• telefon çalar.

    açan: a kişisi
    arayan: aa kişisi
    görüşülmek istenen: b kişisi

    olay: aa kişisi, b'ye ulaşmak ister ama yanlışlıkla a'yı aramıştır. a, b'nin direk numarasını verir ve aşağıdaki diyalog gerçekleşir:

    a: this is his direct number.
    aa: ok. does he speak italian?
    a: oh yes, he speaks italian like his mother's language*
    aa: really?is his mother italian??
    a: no,his mother is not italian. he speaks italian very well..

    not: dışarıdan sadece a'nın konuşmaları duyulmuştur ancak aa'nın cevapları anlaşılmıştır. gülmekten parçalanıldığı için, olayın gerisi dinlenememiştir.
  • amerika'da universitede, orientation dersinde herkesle beraber ufak capli bir tani$madan sonra, dersin sonuna gelinmi$tir. o sirada student affair sorumlusu michael fekete turbo6kv'e application sirasinda unuttugu 8 tane resimi getirmesini soyler...

    mf : michael fekete
    tb : turbo6kv

    mf : anil please don't forget to get your pictures, and maybe you can do it today huh?
    tb : um ummh.. i'm sorry i'm not shaved today. ?!?!?!?!?
    mf : hehe ... ?!?!?!?!
    (ortamda kopmayan insan kalmami$tir)
    tb : look! i didn't mean that... i'm trying to talk about my beard ok! (ama i$ i$ten coktan gecmi$tir)
  • bundan yıllar once gidilen bir burger kingte yemek siparisi verildigi sirada "suffle" isimli yeni bir tatli goze carpar. hemen siparis verilir:
    x: ben bir tane de safıl alabilir miyim?
    y: anlayamadim efendim, safıl?
    kasiyerde biraz salak heralde diye dusunulur, bir bok becermis gibi parmakla "suffle" afisi gosterilir.
    y: anladim efendim siz sufle istiyorsunuz.

    40 yillik sufleye safıl demeye ve kasiyerin gozunde uc kurusluk olmaya kesinlikle aldiris edilmemis tribi atilir ve inadina bir kurus bahsis dahi birakilmadan derhal oradan uzaklasilir. bir daha burger king e gidilmez, ingilizce konusulmaz.
  • "i can mistake " demek .
  • ingilizce konuşurken bir anda yunanca konuşmaya başlamak, saçmaladığını farketmek, düzeltmek için türkçe konuşmaya başlamak,susmak ve yüzün kızarması ile bünyeyi bir müddet nadasa bırakmak.
  • bulgaristan'daki bir fuarda yaşadığım bir dialog, bu konuya harika bir örnek teşkil etmektedir.
    bu denyoca anımı, önceki gün fuar standının hazırlanması sırasında arkadaşlarla hayvan üstü bir çaba sarf etmemiz ve takriben 33 saattir uykusuz olmama borçluyumdur.
    bulgarca bilmediğimden konuşmalar ingilizce geçmektedir haliyle.

