• çocukluğuma damga vuran kitaplardan birisi.

    --- spoiler ---

    - günah işleyenler nereye giderler jane?
    + cehenneme.
    - cehennem nedir?
    + ateşle dolu bir çukur?
    - oraya gitmek ister misin peki, jane?
    + hayır, efendim.
    - oraya gitmemek için ne yapmalısın?
    + sağlıklı kalıp ölmemeliyim efendim.

    --- spoiler ---
  • lisede ingilizce sınavı oldugumuz kitap. sınıfça okumaktan sıkılmış, kanal 6'ya bu filmi yayinlamasi için adam başı 50 adet mail göndermiştik.* film kanal 6'da çıkınca sınıfça bu başarıyı kutlamıştık. tabi sinavdan iyi alamadik orasi ayri.
  • bu romandan süper türk dizisi olur. bilemiyorum nasıl hala keşfedilemedi, kopirayt mopirayt olsa gerek.

    düşünün bir; köy ağası ve aynı zamanda da son derece entelektüel bir karakter olan özcan deniz, rus sevgilisinden olan küçük kızı evde eğitmek için öksüz yetim kimsesiz deneyimsiz eline erkek eli değmemiş ve fakat dik başlı özgü namal'ı işe alıyor. sonra olaylar gelişiyor yor yor yor... 1000 bölüm devam etmezse ne olayım.
  • jane eyre'i jane eyre yapan şey bence evlenme teklifi sahnesidir. mesela 2006 yapımı uyarlamasındaki sahneyi örnek gösterelim:

    http://www.youtube.com/watch?v=iu0djfli4-a

    bizim geceleri yalnız kaldığımızda kendi kendimize itiraf edemeyeceğimiz şeyleri adamın yüzüne karşı söylüyor. bildiğin "keşke daha güzel, keşke daha zengin olsaydım da beni terketmeseydin" diyor. "çirkinim küçüğüm diye kalbim yok mu sanıyorsun" diyor. "benim de senin kadar kalbim var, ruhum var, acı çekiyorum ulan" diye bağırıyor.

    şu isyanı sevdiğinin yüzüne yapıp da vuslata erebilmiş benim bildiğim 3 karakter var. birincisi jane eyre, ikincisi faramir, üçüncüsü de savcı esra. hepsi farklı cümlelerle, farklı yollardan aynı şeyi anlattı. karşısındakinin kalbine köprü kurdu. faramir "eowyn beni sevmiyor musun? yahut beni sevmeyecek misin?" diye sordu. bunu sormaya benim hiçbir zaman götüm yemez mesela. jane eyre, savcı esra birinin karşısına geçip de söylemeye asla yüreğimin yetmeyeceği şeyleri patır patır söyledi. yine de jane eyre bunlar arasında en şanslısı. çünkü eowyn koskoca gondor kralı aragorn'a aşıktı. behzat da hala bahar'ı seviyordu. jane eyre'in öyle ciddi bir rakibi yoktu. hepimiz farkındaydık bay rochester'ın o blanche denen kadını yahut deli karısını sevmediğinin.

    toparlamak gerekirse, jane eyre, cesur olduğu için jane eyre oldu. bugün hala severek beğenerek okuyorsak,bunun içindir. ayrıca feminik damarlarım tutmuş gibi olacak ama, ülkemdeki kadınlar jane eyre'in yarısı kadar cesur olsa hayat çok daha farklı olurdu.

    son olarak: konuyla çok alakasız ama, faramir benim ilk aşkımdı lan. tolkien amca böyle mükemmel bir erkek yaratmak zorunda mıydın?
  • gotik edebiyata gerçeklik katan roman olarak da bilinen eser. romanda viktoryan öğelerle çatışan realizm ve dibine kadar realize edilmiş bir romantizm vardır. jane karakteri bozulamaz, ezilemez bir kişiliği anlatır. kadın kimliğine yüklenmiş boyun eğme, kabul etme zorunluluğundan ve bunun bizzat kadınlar üstünden yapılmasını gösterir. eyre'nin yengesi, özgür kadın kimliği üstünde baskı kuran kadındır. eyre'nin iradesini kırmak için kendisi kadın olarak yetersiz kaldığı noktada onu klise okuluna gönderir ve erkek egemenliğini simgeleyen kötücül öğretmenine paslar bu irade kırma olayını. ancak jane türlü işkenceye,aşağılanmaya karşın özelliklerini kaybetmez. kendisini inşa etmeye devam eder.

    bu noktada hristiyan varoluşçuluğuna bir temel hazırlar aslında sevgili yazarımız bronte. tanrının insanları eşit yarattığı ve kaderin seçimlerle biçimlendiği ve değiştirilebileceğine inanç vardır aslında romanda. karamsar bir havada yazılmış olsa da buram buram umut vardır anlayanlar için.

