• bu tehlikenin varlığını reddedip, bilinç dışına atmalarındandır.

    deprem her an, her yerde sizi yakalayabilecek bir afettir. önceden kestirebileceğiniz bir olay da değildir. dolayısıyla sürekli olarak depremi düşünmek, akıl sağlığınızı tehdit eder. çünkü depremi düşünmek, aynı zamanda ölümü düşünmektir. bunun sonraki aşaması obsesif kompulsif bozukluktur.
  • üniversite'de, ingiliz bir öğretim görevlisinin dersindeyken yangın alarmı çaldı ve öğretmen neredeyse askeri bir disiplin ile zaman katbetmeden sınıftaki tüm öğrencileri binanın dışına yönlendirdi. 15-20 dakika sonra ciddi bir durum olmadığı anlaşılınca sınıfa döndük.
    çok geçmeden alarm tekrar çaldı ve öğretmen aynı ciddiyetle sınıfı boşalttı. koridorda türk öğretim görevlilerinin şakalarına ve korkak imalarına maruz kalmış, hatta bir süre dalga konusu olmuştu.

    bu konuyu görünce bu olaylardan sonra ingiliz öğretim görevlisinin sözü geldi aklıma: "temkinli olmayı korkaklık sanıyorlar, oysa böylesi durumlarda cesaretli gözükmeye çalışmak ahmaklıktır".

    ne yazık ki çok ahmağız
  • düşünmek istemiyorum, aklıma her geldiğinde kaçıyorum bu düşünceden. ailemi taşınmaya ikna edemiyorum ben taşınamıyorum. gerçekten elimizden bir şey gelmiyor. o gün gelecek diye beklemek, düşünmek... insan bunu kaldıramaz.
  • bursa'da evliyalara güveniyorlar da istanbul'dakini istanbullular bir açıklasın.
  • kader anlayışının çok güçlü olmasıyla da ilgilidir. bizler genelde gelenek olarak vaktimiz geldiyse öleceğimizi kabul eden bir toplumuz.

    aynı asimetri sağlık sorunları hakkında da görülür genelde. anca hayat kalitesi çok düşünce ameliyata okey vermek de buna benzerdir. kanser her yeri sarana kadar kan kussa da herkesten saklamak ve sigaraya devam etmek gibi...
  • çaresizliktir. avcılar'da büyümüş ve hala buralı olan biri olarak şöyle anlatmaya çalışayım; 99 depreminde malum istanbul ilçelerinden en çok etkilenen yerdi avcılar. üstelik dolum tesisleri de ilçenin içerisinde. depremden önce yeşilköy ile hem nüfus hem fiyat standardı yarışmaya başlayan avcılar'da deprem sonrası evler üç otuz paraya satıldı. gidenlerin neredeyse tamamı memleketine gitti, kalanlar ise 1-2 sene kadar başka ilçelerde ikamet edip sonra geri döndüler ki buna biz de dahil.

    ancak geldiğimizde gördük ki; depremden sonra bir şekilde ayakta kalmış ama ağır hasarlı binalardaki evlere insanlar kiracı olarak girmişler. bakıyorsun gitsen gidecek yeri yok, satsa satacak malı yok.

    bu konu aslında istanbulun da tezahürü bir noktada. başka şehirlere gitseniz hele ki belli bir yaşı geçmiş insanlar için alışması, düzen kurması mümkün değil. iş bulması, istanbul'daki kadar gelir elde etmesi mümkün değil. 1500 tl kira yerine 300 tl kira verip o binalarda yaşadı insanlar. ve süreç ilerledikçe tekrardan gitmekten de vazgeçtiler.

    ancak bir noktada kadercilik de mevcut tabii. ben mesela 17. katta oturuyorum, ulan diyorum deprem olsa, bina yıkılmasa bile ben herhalde o 17 katı inene kadar kalpten giderim zaten ama bir yandan da yaşamaya devam ediyoruz. yarınımız hatta bu gecemiz bile belli değil çünkü. demek istediğim; korkuyoruz, korkuyoruz ancak yapacak başka birşey de yok gibi.
  • korkuyoruz. kendimizce önlem alıyoruz olabildiğince yeni binalarda oturmayı tercih ediyoruz. sözde yeni yapıların hepsi depreme dayanıklı ama göreceğiz tabi.
  • ben değilim bu. gece köpek havlasa, kuş ötse sabaha kadar gözüme uyku girmiyor. depremi yaşamış olan herkesin aklında depreme dair travmalar kalmıştır mutlaka. günün birinde mutlaka gerçekleşecek olan bir olay hakkında nasıl önlem alınmaz aklım almıyor. deprem toplanma alanlarında gökdelenler yükseliyor. ımamoğlu duy sesimizi!
  • bu ülkenin yaşamaya değecek her yerinin deprem riski altında olmasındandır.

    deprem yalnızca istanbul'da mı olacak sanıyorsunuz? izmir de tehlike altında, antalya da, bursa da, tekirdağ da, hatta kütahya ve eskişehir de. geriye konya kalıyor, ankara ise tartışmalı, önce güvenli dediler, sonra sincan'da uyuyan fay var dediler. kaldı ki, kuzey anadolu fayının güneyinde yer alıyor.

    peki deprem korkusuyla istanbul'un sunduğu nimetleri terk mi edelim? bir kırsala gidip, köy evinde sabahtan akşama televizyon izleyip, kitap okuyarak mı yaşayalım? çalışmadan, toplumda yer almadan, çocuğu olanlar için eğitim kaygısı gütmeden, hatta kediye veteriner bile bulamadan (yaşadım, biliyorum)...

    yaşadığımız hayat hayata benzemeyecekse neden yaşıyoruz? hayatın süresi kadar kalitesi de önemli değil mi?

    kendi hesabıma depreme çok açık bir sahil semtinde güvenilir bir firma tarafından inşa edilmiş, az katlı, deprem sertifikalı bir binanın en üst katlarında yaşıyorum. ama marmaray kullanıyorum, toplu ortamlara girip çıkıyorum. yazları gittiğim çınarcık'ta zaten zemin jöle gibi. yani tehlike hep ense kökümüzde. ama nasıl trafiğe çıkarken "bugün kaza olur da ölür müyüz?" diye düşünmüyorsak, her gece yatarken de bu gece ezilir miyiz diye düşünmüyoruz. çünkü sağlıklı bir ruh bunu gerektirir.
  • mal diyen olmus. he arkadaş bi siz akıllısınız. ne yapsın insanlar iş yok iş açlıktan mı ölsünler. biz sanki bayılıyoruz bu şehirde yaşamaya. bu ülke de ölüm için o kadar risk var ki belki depremden ölmek küçük kalıyordur.
hesabın var mı? giriş yap