karşı bir ön yargı ve nefret var."
    "ötekine" karşı ön yargı ve nefret açık bir ırkçılık örneğidir ve kötülüğün temeli burada yatar.
    ilk kötülük filizleri şeytanın sözleriyle açar.

    şimdi gelelim daha büyük çocuklarda aşamalı olarak tekrarlanan deneye.
    insan fıtratında iyilik ve kötülük birlikte varlardı bunu anladık.
    ancak daha eğitimsiz ve topluma adapte olmayan çocuklar "fayda" merkezli olarak ısrarla daha fazla kazanmayı ve rakibinin daha az kazanmasını seçmeye meyilliydiler.
    yani temelde kıskançlık ve bencillik hakim olmuş ahlak anlayışları bu şekilde şekillenmiştir. zira insan bencildir demiştim.

    iyi ama ilerleyen yaşlarda çocuklardaki bu bencillik ve fayda odaklı ahlak anlayışı neden tersine dönüyor ve büyük çocuklarda fedakarlığa ve iyi bilinene olan meyile dönüşüyor?
    videoda şöyle bir sonuca bağlanıyor. çocuklar eğitildiler, kültürlendiler, iyiyi öğrendiler. bu sebeple bencillik yerine iyiye yöneldiler.
    bu noktada ben haklı bulmakla beraber yeni bir bakış daha eklemek istiyorum.
    çocuklardaki "fayda" odaklı anlayış halen devam ediyor.
    çünkü eğitilmiş olan, bulunduğu toplumun ahlak anlayışını anlamış olan çocuklar hırslarına yenilip bencillik yaptıklarında etrafındaki insanlar tarafından küçümseneceğini, ötekileştirileceğini, dışlanacağını biliyor.
    toplumu tarafından öğretilen iyi olanı yapmaya ve bunu "göstermeye" meyilli hale geliyorlar.

    çocuklara toplum içerisinde iyi insan olmanın ne gibi kazanımları olduğu da öğretiliyor. kötü insan olmanın dışlanmaya sebebiyet vermesi de öğretiliyor.
    bunun bilincinde olan daha yetişkin çocuklar bu nedenle adilliğini hatta fedakarlığını göstermek istiyor ve arkadaşının kendinden daha fazla pul almasına izin veriyor. çünkü izleniyorlar.

    videoda "öyleyse içimizde bulunan kötülükleri, kıskançlık ve hasetliği dizginlemeyi ve bastırmayı öğretebiliriz. çünkü bu duygular her zaman bizde varlar." deniliyor.
    evet çocuklar içerisinde bulunduğu toplumda eğitilerek doğru yere kanalize edilebilirler.
    ancak bu bir başka ahlaki handikapı da doğuruyor.
    insan temelde çoğu zaman pragmatist yaklaşıyor aslında. çocuklar bulundukları toplumda olabilecek en faydalı tutumu anlayıp uygulamaya yöneliyorlar.
    aslında çevresini tanıyan ve öğrenen bir insan canlısı* kendisine biçtiği en temel görevlerden bir tanesi nasıl daha iyi ve daha kolay hayatta kalabilirim oluyor.
    bulunduğu topluma en iyi şekilde tutunabilmek için toplumsal ahlakı özümsemeye çalışıp tutunmaya çalışıyor.

    ülkemizde torpil bulma gibi bir eylemin son derece ahlaksız olduğu bilinse bile bulunduğu toplumda ayakta kalabilmek için buna başvuran insanlar kolaylıkla görülebiliyor. çünkü "torpil" gizliden gizliye yapıldığı zaman çok da sorun yaratan bir ahlaksızlık olarak artık görülmüyor.
    bundan ötürü insanlar torpil yöntemine başvurabiliyor. halbuki bu toplumda torpil arayan insanlar en alt tabakasından en üstüne gizlisinden açığına her yerde dışlansa, ötekileştirilseydi bu topluma adapte olmaya çalışan insan torpil yöntemine başvurmaya imtina edecekti. bu ahlaki prensibi kazanamasını sağlayan motivasyon kendi yaşam alanından dışlanma korkusu olacaktı.
    yani insanlar arasında belirlenebilecek objektif ahlakın olamayışı ve evrimsel bir defo olarak görülebilecek bir pragmatik eğilimimizin olması bugün çok gayri ahlaki bir anlayışın bir başka toplum şartlarında son derece olağan görülmesine sebebiyet verecekti.
    böyle bir realite zaten başlı başına mutlak ahlaka yani insanı aşan bir merciye ihtiyacın olduğunu göstermek durumundadır.

    ancak tüm bunlara rağmen içgüdüsel olarak evrensel ahlaki eğilimlere de sahibiz.
    bizler ahlaki olarak "iyi" diye nitelendirdiğimiz şeyleri yapmaktan gocunmuyoruz. hatta iyilik yapmakta fayda görüyor biyolojik olarak mutlu oluyoruz.
    kişisel tamamlanmış hissini, haz ve tatmin duygularını yaşayabiliyoruz.
    zaten deneyde büyük olan eğitimli çocukların da toplumsal anlamda ahlaki olarak öğretilen "iyi" kavramını nispeten kolayca kabullenmesi ve bu doğrultuda hareket edebilmesi de "iyi"ye olan meylimizden kaynaklanıyor.

    ancak bir şekilde "kötü" kavramına da hiç uzak değiliz.

