• iyi niyeti yok etmek.
  • "ben ömrümde böyle zırva duymadım, arkadaş yalan atmanın uydurmanın da bir adabı olur aağmınakoyayım be" demek yerine " vay canına " demek zorunda kalmak. istifanızı engelleyen geçici fakat mecburi bir durumdan ötürü, katlanmak zorunda olduğunuz şebek suratlı adamın gözünüze baka baka sizi salak yerine koymasına göz yummak.
    " abie ben halledicem abiğae, para hazır abiğe " diye yalan söyleyen yamuğa " ha tamamdır madem " demek zorunda kalmak. sonra pişman oluyorsunuz tabi. sen kimsin lan anten, hassiktir git deseydim keşke diyorsunuz. özetle, beş para etmez embesil insanlara "he gülüm" demek mecburiyetinde kalıyorsunuz. e tabi bu da sizi sabırlı bir insan yapıyor bir yerde.
  • ne kazandırır bilmem ama para kazanacağız diye bir ömrü heba etmek bana mantıklı gelmiyor.

    tanım: para.

    bu aralar kafam hep buralarda.
    geçliğimi heba edip yaşlılığı garantilemek mi?
    yoksa ikisini dengeleyip ne sürünmek ne de düze çıkmak mı?

    hangisini yapmalıyım bilemiyorum.
  • (bkz: cc)
  • güzel bir üniversitenin (en azından bana göre) bir mühendislik fakültesinden mezun oldum geçen sene. türkiye'de çok revaçta olan bir bölüm olmadığı için ve özellikle yaşadığım şehirde de işimin sahası açısından çok kısıtlı bir alan olduğu için, iş bulamadım. bir sene boyunca gezdim, yattım, uyudum, eğlendim, iş aradım ama bulamadım. şu yaşıma kadar uyumadığım kadar uyudum. sonra artık vücudum uykuya doymuş olacak ki, artık bir şeyler yapmalıyım ya diyerek yataktan kalktım ve iş aramaya devam ettim. ama bu sefer kendi işim değil de kendimle alakasız ve ve çok da vasıf istemeyen işler bakmaya başladım. bir kitapçıda çalışmak istedim, mühendislik yapmak için onları bırakırım diye almadılar beni. (oysa ki sahibi bana bayılmıştı, lise mezunu olsaymışım alırlarmış. vay arkadaş insanı okuduğuna pişman ederler.) mc donalds'a başvurdum, kadın senin burada ne işin var yahu dedi, şartları anlattı yapabilir misin dedi, sonra zor geldi bana da. kabul etmedim. sonra kafede çalışıyım dedim, neredeyse hiç para vermiyorlar diye vazgeçtim. sonra bir markete başvurdum ve iki gün sonra falan aradılar. gittim görüşmeye, dedi senin burada ne işin var. bu sorudan da sıkıldım ama yine aynı cevabı verdim. sıkıldım dedim evde oturmaktan, vakit geçsin istiyorum. alındım işe kasiyer olarak. başladım çalışmaya.
    çalıştığım market o kadar büyüktü ki, her gün yeni bir çalışanla tanıştım o derece.
    çok tatlı arkadaşlar edindim. çok güzel insanlarla tanıştım. hayatın bazıları için çok zor olduğunu öğrendim. para kazanmanın hiç de öyle kolay olmadığını anladım. çalışanın halinden yine bir çalışanın anladığını öğrendim. yalakalığın sınır tanımadığını gördüm. hiyerarşiye lanet ettim. kapitalizme sövdüm, hem de her gün. çılgınlar gibi para harcayan bir tüketim toplumu olduğumuzu gözlerimle gördüm. insanların ne kadar sabırsız olduğunu, en ufak bir sorunda ne kadar çirkinleşebildiklerini gördüm. saygısız, kibirli insanlar, egosunda boğulacak kadar götü tavanda gezen müdürler, müdürün gözüne girmek için yarışanlar, üç kuruş para kazanmak için gece gündüz çalışanlar gördüm. "rica" kelimesinin önemimi, bir "kolay gelsin" in bazen ne kadar çok şey ifade ettiğini, iyi niyetin nasıl suistimal edildiğini, kompleksli insanların çıkarları için her şeyi yapabileceklerini gördüm. aynı zamanda ne kadar komplekssiz ve dayanıklı bir insan olduğumu da burada anladım. deli gibi grip oldum ama yine de işe gittim, ayakta duracak mecalim olmadı halde sürekli koşturdum. sonra da kendimi tebrik ettim.
    kasiyerlik diye küçümsediğimiz, aman oturduğu yerden iş yapıyorlar işte dediğimiz bu işin, aslında ne kadar da çetrefilli ve bir ton zırıltısı olan bir iş olduğunu öğrendim. hiçbir şeyin uzaktan göründüğü gibi olmadığını kesin ve net olarak yaşayıp anladım.
    maddi açıdan zerre kadar bir artısı olmasa da bana, manevi açıdan milyonlarca artısı oldu bu işin. ilk işimdi, ilk doğru düzgün çalışma deneyimimdi. iş hayatı dedikleri girdapta kimlerin nasıl boğulduğunu görmem için bir fırsattı ve ben bu fırsatı iyi değerlendirdim.
    bir sonraki işimin kendi işim olmasını diliyor ve iş hayatının uçsuz bucaksız sıkıntılarını en azından bir süre üstümden atmanın keyfiyle sizleri selamlıyorum sevgili okurlar.
  • uyandıktan sonra 10 dakika içerisinde evden çıkabilme yeteneği.

