16 entry daha
  • audioslave’den
    işığın tükenişine son bir çığlık
    ‘out of exile’

    2002 yılında, rock tarihinin en ilginç projelerinden birine tanıklık etmiştik. 90ların dağılan iki efsane grubu 1’e 3 oranıyla audioslave ismi altında birleşmiş, grupla aynı ismi taşıyan ve bir ‘jam session’ olarak oluşan ‘debut’ albümlerini yayınlamışlardı. prodüktörlüğünü de rick
    rubin gibi efsane bir isim üstlenince ( tanımayanlar için; kendileri red hot chili peppers’a ait blood sugar sex magic ve californication gibi iki km taşının baş sorumlusudur, system of a down’un da prodüktörüdür aynı zamanda) ‘audioslave’ 2002 yılının en çok konuşulan albümlerinden biri olmuştu. ‘euphoria morning’ ile istediğini alamamış chris cornell ve zack de la rocha’nın ayrılmasıyla öksüz kalan üç rage against the machine üyesinin yeniden doğuşuna şahit olmuştuk. aradan üç yıl geçti, şimdi de ‘out of exile’ ile karşımızdalar, tartışmalar ise aynı yönde: bu kaliteli maya tutar mı? bu soruya doyurucu bir cevap verebilmek için bandı geri sarmalıyız.

    zor tüketilen melodiler
    2000li yıllardayız, müziği dinlemiyor, tüketiyoruz. popüler rock yıldızlarının ömrü bir seneyi geçmiyor artık, ana bir müzik akımı bile yok ve böyle bir durumda başarıya doymuş dört adam çıkıp, kariyer derdine düşmeden inandıkları müziği yapılıyorlar. doksanların çocuklarına hediye ettikleri, su gibi berrak bir ‘sound’a sahip iki tane ballad albümü var önümüzde. hazırlanış formülleri ise neredeyse aynı: chris cornell’ in üstüne seattle ruhu üflenmiş öfkeli sesi ve bir feylesof edasıyla yazılmış tamamen kişisel sözler. arkasında ise kendi başına bir ana akım oluşturabilecek, gelmiş geçmiş en özgün gitaristlerden biri olan tom morello var, inanması zor olduğu için ilk albümlerine de şöyle bir not düşmüşler zaten : “ tüm sesler gitar, bas, davul ve vokalle yaratılmıştır”. bütün bunlara tim commerfold ‘un elektrik yüklü bası ve brad wilk’ in kontrollü ve sert davulu eklenince ortaya çıkan müzik ağır ve dinlenmesi zor oluyor. bu etkiyi iki albümde de görmek mümkün.
    berlin’deki live8 performanslarıyla eleştirilseler de genel anlamda sahneye de hâkim bir grup audioslave, gelmiş geçmiş en karizmatik ‘frontmen’lerden biri olan cornell yaptıkları bu zor şarkıların altından kalkmayı çok iyi beceriyor, tom morello ise artık klasikleşmiş, üzerinde ‘soul power’ yazan siyah gitarıyla albümde çıkardığı seslere sadık kalıyor, tim commerfold’un dövmeden görünmeyen vücudu ve brad wilk’in kızılderililere has yüz hatları ise sahnedeki ekibi görsel açıdan bir güç odağına çeviriyor. grubu canlı izleme şansı bulanların ortak fikri ise konserin başlamasından hemen sonra izleyiciyle kurulan ve o büyük gruplara has bağın herkese unutulmaz bir konser yaşattığı. kocaman bir kitlenin enerjisini o anda yaratılan ritme kanalize edebilmek ve bunu bütün performansa yayabilmek hiç de kolay bir iş olmasa gerek, anlatılanlara ve gördüklerimize bakılırsa audioslave bu konuda yabana atılmayacak bir yeteneğe sahip.

