• bir ara oturup determinizm ve özgür irade paradoksu için yazıp çizecektim ama hazır konuya dair böyle bir film var ikisine birden girmekte sakınca olmaz sanırım.

    --- spoiler ---

    öncelikle filmin iki ayrı ismi var oxv manual ve frequency. bunlar "oxv manual -> denklem; frequency -> değişken" demek istemiş olabilirler. şöyle ki: frekans değerleri üzerinden karakterler arasında etkileşimler gerçekleşiyor. alt frekans ve üst frekans arasında yüksek etkileşim sergilenmesi gibi. yani hikaye şöyle oluşuyor: sahne kesiti al - karakterlere belirli değer (frekans) ver - etkileşime geçir - şablon oluştur - değişkenlerle oyna - sonuçları izle.

    filmin sonunda görüldüğü üzere mutlak deney, manipülasyon ve gözlem theo tarafından gerçekleştiriliyor. yani herşey theo ile başlayıp onunla bitiyor. dramayı sıyırıp attığınızda film theo'nun, öğretmenine anlatırken "it's not perfected" dediği denklemi (kendi deyişiyle evren senfonisini) formülize etme sürecinden ibaret.

    yani işin frequency kısmı, denkleme değerler girilip, çıktıların sahnelenmesi sadece. bu da doğal olarak filme hikayesini ve dramasını sağlıyor.

    gelelim şu meşhur senfoniye. senfoni der ki: knowledge defines destiny. yani havaya atılan bir paraya uygulanan kuvvet ve uygulama noktasını, kütlesini, kütle merkezini, esneklik katsayısını yani knowledge'ı bilirseniz, yazı veya turadan hangisinin geleceğini bilirsiniz. insan da böyledir sadece daha karmaşıktır.

    theo'nun babası bu fikre karşı çıkar, "bre evlat, o kadar duygu, ruh, hayal gücü, serbest iradeyi yok mu sayıyorsun" der. haksızdır. bu unsurların sinirsel aktiviteye etki edebilmesi için vücutta herhangi bir noktada herhangi bir anda kimyasal ve fiziksel reaksiyonlara "interfere" etmesi gerekir. bu da serbest irademizin, duygularımızın makine dünyamızda yer bulan birer pattern olduğunu işaret eder. film özellikle "ses" duyusu üzerinden gidip müziğin, kelimelerin, insan üzerindeki etkisi üzerinde duruyor. başka bir duyu üzerine aklıma ilk gelen başka bir film (bkz: perfume the story of a murderer) koku üzerine benzer fikirler sunuyordu yamulmuyorsam.

    nihayetinde denklem kusursuz çalışır, çiftimiz kısmiden hallice knowledgeleri ile aşklarının doğal (yani yapay*) olduğunun farkına varır. ama siktir edip deadlinesız takılmaya devam ederler. theo ise tam knowledge ile artık laplace'ın şeytanıdır, gevrek gevrek sırıtır. zaten formülü geliştirdikçe, eski sevimliliğinin yerini ibnemsi surat ifadesine nasıl bıraktığına şahit olursunuz.

    --- spoiler ---

    konuyla ilgili, özgür irade deneyi: http://www.youtube.com/watch?v=n6s9oidmnzm
  • yine bir psikopat ingiliz senaryo yazarlığı örneği... bir black mirror, bir ex machina havası.

    --- spoiler ---

    herkesin net bir şekilde aşırı zeki olması ama toplumdaki yerlerini, sosyal statüsünü frenkansının belirlemesi ve toplum tarafından her bir bireyin bu şekilde değerlendirilmesi fikri enteresan. yaşadığımız habitatın aynı olmasına rağmen ''şans'', ''kader'' parantezinde apayrı dünyaların yaşanıyor olması gerçeğini idrak ettirmesi ise harika.