    jane ve rochester ilişkisi aslında en başlarda erkeğin kadının dişiliği üstünden etkilenmesini anlatır. gösterişsiz ve çekingen jane'i beğenir rochester. ancak ne konumuna ne de özel durumuna uygun bir sevgili, eş değildir jane. bu yüzden ingramla yatıp kalkmaya başlar. ingram bizim türk filmlerinde gördüğümüz sarışın,fettan kadındır. jane ve ingramın karşılaşması bir nevi ahlaklıyla ahlaksızın çatışması gibi gözükür. ancak böyle değildir, bronte ingrama acır.kitabın tümüne baktığınızda yazarın jane'e acımadığını, jane ile karşılaştırılan kadınlara acıdığını görürüz. bronteye göre jane olması gereken kadına en yakın "türdür". aslında bir noktada cinsiyetsizdir. gerçek aşkla karşılaşıncaya kadar erkeklerle yakınlaşmaz, onlarla sadece zekasını yarıştırır. gerçek aşkıyla karşılaşan jane kadınlığı, cinsel dürtüyü keşfeder. bununla savaşır.

    çatıda kapatılmış "deli" tekinsiz kadın çoğu okuyucunun anlayacağı üzere bastırılmış, kapatılmış kadınlığı simgeler. ancak bununla bitmez. para için evlenen rochester karısını sevmiş ve aşık olmuştur. rochester toplumun, ailesinin baskısına evet demiştir. ancak çok güzel olarak tanımlanan kapatılmış eş, jane ve rochesterın birleşmesine engel olmuştur. burada okuyucu önce berthaya, kapatılmış kadına kızar. daha sonra ona acır, zengin,güzel ve paralı olan kadın delirmiştir. bunun üstüne rochester mutsuzluğunu fransada kadınlarla yemeye başlar. erkeklerin cinsel dürtülerini kontrol edemeyecek kadar zavallı olduğundan bahseder bronte. bu açıdan feminist literaturun başta gelen eserlerinden kabul edilir. boyun eğmeyen jane, bir erkek olarak paraya,güce ve cinselliğine boyun eğen rochester arasında bir maçtır aslında kitabın son bölümleri.

    jane sevdiği adama acır, yalan söylemesine kızar ve gider. ancak sevdiği adama değil kendine ihanet etmemek için gider. kişiliğini, seçimlerini gene de ezdirmez. hindistana gitme fikri mantıklıdır, ancak kendini inşa etmiş jane için bir misyoner karısı olarak aşksız ve sevgisiz yaşamak kendine ihanettir. bunu böyle algılar bronte.

    rochester'a geri döndüğünde yanmış ev, para ve güç için harcanan hayatların yok olduğunu gösterir bize. ev yanmıştır ama evin içinde sadık hizmetkarlar hala boş kalan binayı yani gücü,ihtişamı,saygınlığı korumaktadır. rochester gözlerini kaybetmiştir. jane ona hala aşıktır. ancak geri dönen jane artık amcasından kalan mirasla zengindir, tek başına ayakta durabilecekken yanına aciz ve mutsuz rochester'ı alır ve mutlu olurlar. mutlu sonların aslında bir son olmadığından bahseden bronte için bu bir şakadır aslında.

    eserin başında fakir,içine kapanık ancak güçlü ve gösterişsiz genç kadın jane, seçimlerden ve geliş gidişlerden sonra gene ailesinden gelen eril bir güçle, mirasıyla sevdiği adamın yanına döndüğünde artık eşittirler.

    kitabı okurken, kadın ve erkek ilişkilerinden çok kadın-kadın ilişkilerine ve seçimlerle varolan hayatın nasıl şekillenebileceğine bakarsanız çok derin bir kurgu yakalarsınız. o yüzden çok önemli bir eserdir.
  • çocukluğumda defalarca okuduğum viktorya dönemi ingiltere' sinde insan ilişkilerini anlatan charlotte bronte' nin muhteşem eseridir.
    kişinin güçlüyken çaresizliğini anlatan kitaplardan biridir.
    jane eyre kitapta anlatıldığı gibi güçsüz, çaresiz, kimliksiz, ve kişiliksiz değildir. aksine o derece güçlü ve kişilikli ki daha küçücük yaşında yengesinin onun kişiliğini kıramaması sonucu dayısının evinden uzaklaştırılmıştır. ve ludlov okuluna gönderilmiştir. burada da kişiliğinin ne denli güçlü olduğunu fark eden bayan temple' nin yumuşak idaresi altında uysallaşmış ve mutlu olmuştur.
    bay rochester'in malikanesinde işe başladıktan kısa bir süre sonra güçlü kişiliği bay rochester'in ilgisini çekmiştir.
    viktorya zamanı ingiltere' sinde kadınlar oldukça kırılgan, güçsüz ve kimliksizdir.bu kadınların yanında jane eyre sessiz ve güçlü durur kitap boyunca. jane eyre hayatı içinde yaşayan, sevgisini, üzüntüsünü kimseyle paylaşmayan, onurlu durmak uğrana sevdiği ve yaşamı boyunca sevebileceği tek erkeği arkasına bakmadan bırakıp gidecek kadar kendine özgüvenli biridir.
    bay rochester'e gelince aslında jane'e göre oldukça yaşlıdır. gerçek karısını saklayacak kadar bencildir. kendinden onlarca yaş küçük o çağın en ayıplanası davranışlarından sayılan bir mürebbiyeye evlilik teklif edecek kadar toplumu umursamayan bir küstahtır.
    ancak bir kızlar okulunda yetişmiş, daha önce erkeklerle hiç teması olmamış jane' nin gözünde, aşkın ve sevginin
    sembolü olmuştur. onsekiz yaşında, kızlar okulunda yeni çıkmış, hiç hayat tecrübesi olmayan gencecik bir kızın bay rochester gibi birine aşık olması kaçınılmazdır.
    görmüş geçirmiş, hayatı dolu dolu yaşamış, karizmatik bay rochester için jane eyre ömrünün ikinci baharı ve son aşkıdır. bunun da bilincindedir.
    kendine öz saygısı adına bay rochester'i terk eden jane eyre kişiliği ile çok ağır savaşlara girer.
    daha önce söz geçirdiği kişiliği ilk kez kendisine karşı gelmektedir.
    sonunda jane eyre zengin olarak döner. herşey bitmiş o güçlü adam jane' e muhtaç olmuştur.
    aslında herşey ne denli basittir. jane ömrü boyunca kimsesizliğin, fakirliğin ve aşağılanmanın getirdiği baskıdan kurtulur. bay rochester sakat ve eskisinden çok yoksul olur. bay rochester'in o eğilmeyen başı jane eyre karşında çaresizce eğilir. yüz yıllar önce ingiltere, yüz yıllar sonra ülkem hiç bir şey değişmiyor. sevgi varsa akan sular duruyor.
    sözün özü, kitabın özeti şudur. ingfiltere'de fakir kız zengin erkekle evlenmesi yüz elli yıl önceki romanlarda bile yoktur. zengin erkekle evleneceğim derseniz önce biraz paranız olmalı, erkekte az biraz yoksullaşmalıdır.
    çok güzel değilseniz evleneceğiniz adamın gözleri az görmeli ya da hiç görmemelidir.
    kişiliğiniz ne denli güçlü olursa olsun kadınsanız, sevgi adına geri dönmek daima kadınlardan beklenir.
    sevgi dediğiniz yaşa başa bakmaz. yaşlı erkekler genç kızları tavlamakta daha başarılıdır.
    bunda yaşlı erkeklerin paralarının olması etkenmi dirin yanıtını en iyi sanırım jane eyre bilir.
    şimdiye dek ondokuz jane eyre filmi çekildi. daha çekileceği de kesindir bence.
    yeni bir jane eyre filmi daha çekilse bay rochester rolunü gary oldman ya da alan rickman oynamalıdır.
  • charlotte brontë'nin 1847 yılında yayımlanan ilk romanı.

    ingiliz edebiyatı okumayı sevenlerin mutlaka okuması gereken, sürükleyici bir kitap. ben seneler önce filmi izlemiş ve pek beğenmemiştim. artık biraz unuttuğuma göre (hâlâ ön yargılı olsam da) kitaba başlayayım dedim ve elimden düşüremedim. her zaman önce kitap gelmeli diyorum bir kez daha.

    ---spoiler baby ---

    jane'in babası yoksul bir papaz olduğundan dedesi annesinin evlenmesine karşı çıkmış ancak yine de bu evlilik gerçekleşmiş. jane henüz bebekken anne ve babası tifüsten ölmüş ve yargıç olan dayısı onu himayesine almış. bahtsız jane'in dayısı da erken vefat etmiş ve eşi mrs.reed'e emanet etmiş onu.

    mrs.reed ise jane'i vebalı gibi çocuklarından ayırmış, cezalandırmış, hor görmüş hep. derken sonunda lowood okulu'na, yani hayır kurumuna göndermiş jane'i. burada 10-18 yaş dönemini geçiren kızımız bir gün gazeteye mürebbiye olarak iş ilanı verip olumlu cevap alınca thornfield'a, edward rochester'ın malikânesine çalışmaya gelmiş.

