• bir fotoğraf: büyük usta asimov ellerini beline koymuş, göbeğini hafifçe dışarı çıkarmış, çenesine kadar inen kocaman favorileriyle, yüzünde hep o aynı tatlı, sıcak, mahzun ve iyi yürekli gülümsemeyle, çift kanatlı bir kütüphanenin önünde poz vermiş. kütüphane boydan boya kitap dolu, yüzden fazla kitap olmalı içinde. fotoğrafın altında şöyle yazıyor: ısaac, yazmış olduğu kitapların bir bölümüyle görülüyor. vay canına! sadece bir bölümü, öyle mi? bir deha: romanlar, öyküler, antolojiler, bilimsel makaleler; sayısız eser. elindeki kitapları kütüphaneye geri vermek zorunda olduğuna üzülen bir çocuktan söz ediyoruz burada. bu yüzden, kendi öykülerini yazmanın en iyi yol olduğuna karar veren ve yazmaya başladığında sadece on iki yaşında olan birinden. son soru başlıklı öyküsü en sevdiği öyküdür. şunları söyler bu öyküyle ilgili: "...insan zekâsının (ya da kendi zekâmın) sınırları nereye uzanıyor diye düşünmeye başlamıştım. oturup son soru'yu yazmaya koyuldum. topu topu dört bin yedi yüz kelimeyle insanlığın, bilgisayarların ve evrenin on trilyonluk tarihini anlattım. tek cümlede dahi tereddüt etmeden öyküyü yalnızca iki oturuşta yazıverdim. daha yazmaya başlar başlamaz bunun çok özel bir öykü olacağını anlamıştım."
    bir veda: alınan kanların henüz hiv virüsü testine tabi tutulmadığı seksenli yıllarda baypas ameliyatı olur. ameliyat başarılı geçer ama aynı gece asimov ateşler içinde yanmaya başlar. sebebi yıllar sonra anlaşılacaktır: verilen kandan aids kapmıştır. gelmiş geçmiş en büyük bilimkurgu yazarlarından biri, 1992'de ancak ölümün durdurabildiği gerçek bir hümanist şu sözlerle veda eder okurlarına: "daima daktilomun başında yazı yazarken başım klavyeye düşüp, burnum iki tuşun arasında girerek ölmek istemişimdir ama bu mümkün olacak gibi görünmüyor." "gelecek nasıl olacak diye göremeyeceğim için kendime acıyor değilim. hari seldon gibi ben de yaptığım bunca işe bakıp rahatlıyorum. ileride hayatın nasıl olabileceğine dair pek çok hayal kurdum, üzerine kitaplar yazdım, çalıştım; adeta geleceği gördüm ve yaşadım ben."
  • içinde 8 robot öyküsü barındıran the rest of the robots isimli öykü kitabı 1999 yılında özlem kurdoğlu çevirisiyle us yayıncılık'tan çıkan yazar.

    türkiye'deki baskısında içinde susan calvin'in de bulunduğu uzun bir öykünün yerine multivac ile ilgili kısa bir öykü eklenmiştir. geri kalan 7 öyküde ise herhangi bir değişiklik bulunmamaktadır.

    i robot'u seven bunu da çok sever dediğim, güzide bir eserdir. bulmak ise imkansıze yakındır.

    ithaki yayınları hazır asimov yayımlamaya başlamışken şöyle öykü derlemelerini de arada sırada çevirse ne kadar güzel olur anlatamam.
  • mike carlin tarafından hazırlanan eski ama içi dolu bir site.

    encyclopedia galactica
  • * bilimsel çalışmalarda insanı en çok heyecanlandıran şey, ‘buldum, buldum’ cümlesi değil, ‘allah allah, burada çok saçma (komik, tuhaf vs.) bir şey görüyorum’ cümlesidir.

    * doktora savunmasında genellikle iki tip davranış şekli görülür. bunlardan birincisi, aşırı hallerde sizi ‘adınız nedir?’ dahil olmak üzere hiçbir soruya yanıt veremeyecek konuma getiren felç pozisyonudur. diğeri ise, aşırı hallerde sizin, ‘adınız nedir?’ sorusuna katıla katıla gülerek cevap vermenize neden olacak histeri durumudur.
    benim bunlardan ikinci gruba dahil olacağım belliydi. daha içeri girerken gülüyordum

    * hayat, satrancın aksine şahmattan sonra da devam eder.