    --- spoiler ---
  • bir kere izledikten sonra izleyin.
  • konuya tam hakim olmadığım için anlayamadığım,geçistirdigim yerler oldu. eminim felsefe hakkinda genis bilgiye sahip olan benden daha zeki insanlar izlese çok daha iyi yorumlar yapabilirler ben de zevkle okurum. ancak benim icin genel itibariyle harika bir filmdi. çok seviyorum lan böyle filmleri. su salak hayatimda ufacikta olsa bi durup varolus uzerine bir seyler sorgulatmasi bile yeterli. tek takildigim nokta iqsu yuksek olanlarin pozitif yani yuksek sayiyla eqsu yuksek olanlarin negatif yani düsük sayiyla siniflandirilmalariydi. gerci filmdeki problem eqsu yuksek olanlar sayesinde cozume ulasiyor. belki ben anlamamisimdir orasini. herneyse. adorno var,newton var, mozart var. izleyin lütfen.
  • (bkz: frequencies)

    size gerçekleri vermeyecek ancak gerçekleri bulmaya itecek bir film...tabii gerçek diye bir şey varsa.

    (bkz: irony)
  • --- spoiler ---

    "when mozart plays we are all the same frequency."
    --- spoiler ---

    hayatımda izledigim en güzel filmlerden biri.
  • filmin ilk yarısı şiir gibi akıp giderken ne olduysa ikinci yarısında içine edilmiştir. özellikle ikici yarısı alelacele çekilmiş ve senaryo kurgusu zayıftır. film ilerledikçe başlardaki duygusallık ve samimiyet kaybolur vıcık vıcık karmakarışık bir şey izlemeye başlarız. duygusal felsefi teknolojik problemlerin harmanlayarak çok iyi bir iş çıkartma imkanları varken biraz çiğ ve olmamıştır. ama yinede gönlümüzün bir parçasını fethetmeyi başarmıştır
  • bir kere izlemenin kesinlikle yeterli olmayacağı, her bir sahnesinden onlarca anlam çıkarabileceğiniz film. biraz irdeleyecek olursak;

    --- spoiler ---

    nicola-tesla hertz’in fikrini çaldığını düşündüğü için thomas-edison’ı öğretmenine şikayet etmesi, düşük frekanstaki öğrencilerin kırmızı, yüksek frekanstakilerin mor kravat takmaları gibi oldukça güzel işlenmiş ayrıntıları barındırıyor. filmi henüz 1 kere izledim, farkına varamadığım birçok şeyi olduğuna eminim.

    zaten fazlasıyla daldan dala atlayan bir anlatıma sahip, 2 saatlik bir zaman diliminde seyirciye öyle bir düşünce karmaşası yaratıyor ki kelimenin tam anlamıyla beyin yakıyor. öyle ki filmin başında işlenen "knowledge determines destiny" mevzusu filmin sonunda birden özgürlük, sorumluluk ve bilginin kaderi değiştirmediği fikrine dönüşüyor:

    zak: eğer haklıysam bize o dakikayı veren şey, aşk değildi.
    o kaderdi. yani ben sadece sana hizmet etmek için buradayım. ve her şeye daha önceden karar verilmiş zaten.
    özgürlük, sorumluluk ve bilgi kesinlikle kadere karar vermiyor.

    marie: evet.

    peki fark eder mi?

    zak: hayır, fark etmez..

    marie: benim için de..

    kaderimiz önceden belli midir, yoksa onu biz mi şekillendiririz? peki kendi kaderimizi şekillendirirken sahip olduğumuzu sandığımız irade gerçekten bize mi aittir, yoksa iradelerimizin dayanağı da mı yine kadere dayanır? film bu soruya net bir cevap vermiyor "fark etmez ki" diyor. evet, fark etmez. insanoğlu eninde sonunda kabullenir. zak de düşük frekanslı olmasıyla verdiği mücadelede en sonunda durumu kabullenir ve bunu önemsemez. çoğu insan da kaderimde bu varmış diyip kolaya kaçmaz mı zaten gerçek hayatta?

    bazı şeyleri bilelim ya da bilmeyelim, kaderin farkında olalım ya da olmayalım doğru olan tek bir şey var ki o da bize verilen bu hayatın bir şekilde yaşanacak oluşu.

