• güçlü olan haklıdır......anlamına gelir..özellikle dış siyasette hatrı sayılır bir kavramdır.....
    (bkz: amerika)
  • (bkz: reelpolitik)
  • 1890'da ragnar redbeard tarafindan yazilmis toplum ve insanlarla ilgili sosyal darwinizm olarak nitelendirilebilecek fikirler iceren kitap.
  • "bir şeyi elinde tutabilme veya bir başkasından alabilme gücün* varsa o şey üzerinde hakkın vardır. eğer o şeyi başkası senden alabiliyorsa ve sen ondan geri alamıyorsan o şey üzerinde hakkın yoktur." şeklinde daha bireysel ve materyal bir çözümlemesi de vardır. bütün haklar kavramını yerle bir eden bir düşünce sistemidir.
  • siyaset ve özellikle de uluslararası ilişkiler okuyanların ya da bu alanlarla ilgilenenlerin sıkça duydukları bir söz.

    ancak bu sözü kullananlar basit bir şekilde "bizim gücümüz var aga, istediğimizi yaparız" anlamında söylemezler bunu genelde. arkasında felsefi derinlikleri olan ve uluslararası arenada yaşanan tecrübelerle yoğurulmuş bir takım fikirleri barındırır.

    hobbes'un tanımladığı haldeki doğa durumunda (state of nature) herkesin gücünün yettiğine hakkı vardır. ancak hobbes aynı zamanda da doğa durumunda herkesin eşit durumda olduğunu savunur. bu eşitlik, eşit güce sahip olma anlamında değildir. elbette kimileri kimilerinden daha güçlüdür. ancak güçlü olsun olmasın herkes, kendisinden güçlü birilerinin olması ya da kendisinden daha güçsüz bir kaç kişinin kendisi karşısında birleşmesi ihtimali karşısında çaresizdir. bu da anarşiye sebep olur. hobbes'a göre bu kaos ortamı toplum sözleşmesi ile, yani egemen güçlerin (bkz: leviathan) ortaya çıkmasıyla giderilir. giderilir giderilmesine ama uluslararası arena'da son durum nedir?

    hobbes'un bakış açısını buraya da uygularsak eğer, doğa durumunda bireyler arasında oluşan kaos durumunun bugüne kadar süregelen uluslararası ilişkilerde de var olduğunu iddia etmek, hatta bizzat gözlemlemek mümkün. dolayısıyla uluslararası arenada hobbesçu bir bakış açısıyla her devletin gücünün yettiğine hakkı vardır diyebiliriz pek ala.

    yine hobbes'tan yolumuza devam ederek bireyler arasında kendiliğinden ortaya çıktığı söylenen toplum sözleşmesinin bir benzerini egemen güçler arasında gerçekleştirelim. neydi? hiç bir kimse bu kaos ortamında güvenli durumda değildi, bu durumdan kurtulmak adına kendilerinin başkaları hakkında güç uygulama özgürlüklerini ve haklarını (ya da sadece haklarını) bila kaydü şart, bir egemene devrediyorlardı. o zaman devletler de benzer bir sözleşme ile kayıtsız şartsız bir egemene devretsinler. hatta bu egemenin kimlerden ya da nelerden oluşabileceğiyle ilgili de çok bariz bir seçenek mevcut elimizde şu anda. bilgisayarlar. hıı hıı, evet. bilgisayarlar. kendilerini herhangi bir milletten, ırktan, dinden ya da ideolojiden hissetmeyen, yeryüzünde yaşayan her bireyin ortalama olarak kapasitesini ölçebilen, çıkarlarını belli bir oranda ve belli bir mantığa göre hesaplayabilen ve en önemlisi de kendisine yöneltilen eleştirilere göre kendisini geliştirebilen bir süper bilgisayar düşünün. bütün önemli politik kararlar bu merci üzerinden alınsın. hatta bu bilgisayarın egemenliğini icra edebilmesi için kendi ürettiği, sayısını ihtiyaç analizine göre kendisinin belirlediği, doğrudan kendisine bağlı bir robot ordusu da bulunsun. harold lasswellin söylediği biçimiyle "kimin neyden, ne zaman ve nasıl alacağı" sorusunu bu süper bilgisayar cevaplasın ve uygulamaya geçirsin.

    ne oldu şimdi? uluslarası kaos ortamı bitti mi? evet. artık tek bir egemen var. savaşlar bitti mi? silahlara gerek kalmadı, silahlanmayı meşru kılabilecek argümanlar büyük ölçüde çürütüldü. artık adalet kavramımız, fazlasıyla önyargılar barındıran, yaşadığı koşullara göre bir görüş oluşturup onun dışarısına çıkamayan kapasitesi ve vizyonu sınırlı olan insan denilen yaratığın elinden en azından rasyonel hareket eden ve aidiyet bağı bulunmayan ve buna dayalı önyargılar barındırmayan bir aletin eline geçti. öte yandan polis şiddeti diye bir şey de kalmadı. süper bilgisayara bağlı süper robotlar toplumsal huzurun korunması ve refahın dünya çapında artırılması için gerekli olan minimum kuvveti uyguluyorlar. bu çoğu zaman şiddet de gerektirmiyor çünkü polis-botlar için birincil amaç kendilerini korumak değil. kadına şiddet gibi, tecavüz gibi, hırsızlık gibi vakalar da önemli oranda çözülecektir çünkü egemenin egemenliğini doğrudan, çok seri ve çok kesin bir şekilde uygulama şansı var.

    ama tabi ki de işler bu kadar kolay yürümüyor. bu süper bilgisayarın bizimle empati kurabilmesi mümkün değil teoride. çünkü kurabilse, zaten anarşi ortamını doğuran kişisel arzuların ve çıkarların çatışması durumunu çözme problemiyle karşı karşıya kalacak. bu problemin çok çözülebilir olduğunu da düşünmüyorum çünkü bir yığın paradokslar içeriyor kendi içerisinde ki insanların bu zamana kadar mükemmel bir sistem yaratamamış olmasının temelinde de zaten bu var. varsın diyelim, bu süper bilgisayar bizimle empati kuramasın. o zaman da şu soru akla geliyor hemen, süper bilgisayar bizi etkileyen bir konuda bizim aleyhimize olan ama toplumun geneli ve hatta dünya barışı için çok gerekli olan bir karar alsa, bu durum karşısında tutumumuz ne olurdu?
hesabın var mı? giriş yap