    * düzgün okunduğunda, incil ateizm için en büyük güçtür.

    * insanlar dünyanın düz olduğuna inandıkları zamanlarda haksızdılar. dünyanın küre şeklinde olduğunu düşündüklerinde de haksızdılar. fakat eğer dünyanın küre şeklinde olduğuna inanmanın, düz olduğuna inanmak kadar yanlış olduğunu düşünüyorsanız, sizin bakış açınız, bu ikisinin toplamından daha yanlıştır.

    * evren içindeki maddelere kıyasla öyle muazzamdır ki, tek bir kum tanesini barındıran, yirmi mil uzunluğunda, yirmi mil eninde ve yirmi mil yüksekliğinde bir binayla kıyaslanabilir.

    * bilgisayarlardan değil, onların eksikliğinden korkuyorum.

    * benim için yazmak, basitçe parmaklarımın arasında düşünmek.

    * hayat zevkli, ölüm huzurludur. sıkıntılı olan aradaki geçiştir.

    * her şeyi bildiğini düşünen insanlar, içimizde gerçekten herşeyi bilenler için büyük sıkıntı kaynaklarıdır.

    * nefes almakla aynı sebep yüzünden yazıyorum; yapmasaydım ölürdüm.

    * doğru olanı yaparken, ahlaki hislerinizin yolunuza çıkmasına hiçbir zaman izin vermeyin.

    * doktor bana 6 dakikalık ömrümün kaldığını söyleseydi, biraz daha hızlı yazardım.

    * dünyadaki her ülke, yapılacak tüm savaşlarda, savaşı kaybeden tarafın generalinin hemen infaz edilmesini kararlaştırsın. o zaman bir savaş çıkması ihtimali doğduğu vakit iki tarafın askeri kanadı da, generaller savaşı kaybetmeyi göze alamadıklarından, savaşa henüz hazır olmadıklarını söyleyeceklerdir.

    * kralların oyunu satranç oyunların kralı briç’tir.

    * bireysel bilimkurgu öyküleri, günümüzün eleştirmenleri ve filozoflarına göre önemsiz gözükebilir- fakat bilimkurgunun çekirdeği, özü, kurtuluşumuz için hayati bir önem taşır, eğer bir gün kurtulacaksak..

    * aklın, sokrates’ten bu yana, yobazlık ve hurafeye karşı açtığı savaş henüz kazanılmış değildir.

    * hayat, satrancın aksine şahmattan sonra da devam eder.

    * güçlü bir siyasi, ekonomik, dini ya da sosyal kuruma isyan etmek oldukça tahlikelidir ve bir gruba üye olmadıkları sürece, çok az kişi bunu yapabilir. buna rağmen bilimsel kurumlara isyan etmek yapılabilecek en kolay şeydir. herkes bunu yaparak, en ufak bir risk almaksızın, kendini oldukça cesur hissedebilir.

    * briç masasında kaç farklı eşleşme yapılabileceğini, belli şartlar altında bir haritanın tamamlanması için kaç renk gerekeceğini, bir filin satranç tahtasında kaç farklı yol izleyebileceğini veya belli bir yolun izlenmesi şartıyla bir kentten diğerine en kısa nasıl gidilebileceğini kim gerçekten umursar? ama işte, matematik umursar ve hep umursamıştır.

    * matematikçiler pek çok seferinde ellerinde kimsenin işine yaramayacağı, kimsenin matematiksel hazzı bölecek ölçüde burun sokmaya değer görmeyeceği, önemsiz problemler bulunduğunu sanmışlardır. derken birisi çıkar ve bu zırvanın telefonlarda geçiş kapasitelerini arttıracağını veya atom altı parçacıklarının davranışlarını açıklamaya yarayacağını buluverir. matematikçiler o andan itibaren yeni bir sığınak aramaya koyulurlar.