    eskiye duyulan özlem
    out of exile’ın anlattıklarına geçmeden önemli bir parantez açmak lazım; aslında bunca zamandır audioslave’ e yöneltilen en sert eleştiriler belki de onları en çok sevenlerden geldi. rage against the machine fanatikleri zack de la rocha’nın her kelimesinden politika damlayan rap vokalinin yokluğundan yakınırlarken, sound garden taraftarları grunge altyapının tam anlamıyla işlenmemesinden dert yandılar. ortaya çıkan bambaşka müzik iki tarafı da yeterince tatmin etmedi. audioslave’ e yeni bir grup gözüyle bakamayanların, verdikleri tadı almaları şimdilik pek mümkün görünmüyor, çünkü iki albümdür oturttukları soundlarını değiştirmeye pek niyetleri yok gibi. her ne kadar çıkış şarkıları beyazlara karşı direnen son kızılderili şefi olan ‘cochise’ ismini taşısa da, hata internet sitelerinde aktivist site ilişimlerine rastlasak da, çıkan iki albümden chris cornell ‘in ileride de direkt politika içeren sözler yazmayacağı belli oluyor. tom morello ‘nun da bu saatten sonra saf grunge bir gitar tonuyla çalmaya başlaması da benzer bir olasılığa sahip.
    küba’nın başkenti havana’da verdikleri açık hava konserinden sonra cornell’e yöneltilen ziyaretin politik bir amacı olup olmadığı yönündeki soruya verdiği cevabın altını çizmekte yarar var: "her şey müzik için. buraya gelip rock çalan ilk abd'li grup olmak çok heyecanlı ve mesele bu. aslolan müzik, nota".
    sürgün notları
    bütün bunların ışığında out of exile net olarak kendini belli eden bir albüm. açılış parçası your time has come tom morello patenti iki yüz metreden belli olan rifflere sahip, ilk albümün çıkış şarkısı olan cochise gibi yüksek bir enerji ihtiva ediyor, tekrar eden melodiye kendini kaptırmamak neredeyse imkânsız. ölümün zamansızlığı ile sıkı bir yüzleşmeye giriyor chris cornell, uyandırmak için bağırıyor sanki mezardaki şanssızları. albüme ismini veren out of exile güzel bir yalnızlık şarkısı, be your self ise ilk albümden like a stone gibi tam radyo dostu bir şarkı. itiraf etmeli ki baya da benziyorlar birbirlerine. single olarak kullanılması kaçınılmaz hale geliyor böylece, kişisel farklılıklar üzerine söylenecek çok şey var ama herkes kendidir zaten, öyle olmak zorundadır diyor. sonrasında gelen doesn’t remind me ise bu albümün en özgün şarkısı. boşvermişlik üzerine yazılmış bu şarkı öyle bir sırıtıyor ki eski albümü de dinlemiş birinin fark etmemesi neredeyse imkânsız. bunun yanında audioslave tarihinin de en iyilerinden biri. drown de slowly ise bir solukta dinlenebilen, dünyaya karşı bir isyan çığlığı. ardından heaven's dead geliyor, hiçbir fikir sahibi olmasam, ilk dinlediğimde sound garden’ın şimdiye kadar dinlemediğim bir şarkısı olduğuna yemin edebilirdim. 90’ların seattle’den fırlamış depresif bir aşk şarkısı, albümü süslüyor. ve bu noktada bir mola vermek gerekiyor, çünkü buradan itibaren albüm zorlaşıyor, ilk yarının verdiği yorgunluk da eklenince belki de başka bir zamanda devam etmek gerekiyor. yoksa worm ve man or animal gibi iki ağır şarkının ardından yesterday to tomorrow gibi alkışı hak eden bir parça gözden kaçıyor, albümün sonuna gizlenmiş olan the curse gibi muazzam bir beste fark edilmiyor. bu arada sınırlı sayıda basılmış olan cd’lerden birine sahipseniz artık bir audioslave marşı haline gelmiş like a stone’nun canlı versiyonunu dinleme şansınız da bulunuyor bu albümde.

    bütün bunlardan çıkan sonuç ise out of exile ‘in audioslave gibi zamanla değeri anlaşılan bir albüm olduğudur, dinledikçe, emek verdikçe seviliyor. eskilere takılıp kalanlara hitap ediyor, kolay unutmayanlara, zor tüketenlere chris cornell ve arkadaşlarının bir vefa ziyareti gibi 90’lardan.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap