17 entry daha
  • genel olarak tipik jarmusch takınıtılarının bütününü içeren ve jim jarmusch filmografisinin en nadide parçalarından sayılan nefis film. nedir bu takıntılar? yabancılaşma, iletişimsizlik ve karakterlerin davranışlarına yansıyacak kadar güçlü bir amaçsızlık ve boşluk hissi. bu film de bunları en yetkin bir şekilde kullanmasıyla jarmusch'un çektiği 2. film olan stranger than paradise'a daha yakın duruyor. o filmde birçok mekan değiştirmelerine karşın hayatın iç bunaltıcı durağanlığını değiştiremeyen, hiçbir yere ait olamayan karakterleri gibi bu filmdeki karakterler de hapisten çıkıp, bir süre iç düzeni hapisheneyi aratmayan bir kulübede kalıyor, daha sonra da bataklığa takılıyorlar, yani fiziksel olarak olmasa bile hayatın içinde sürekli hapiste gibiler. hatta bu o kadar yoğun hissediliyor ki bağımsızlığın getirdiği özgür irade, seçim yapabilme, alternatifleri değerlendirebilme haklarını da çok kullanmaya istekli olmamaları, yol ayrımlarında nereye gideceklerini bile çok önemsememeleri amaçsızlık ve boşluk hissini bariz kılıyor. aslında tüm karakterlerin bir amacı var gibi, hatta bunu çok açık bir şekilde dile de getiriyorlar ama bunlar genelde laf olsun diye söylenmiş, gerçekleşeceğine zerre inanılmayan şeylermiş gibi duruyor.

    karakterlerin amaçsızlık ve yılmışlık hissi, iletişimsizliğe de yol açıyor. hatta bu o raddeye varıyor ki tom waits ve john lurie'nin canlandırdıkları karakterlerin, koğuşta konuşacak başka kimse olmamasına rağmen ilk diyaloğu kavga oluyor. işin ironisi bunlardan birinin dj olması ki zaten düzgün kurdukları tek muhabbet djlik olayına bağlı olarak tabiri caizse harici bir muhabbet oluyor. tom waits dj gibi konuşurken john lurie de onu dinleyen radyo başındaki insan sanki. aralarına sonradan katılan ve ciddi anlamda iletişim kurmaya çabalayan tek kişi roberto, o da ingilizeyi yeni yeni öğreniyor ve hapisten kaçmalarını sağlamasına, diğer ikisi boktan sebeplerle tartışırken yemek aramaya çıkıp bir tavşanla gelmesine ve herşeyi çözüme kavuşturmasına rağmen film boyunca bir türlü ciddiye alınmıyor.

    jarmusch, filmin büyük bölümünde özellikle benigni'yi serbest bırakmış, emprovize takılmasını, doğaçlama yapmasını istemiş. bildiğimize göre bu jarmusch'un zaten sık tercih ettiği bir şey fakat burada söz konusu olan adam benigni olunca doğaçlama tadından yenmiyor ve özellikle ice cream şarkısı ve tavşan çevirme yaparkenki monolog (ki bu sahnede annesiyle ilgili söyledikleri tamamen gerçekmiş) gibi koltuktan düşürücü sahneler çıkıyor ortaya.

    sözün özü, her jarmusch filmi gibi huzur veren bir dinginliğe sahip, hatta herşey bir yana, sadece her ağzını açışında yüzümüze sırıtışı yerleştiriveren benigni için bile izlenmesi gereken dört başı mamur bir film down by law. jarmusch'a yeni başlayanlar için de içine girilmesi en kolay, en tavsiye edilesi filmi.
63 entry daha
hesabın var mı? giriş yap