    * eğer bir ateist olmasaydım, insanları bazı kuru laflara bakarak yargılayan bir tanrı yerine, yaşamlarındaki samimiyete bakarak yargılayan bir tanrıya inanırdım. bence o, sürekli olarak “tanrı, tanrı, tanrı” diye konuşan ve yaptığı her iş “yanlış, yanlış, yanlış” olan bir tv ilahiyatçısı yerine, dürüst ve samimi bir ateisti tercih ederdi.
  • anti-intellectualism has been a constant thread winding its way through our political and cultural life, nurtured by the false notion that democracy means that 'my ignorance is just as good as your knowledge.'

    sözünün sahibi.

    jimmy fellon çok dalga geçerdi, "you think you better than me" kalıbını güneyli aksanıyla tekrarlayarak. asimov'un sözünün son kısmının vücut bulmuş parodi hali gibi.
  • '' bir teknoloji büyüden ayırt edilebiliyorsa, o zaman yeteri kadar ileri seviyeye ulaşmamıştır'' demiştir.
  • "yaşamın tümü nükleik asittir; kalanı yorumdur."
  • foundation kitabını oldukça beğendiğim, fütürist yazardır. bir robotikçi olarak, robotumla birlikte kendisini pek severiz.
  • henüz hiç bir kitabını okumadığım, okumaya cesaret bulamadığım deha. sanırım önce #63212144 şurada bahsi geçen külliyatı -en azından belgeselleri- elden geçirip konuyla alakalı fikir sahibi olacağım. zira asimov'un yazdıklarını tam olarak anlamadan, olay örgüsünün içine giremeden okumak pek mantıklı gelmiyor.

    bu arada kendisi hakkında araştırma yaparken bir bilimkurgu sitesinde kitaplarının -sanırım tamamı- pdf olarak derlendiği ve indirilmeye hazır bir arşiv buldum. ben e-book okumaya pek sıcak bakmıyorum ama kitapları bulmak çok zormuş sanırım. bu yüzden hepsini indirdim. sizin de elinizin altında olsun diye linki buraya bırakıyorum;

    https://drive.google.com/…hmhi2gsmyfadr5c2ytwkdwz2c

    edit: tüm külliyatını okuyup da geldim; biz seni görmeden sevdik üstad.
  • bildiğim kadarıyla türkçe'ye çevrilmemiş "cult of ignorance" yazısını, amatör hallerimle çevirmeye uğraşmıştım. el emeği göz nuru (hataları şeyapınız lütfen);