    bunu başarabileceğimi hiç düşünmezdim.
  • iki şekilde karşımıza çıkan bu hayat her nasıl çıkarsa çıksın aynı şekilde sonuçlanacaktır.
    birincisi kendi işinizi kurar yaparsınız, ikincisi bir başka kişiye bağlı olarak çalışırsınız. yani ya bağkur'lu olursunuz ya da ssk'lı. ama ne olursanız olun, hiçbir zaman aradığınızı bulamayacaksınız. sizi tatmin eden şeylerin bu ihtimaller arasında olmadığını er ya da geç fark edeceksiniz. mutluluğu aradığınızın farkına varacaksınız ama üzerinden çok geçmiş olacak. hep daha fazlasını isteyeceksiniz, hep yükselmek daha fazla para kazanmak isteyeceksiniz. yükseleceksiniz de kazanacaksınız da ama arş-ı semaya erdiğinizde bununla da yetinmeyeceksiniz. bir de bakmışınız yaş kemale ermiş. para ya da mevki sizi mutlu etmiyor. mesela artık sevişemiyorsunuz. maddi kazanımları ön plana koyarak ihmal ettiğiniz dostlarınız artık çevrenizde yok. damarlarınızda dolaşan kanın bile sıcaklığı azalmış. fevkalade bir buhran içerisinde sizi kendisine mahkum eden sessizlikten tat almaya başlamışınız. ama bunun da farkında değilsiniz. yirmili yaşlarında arkadaşlarınla bira içip keyifli sohbet etmek varken sen çılgınca çalıştın. onların olmadığı kadar para kazandın. mutluluğu hep yanlış yerlerde aradın. şimdi o arkadaşların hala bira içip neşeli neşeli sohbetler ediyor. sen onlara dahil olmak istesen de artık onlarla paylaşıp güleceğin bir hatıran yok. onlar eğlendikleri mekanları, gezdikleri yerleri birbirine anlatırken sen gözlerini hafifçe kısıyor onları anlamaya çalışıyorsun ama artık çok geç anlayamayacaksın. çünkü o muhabbete haz veren mimikler sende hiç olmadı, onlarınsa elmacık kemiklerine, göz kapaklarına, dudaklarında oluşan doğal tebessüm dalgalarına yerleşti ve bütünleşti. onlar hala çok mutlu.
    iş hayatı çok az kişiye bu güzellikleri kazandırırken, birçoğumuzdan aynı güzellikleri alır götürür ve hiçkimse bunun farkında olmaz.
  • tecrübe , sadece iş yapış şeklinizle ilgili değil, o işi ve şirketi değerlendirmenizle ilgili. içerideyken şikayet ettiğiniz konular, bir diğer şirkete gittiğinizde başka konularla yer değiştiriyor. bunu ancak zamanla-tecrübeyle anlıyorsunuz.
    acaba iş değiştirmek mi iyi , bulunduğun şirkette şansını zorlamak mı?
  • * sabretme eşiğinin artması
    * entrikaproof bir yapı
    * para

    yanı sıra

    * nefes almada zorluk (strese bağlı)
    * sinir bozukluğu
    * devamlı huzursuzluk hissi
    * ara ara gelen ağlama krizleri
  • iş ortamında kimseye iyi dememeyi öğrenmek. gün geliyor zamanında "allah razı olsun." dediğin insanın/yöneticinin/müdürünün/iş arkadaşının yüzünü görmek istemiyorsun. çıkarlar çatışınca böyle sonuçlar doğabiliyor.

    insanlar değişiyor, zaman değişiyor sadece duyguların değişmiyor. kızgınsan kızgınsın. üzgünsen üzgün. mutluysan mutlu. insan olarak tek gerçeğin bu hislerin zaten.

    not: şu an kızgınım evet.
hesabın var mı? giriş yap