    "kötülüğün "son derece anlamsız" bir çekici unsurunun olduğunu görüyorum. anlam vermekte cidden güçlük çekiyorum.
    tanrı'dan önce şeytan ile karşılaşıyor, onunla yüzleşiyor sanki en önce onu görüyorum."

    tanrı'dan önce şeytanla karşılaşıyorum. iyi olanı sevmemize rağmen, iyi olan bize sevdirilmiş olmasına rağmen kolayca kötülük yapabiliyoruz. şeytanla tanrıdan önce karşılaştığım anlarım oluyor.

    ancak bir fark var.

    ne kadar kötülük yaparsak yapalım asla ama asla kötüleri ve kötülüklerimizi içselleştiremiyoruz. bu bence önemli bir nüans.
    kötülük, yapılma sıklığından bağımsız insanlar olarak içselleştiremediğimiz bir şey.
    "iyilik" de ne kadar az yaparsak yapalım daima içselleştirdiğimiz bir şey olarak kalıyor bizde.
    iyilik, yapılma sayısının son derece az olmasına rağmen kolaylıkla içselleştirebildiğimiz bir şey.

    insanlar gündelik hayatta iyiliği çoğu zaman kovalamıyor. bunu görebiliyoruz. iyilik bizde tanımsal olarak kalıyor çoğu zaman. gerçekten aktif bir iyilik koşuşturmasında olan insanlar çok özel insanlar.
    ancak insanların çoğunun aman iyilik yapmam lazım şeklinde sürekliliği olan bir iyilik anlayışı yok.
    en fazla "kötülük yapmamış olmak" iyilik olarak tanımlanıyor.
    hırsız değilim, tecavüzcü değilim, adam öldürmedim, arada da 3-5 mendil alıyorum ışıklarda bekleyen kızdan tamam işte ben iyi insanım diyebilen yığınla insan var.
    ama aynı insan yığını sosyal medyada ya da her hangi bir kitle iletişim aracında gördüğü bir iyilik projesinden inanılmaz mutlu oluyor.
    iyilik hikayelerinden haz alıyor.
    iradesini toplayıp da bir şekilde her hangi bir iyilik yapabildiği zaman da zaman ya da para kaybettiği halde ruhsal ve hormonal olarak mutlu oluyor.

    işte başından beridir; "iyiliğe meyilliyiz, iyiliği seviyoruz ama bir türlü yapamıyoruz" dememin sebebi buydu.
    başından beridir, "kötülüğü sevmiyoruz, içselleştiremiyoruz ama kötülük yapıyor iyilikte pasif kalıyoruz." dememin sebebi buydu.

    içgüdü. ya da islami literatüre göre fıtrat...
    hatta fıtrat ve şeytan ilişkisi/kavgası!

    kant'ın kavramsallaştırdığı doğal din kavramı yani saf akla dayalı din anlayışı esasen islami literatüre girmiş olan fıtrat kaynağına ciddi paralellikler arz eder.
    bu doğal din kavramını genellikle deistler kullanır ancak bu insanın ahlaki bir kaynağa yönelimini ön sezi ve bilgi birleşmesiyle açıklamakla birlikte ahlakı tek başına temellendirmeye yetecek şekilde gerekli verileri de vermez.

    o halde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, allah'ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. allah'ın yaratışında değiştirme olamaz. doğru ve eskimez din işte budur. fakat insanların çokları bilmiyorlar. (rum/30)

    kötülük ne kadar çeldirici olursa olsun, anlamsız olarak ne kadar çekici olursa olsun anlamlı bir şekilde iyiliği içselleştirebiliyoruz.
    iyiliği yapmasak da ona yabancılaşamıyoruz.

    kötülüğü her seferinde yapsak da kötülük bir yabancılık olarak kalabiliyor.
    ancak buna rağmen fıtrata ters ahlaki anlayışlar inşa edilebilir. fıtri olarak bir karşılığımızı olması demek sürekli olarak o fıtrata çekileceğimiz anlamına da gelmiyor.
    asıl ilginç olan bence zaten bu.

    iyilik de kötülük de ilginç bir denge ile insana konulmuş çiftler olarak duruyor.

    "herşeyden iki çift yarattık ki düşünüp anlayabilesiniz (zariyat/49)"
    bu entry bu ayetin emri olarak düşünme entrisidir.

    peki iyilik fıtratını üzerine yaratılıp, kötülük de yapabilmemiz ne ola ki?
    videodan bir cümle ile bitireyim bu soruyu.

    "biz insanlar; fedakarlık, bencillik, adalet, bağnazlık, iyi ve kötü kalpliliğin karışımıyız."

    peki böyle bir karışım niye var?
    böyle bir karışımla insan ne yapar?

    "biz ona yol da gösterdik! ister şükredici olur, ister nankör! (insan/3)"
26 entry daha
hesabın var mı? giriş yap