    - bulgar teyze: hi, may i ask you something? (sana bişe sorabilingmi diyor)
    - ben: sure, go ahead! (he sor diyorum)
    - bulgar teyze: are these turkish made (türk malı mı diyor)
    - ben: yes they are. (he diyorum)
    - bulgar teyze: they are looking good, what is the average lifespan of these? (kaç sene kullanırım bunu ben evladiyelik mi diyor)
    - ben: i'm not sure, let me ask my colleague. (bilmem valla arkadaş tuvalete gitti ben tezgaha bakıyorum, gelsin sorayım diyorum)
    arkadaşa sorarım, yaklaşık 10-15 yıl der.
    - ben: 10 - 15 yıl (türkçe, ingilizceye çevirecek mecalim kalmamış, o derece)
    - bulgar teyze: excuse me? (af bıyır?)
    - ben: 10-15 yıl (türkçe)
    - bulgar teyze: i'm not sure i understand (ne diyo bu diye merak ediyo burda)
    - ben (ısrarla ve ablanın anlaması için yavaşça): ooonoooonbeeeş yıııııl (türkçe / allah allah, niye anlamıyo lan bu, ne güzel konuşuyoduk şurda)
    - bulgar teyze (sinirli artık): what is 'nonobesh yil'? (nonobeş yıl ne koç diyo, kafan mı güzel diyo)
    - ben (türkçe versiyonunu karşıdan duymanın yarattığı soğuk duş etkisiyle): oh, i'm sorry, i just said it in turkish didn't i? (pardon lan, türkçe söyledik diyorum)
    - bulgar teyze: yes you did. (valla öyle oldu diyo)
    - ben: shame on me than. (ne öküzüm lan diyorum)
    - bulgar teyze: yes you should (harbi öküzmüşün diyo, ayarına kurban olayım).
  • daytona beach'in inanılmaz renksiz gece hayatından baymış olan ben, alkolü iyice abartıp kendimi dans pistine atarak eğlence yaratma çabasıdayken, asyalı hoş bir bağyanın dans ediş şekli dikkatimi çekti ve taklit etmeye başladım.. bunu farkeden hatunla gözgöze gelince bişeyler söyleme ihtiyacı hasıl oldu ve olaylar gelişti..

    cdt: i'm learning..*
    ahb*: i'm jennifer..
    cdt: ??!!???*
  • ingilizce öğretmeninin "bu konuya bi göz gezdirip geçelim" demek istemesi ve akabinde bu cümleyi türkçe mi ingilizce mi söyleyeceğine karar verememesi ve nihayet ardından gelen yarı türkçe yarı ingilizce cümle:
    - skip atalım.
    - sikip atalım??? oh yes
  • günlerden bir gün yabancı, ama yanlış anlaşılma olmasın foreigner anlamında yabancı yoksa hepsi can ciğerdir, dostlarla oturuluyordur haşa huzurda sesshoumaru kardeşinizin eski frp'ci günlerinden kalma olayları hikayeleştirerek anlatma yeteneği de az çok mevcuttur. ucu ucuna kaçmış bir fırsatı bir penaltı betimlemesi ile anlatacaktır bu kişi ve cümle şu şekilde gelişir, direkt ingilizcesini veriyorum affola:

    -so, imagine a football field with no stadium and spans for miles. nothing but an endless field of grass, you and a ball in the middle of it...and there is a castle.

    söylediğim şeyin o anda masadaki herkesten önce farkın vardığım için ağır çekim tsubasa kalecileri gibi uçup yakalamaya çalıştım ama namümkündü a dostlar. hatta masadaki insanlar daha zihinlerindeki imge bile oluşmadan

    "hayıııııırrrrrr castle değil o, uhuhuhu castle ne ya?!" şeklinde isyan edince durumun farkına vardılar. içlerinden birisi "cidden futbol sahasının ortasında yükselen bir kale gözümün önüne gelmişti" diyerek iyice yarama tuz basmıştır. castle he mi?
  • roma'da bir günümüz var ve mümkün olduğunca çok yer görmek istiyoruz, ipini koparmışlar gibi deli deli gezmekteyiz. haritayı taşıyan arkadaş ortadan kaybolunca 6 kişi haritasız kaldık. belirlediğimiz rotaya göre de bir sonraki durak fontana di trevi yani bizim bildiğimiz adıyla aşk çeşmesi. parayı atıcaz, dileği tutucaz. fakat o zaman italyanca adını bilmiyoruz yerin, ingilizceye çevirdik kendimizce "fountain of love" şeklinde. gözümüze bir otel görevlisini kestirdik, kesin ingilizce biliyordur bu diye. arkadaş adama yanaşıp: "where is the foundation of love?" diyince adam önce anlamadı, sonra gülmeye başladı, nasıl bir yer aradığımızı düşündüyse artık. sonradan para atma ve ellerimizi kavuşturup, gözlerimizi kırpıştırıp dilek tutma hareketleri yapınca derdimizi anlayıp tarif etti çeşmenin yerini. neymiş azizim, vücut dilinden şaşılmayacakmış.
hesabın var mı? giriş yap