    "basın özgürlüğüyle ilgili şu eski argümanı tekrardan tartışmaya açmak zor; “amerika’nın bilme hakkı!” bugün şu masum soruyu sormak bile kötü görünüyor; “amerika’nın bilme hakkı, ama neyi? bilim? matematik? ekonomi? yabancı diller?”
    hiçbiri değil elbette. aslında, genel kanıya göre, amerikalılar bu saçmalıklar olmadan çok daha iyiler.
    birleşik devletler’de bir cehalet kültü var, her zaman vardı. entelektüelizm karşıtlığı, demokrasinin hatalı “benim cehaletim senin bilginle eşit derecede iyidir.” tanımıyla beslenerek politik ve kültürel hayata hep bir tehdit oluşturdu.
    politikacılar shakespeare ya da milton’ın dilini mümkün olduğunca dilbilgisinden yoksun bir şekilde konuşarak, “okumuş adamlar” olduklarını seçmenlerinden gizlemeye çalıştılar. böylelikle, adlai stevenson, konuşmalarından bilgiyi ve dilbilgisini çıkardığında, amerikan seçmenlerin, ingilizce’yi tamamen kendi istediği biçimde konuşan bir adaya koştuklarını gördü.
    george wallace, konuşmalarında, rakiplerinden birine “sivri zekalı profesör” dediğinde sivri zekalı dinleyicilerinin alkışlarıyla desteklendi.
    moda sözcük: bugünlerde gericilerin yeni bir sloganı var; “uzmanlara güvenmeyin!” on yıl önce bu slogan daha farklıydı; “30 yaşın üstünde kimseye güvenmeyin!” ancak sloganın sahipleri, zamanla bu kendilerinin de bu yaşa geleceklerini anladıklarında, aynı hataya tekrardan düşmemeye karar verdiler. “uzmanlara güvenmeyin!” sözü çok daha güvenliydi. ne zaman, ne de bilgi, bu insanları herhangi bir konuda uzmana dönüştüremeyecekti.
    ayrıca bilgiye, yetkinliğe, öğrenmeye ve yeteneğe değer verenler için yeni moda bir sözcüğümüz var; “elitist.” şimdiye kadar bir şekilde popüler olmuş sözcüklerin en komiği bu; çünkü entelektüel elitin dışındaki insanlar “elitist”in ne oluğunu ya da nasıl kullanılacağını bilmiyorlar. birine “elitist” diye haykırıldığında, o kişinin okumuş olduğu için suçluluk duyması gerektiğini anlıyoruz.
    pekala, şu samimi sorumu unutalım. amerika’nın bilme hakkı bu tarz elitist konuları kapsamıyor. bu hak daha çok “neler oluyor?” sorusu etrafında şekilleniyor. mahkemelerde, kongrede, beyaz saray’da, sanayi kurullarında, işçi sendikalarında neler oluyor?
    kesinlıkle katılıyorum. ancak, insanlara bütün bunları nasıl bildireceksiniz?
    bize özgür basın ve bağımsız, korkusuz birkaç gazeteci verin, biz de insanlara bildirelim.
    tabi okuyabilirlerse!
    görünüşe göre, “okumak”, daha önce bahsettiğim elitist eylemlerden biri. uzmanlara ve sivri zekalı profesörlere güvenmeyen amerikan halkı okumuyor ya da okuyamıyor.
    elbette ortalama amerikalı okunaklı bir el yazısına ve spor manşetlerini okuma yeteneğine sahip. ancak elitist olmayan amerikalılar bin kelimelik makaleleri okuma zahmetine girecekler mi?
    dahası, durum giderek kötüleşiyor. okullardaki okuma dereceleri düzenli olarak düşüyor. imla hatalarıyla dolu trafik tabelaları (“avaş git”, “ark asaktır”) yerlerini sivri zekalı profesörlerden biri olmayan sürücüler için, minik, resimlerle kaplanıyor.
    yine, televizyon reklamlarındaki yazılara bakın; yüksek eğitimli tabakanın dışındakilerin de olan biteni anlaması için, yazıların tamamı yüksek sesle okunuyor.
    durum böyleyse, amerikalılar bilme hakkını tam olarak nereden alıyor? belirli yayıncılar halkı bilgilendirmek için özenle çalışıyor, ama kendinize sorun, kaç kişi bunları gerçekten okuyor?
    200 milyon amerikan vatandaşı, (gerçek isimlerini kullanıp komşularının önünde onları utandırmayacağınıza söz verirseniz) hayatının bir döneminde okula gittiğini ve okuma yazma bildiğini itiraf edecektir. ancak, en düzgün süreli yayınlar bile yarım milyonluk baskıyı büyük başarı sayıyorlar. sebebine gelince; amerikan vatandaşlarının yüzde birlik, belki de daha az kısmı öğrenme haklarından faydalanıyor. tabi, bu yaptıklarıyla elitist olmakla suçlanıyorlar.
    bu kadar cahil bir toplumda “amerika’nın bilme hakkı” sloganının tamamen anlamsız olduğunu, kimsenin okumadığı bir yerde basın özgürlüğünün hiçbir şeye yaramadığını düşünüyorum.
    peki bu konuda ne yapacağız?
    öncelikle kendimize soracağız; cehalet gerçekten bu kadar güzel mi? “elitizm”i kınamak mantıklı bir iş mi?
    normal bir beyni olan her insanın oldukça çok şey öğrenebileceğine ve bir “entelektüel” olabileceğine inanıyorum. toplum olarak öğrenmeyi, bilgiyi onaylamalı ve ödüllendirmemiz gerektiğine inanıyorum.
    hepimiz entelektüel elitin bir parçası olabiliriz ve ancak o zaman “amerika’nın bilme hakkı” düzgün bir demokrası konseptiyle bir anlam ifade edebilir."
hesabın var mı? giriş yap