• yahya kemal beyatlı'nın bir eseridir
  • yahya kemal beyatlı'nın hep köşelerde kalmış yazılarından biri:

    kendi kendime diyorum ki: şişli, kadıköy, moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? o semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil günleri hissedilmez. çocuklar müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler.

    işte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor. bugünkü türk babaları havası ve toprağı müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan kur-an'ın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran kitabullah'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. ilk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. türk oldular.

    bugünün çocukları büyük bir ekseriyetler yine müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine müslümanlığı hissediyorlar. fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız semtlerde, yani alafranga terbiye ile yetişirken, türk çocukluğunun en güzel rüyasını göremiyorlar. bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler, yoksa ne muhit, ne yaşayış, ne semt hiçbirşey bu yavrulara türklüğü hissettiremez.

    ah! büyük cedlerimiz! onlar da galata, beyoğlu gibi frenk semtlerine yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede müslümanlığın nuru belirir, beş vakitte ezan işitilir, asmalı minare, gölgeli mescid peyda olur; sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hasılı o toproğın o köşesi imana gelirdi. beyoğlunu ve galatayı saran yeni yapıların yığını arasında o mescidlerden, o türbelerden bir ikisi kaldı da gördük ki cedlerimiz kefere frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfuz ederlerdi. biz bugünün türkleri bilakis şişli, nişantaşı, kadıköy, moda gibi küçücük bir şehri andıran yerlere yerleştik, fakat o yerler müslüman ruhundan ari, çorak ve kurudur. bir üsküdar'a bakınınz bir de kadıköyü'ne. üsküdarın yanında kadıköy tatavla (kurtuluş)'yı andırır. eski türklerin ruhları ile yeni türklerin ruhları arasındaki farkı anlamak isterseniz, bu son asırda peyda olan semtlerle, istanbul içlerini mukayese ediniz. medenileştikçe müslümanlıktan çıktığımızı tabi ve hoş gören eblehler uzağa değil, balkan devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler. görürler ki baştan başa yenilşen o şehirlerin her tarafında çan kuleleri yükselir. pazar ve yortu günleri çan sesleri işitilir. manzara halkın dinini ve milliyetini hatırlatır. o şehirler bizim yeni semtlerimiz gibi milli ruhtan ari değildirler. artık türk milletinin ruhu bir rayiha gibi uçtu mu? hayır büyük bir kütlede yine o ruh var, fakat biz son nesil bir sürü gibi, büyük kafileden uzaklaştık, kaybolduk, fakat daha uzağa gitmeyeceğiz, yeni tarzda yaşayışla cedlerimizin diyanetini meczedip (bir araya getirip) bizi bu çoraklıktan, bu karanlıktan, bu ufunetten (pis kokudan) kurtaracak mürşidler, şairler, edipler, hatibler, yetişmedi, fakat gayet tabii bir revişle (gidişle) büyük kafileye, kendi kendimize döneceğiz.

    dinsizliğin, kayıtsızlığın aksülameli başladı bile. çocuklutan beri diyanet yolundan ayrılmamı olan kardeşlerimiz, bizim gibi rücu hislerini itiraf edenlere henüz inanmıyorlar. onlara tamamiyle iltica edeceğimiz zaman da bizi birden tanımayacaklar. çünkü onlardan çok ayrı ve uzak düştük.

    dört sene evvel büyük adada oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? sabah erkenden uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. vakit gelince abdest aldım, büyükada'nın mahlle içindeki sakit (sessiz) yollarından kendi başıma camie doğru gittim. vaiz kürsüde va'az ediyordu. ben kapıdan girince bütün cemaatın gözleri bana çevrildi. beni daha doğrusu bizim nesilden birini, camiide gördüklerine şaşıyorlardı. orada o saatte toplanan ümmet-i muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim. va'zı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. kardeşlerim müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. ben de onların nazarlarını hissediyordum. vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp muhammed sesi kulağıma geldiği zamangözlerim yaşla doldu. onlarla kendimi yek-dil, yek-vücut olarak gördüm. o sabah o müslümanlığa az aşina büyükada'nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemeaati idik. namazdan çıkarken kapıda ayandan reşid akif paşa durdu. bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: "bu bayram namazında iki defa mes'udum. hamdolsun sizlerden birini kendi başına camie gelmiş gördüm! berhudar ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti!" dedi.

    hem geldiğimi hemde bayramımı tebrik etti. yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik etti. bu basit hadiseden pek samimi olarak mahzuzdular. o sabah gönlüm her sabahtan fazla açıktı.

    biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. o mübarek muhitten çok sonra ayrıldık. biz böyle bir sabah namazında anne millete dönebiliriz. fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen türk çocukları dönecekleri yeri hatirlayamayacaklar!
  • taşınma hayali kurduğum semtler.
  • (bkz: fatih harbiye)
  • sabah uykunuzdan kötü sesli müezzinlerin okudukları 90 desibel ses şiddetindeki ezan sesiyle uyanma ihtimaliniz olmadığı semtlerdir. (subjektif oldu bu tanım, ilginç gibi yalnız müslümanlara dokunuyor biraz).

    camisi olmayan semtlerdir - düz mantıksal çıkarım. (doğru tanım ama böyle yazınca da ilginç durmadı, etliye sütlüye dokunmuyor tabii).
  • istanbul'da etiler, levent ve ulus bu semtlere dahildir. ezan sesi duyulsa bile son derece kısıktır ve caminin 10 metre çapı ile sınırlıdır.

    edit: etiler'de duyulduğu iddia ediliyor.
  • muslumanca yasanacak bir ulke ozlemi ile doldurur insanin yuregini.
  • rahat rahat uyunan semtlerdir. hayatım boyunca hep yaşadığım, ezan gürültüsü gelen yerlerde uyumak zorunda kaldığımda daha bir değerini bildiğim yerlerdir.
  • yahya kemal'in köşelerde kalmasını istediği yazılarından biridir. (bu yorum benden ziyade beşir ayvazoğlu'na aittir.)
    ilk kez 1922'de tevhid-i efkar'da yayınlanmış, sebilürreşad'da iktibas edilmiştir.
    50li yıllarda istanbul fetih cemiyeti'nin yahya kemal'in mirasını sahiplenmesiyle bu ve benzeri yazıları günışığına çıkmış, toplu halde basılmış;
    süleymaniye'de bayram sabahı, ezan ve kuran gibi eserleri muhafazakar ve mütedeyyin çevrelerin sık sık referans göstermekten hoşlandığı eserler haline gelmiştir.
  • boyle mahalleler ve siteleri secme hakkimizin olmasi gerektigini dusunuyorum. emlakcilarda boyle kategoriler olmali, ya da en azindan "en yakin camiye su kadar uzaklikta" gibi secim sansi.

    sehir disinda hayvan gibi arazim olsa oraya "ezansiz kent" diye bir site yaparim misal. mustakil evler, bisiklet ve kosu yollari, cici kafeler, restoranlar filan. yapilar arazinin snirindan iceride olur boylece inadina sinirin dibine cami dikseler bile evlerde ezan duyulmaz.

    zuhahahaha!
hesabın var mı? giriş yap