    peki mr.rochester nasıl biri? nedense kaç kez çirkin ve sert biri olduğu vurgulanmış kitapta. ayrıca yakın çevresine kaba davranırken, kibar hanımların yanında tam bir centilmen. eyre ile konuşurken kurduğu çoğu cümleyi “jane” hitabıyla bitirmesi beni benden aldı, sanki görüp duyuyordum onu, iç eriten bir “jane”.
    ikisi arasında geçen, itiraf niteliğindeki o sohbette “elbet eşitiz, işte böyle!” sahnesini kaç kez okudum, gözümde kaç kez canlandırdım bilmiyorum.

    evlilik teklifi konusunda ise sayın rochester'ın, benim canım gururlu darcyciğimden geri kalır yanı yok: “yoksul, ufak tefek, kimsesiz, gösterişsiz bir kızsın ama gene de yalvarıyorum sana: beni kocan olarak kabul et!” güler misin ağlar mısın işte. tabii “senden ömrünü benim yanımda geçirmeni, benim ikinci benliğim, iki dünyada eşim olmanı diliyorum.” da diyor, hakkını yemeyelim. jane şaşırıp kalınca “jane, çabuk evet de bana! hem de adımla konuş. de ki... edward seninle evleneceğim, de!” oouuvv haşin! ( bu arada benim sevgili darcyciğim sevdiği kadını böyle bir duruma asla düşürmez, onu aldatmazdı, söylemeden geçemeyeceğim. shame on you edward!)

    jane öyle bir ruha sahip ki kader ağlarını ördükten sonra dahi kendinden çok mr.rochester'a üzülüyor: “neden ağlıyordum? beni efendime bağlanmaktan alıkoyan, alnıma onu bir daha göremeyeceğimi yazan yazgıya! benim gidişim yüzünden onun kapılacağı çılgın üzüntüye, yıkıcı öfkeye!” biz janelerin bu çektiği nedir böyle arkadaş*
    onu, jane'i, bir yandan takdir ediyor, diğer yandan anlamıyorum. takdir ediyorum çünkü kendi doğrularından ayrılmadı, onurlu yaşamayı tercih etti. anlamıyorum çünkü bu denli büyük bir sevgiyi, kimsesi olmadan, böyle sevgiye aç biri olarak nasıl arkasında bırakabildi, sadece o inandığı tanrısı için mi yaptı bunu, çözemiyorum. ah be jane!
    yeni bir yaşantı kurmasıyla rocherster'ın yanına dönmesi arasında ise sadece bir yıl olması şaşırttı beni, sanki seneler geçmiş gibiydi, artık nasıl bunalımlı yaşadıysam (yani okuduysam) o dönemi. sonunda tatlıya bağlanması, onca trajedinin ardından herkesin mutlu olması ise tam ihtiyacım olan şeydi. sağ olsun brontë bunu çok görmedi bana.

    ---spoiler baby ---

    bir de mini alıntı ekleyeyim:

    “bir kadının içinde gizli, yasak bir aşkın alevlenmesine göz yumması çılgınlıktır: çünkü böyle bir aşk ortaya çıkmazsa, karşılık görmezse kendisini besleyen yüreği yiyip bitirir; ortaya çıkar da karşılık görürse insanı vahşi bataklıklara sürükler ki bunlardan da kurtuluş yoktur.”

    kişisel tanımım da olsun: hayatımda okuduğum, gurur ve önyargı'dan sonra beni en etkileyen kitap.
  • mükemmel olmayanla da mutlu olunabileceği gerçeğini insanın yüzüne yüzüne vuran roman. evet okuduğumda küçücüktüm ve evet çok sinirlenmiştim jane'in st johnla evlenmeyi reddederek bir eli olmayan, yaşlı ve kör rochester'ın yanına dönmesine. çileden çıkmıştım hatta. bu dünya ne kadar tuhaftı böyle. küçük kadınların josephine'i de çocukluk aşkını kız kardeşine bırakmış ve gidip yaşlı profesörle evlenmişti zaten.

    sonra büyüdüm.
  • döneminin kadınlar açısından en önemli eseridir. ilk defa bir romanda kadın kahraman; güzel olmayan sade, gösterissiz, akıllı, aciz olmayan, kendi başının çaresine bakabilen bir kadındır.
  • calikusu'yla beraber küçükken defalarca okuduğum iki kitaptan biridir. bugün bu iki karakterden nerdeyse cinsel kimliğimi etraflarında oluşturacak kadar etkilenmemi okuduğum zamanki küçüklüğüme veriyorum. bazı bariz sömürü ve abartı unsurları içerdiğini hiç algılamamıştım o zamanlar.
    ama yine de o kadar kötü bir kitap olmadığını açık seçik ifade etmek isterim. belli bir yaşın üstündekilere ve de erkeklere hitap etmemesini anlayabiliyorum, ayrı.
hesabın var mı? giriş yap