    --- spoiler ---
  • film hakkında yorumda bulunmak gerekirse,

    --- spoiler ---

    adorno'nun müzik teorisyeni ve toplumbilimci olduğu düşünüldüğünde adının hakkını veriyor fakat benim için adorno'da bir sorun var. öncelikle elma mevzusundan dolayı adorno'ya şeytan alegorisi mi verdi diye düşündüm fakat, filmin sonunda aslında adorno'yu tanrı ilan etti. bu sebeple isim üzerinden yaptığı tarih göndermesi bana sıkıntılı geldi. ek bilgi vereyim biraz sonra konumuza dönücez; bahsedilen kitap incil değil, tüm dini kitaplar. o aşikar. halkları kontrol etmek için kullanılan ve sürekli tekrar tekrar yazılan kitap. binyıllar boyunca dinin işleyişi bu. ve onu kullanan hükümdarlar her zaman oldu. kitap bu. rönesans, hatta sanat bunun tek panzehiri. bu da tamam. konumuza dönecek olursak, müzik üzerinden gidildiği için adorno olmuş olabilir seçim. müziğin panzehir olması katil domatesler göndermesi olacak kadar sığ olmaz tabii. daha felsefi ve sosyolojik bir durum var ortada ama ben sadece adorno yerine baudrillard isim üzerinden gönderme yapılacak cuk otururdu. sonuç olarak film güzel, benim yaptığım ufak bir ibnelik sadece. yok adornoymuş yok baudrillardmış falan. film güzel. izleyin.
    --- spoiler ---
  • başlıkta da bahsedilen 'knowledge determines destiny!' düşüncesini yapıbozuma uğratan film. peki bunu nasıl yapıyor?

    pierre simon laplace'in determinizm üzre ileri sürdüğü 'laplace şeytanı' düşünce deneyi, yani atomik düzeyde bütün değişkenler bilinirse bütün zamansallığın muhtevasına, geçmişin ve geleceğin ne'liğinin bilgisine erişilebilir düşüncesi karşısına 'özgür irade' konularak irdeleniyor. lâkin bu irdeleme neticesinde hem ' bilgi kaderi belirler! ' hem de 'özgür irade' tersyüz ediliyor. şöyle ki;

    filmde frekansı yüksek olanlar ve frekansı düşük olanlar bir araya geldiklerinde doğa buna tepki gösteriyor. lineerliği sekteye uğruyor ve kaosu ortaya çıkarıyor. buradaki frekans metaforu iq ile eşleşik. yani 'zeka' ile.
    frekansı yükseklik, yani zekalılık, nedensellikle düşünen, dizgesel zihin sahibi olmak,
    düşük frekanslılık ise, duygusallığın ağır bastığı bir zihin sahibi olmak.
    yüksek frekanslı marie'nin duygusallığının yokluğu, düşük frekanslı isaac'in duygusallığı derinden yaşayışı karşıtlığı üzerinden devam eden film, isaac'in bu bir araya gelişlerdeki kaos'u dizginleyen bir metotla ortaya çıkışı üzerine metamorfoza uğruyor.

    bu metot 'kelâm' metodudur. yani, marie ile isaac bir araya geldiklerinde isaac, spesifik bir kelimeyi dillendirdiği zaman frekansın kaotik 'bozulmaları' dizginleniyor. ve bu kelimeleri söylemeye devam ettikçe de frekanslar, doğadaki lineerliği sağlayacak biçimde stabil kalıyor.

    işte burada filmin en önemli imlemesi ayyuka çıkıyor. logos'un, zihin üzerindeki hegemonyası, insanın kendiliğindenliğinin kaosunu sönümlendiriyor ve ortaklaşa bir uzam yaratarak herkesi kendi varlık uzamından buraya çekerek indirgiyor. illüzyoni birbirilikleri yaşatıyor bu uzamda.

    bunun illüzyoni olduğunu da film ilerleyen sahnelerinde gösteriyor. bu kelimeler kullanılırken, kullanan kişi, kelimeleri söylediği kişinin hareketlerini ve duygudurumunu yönlendirebiliyor. isaac, marie'yle konuşurken bu spesifik kelimelerden birisini söyledikten sonra 'beni seviyorsun' diyor ve marie, isaac'e aşık oluyor.

    burada ise kelimelerin 'gücünden' ve insan'ın bu güç altındaki çaresizliğinin altı çiziliyor.

    başta bahsettiğim tersyüz edişe değinirsek, ' bilgi kaderi belirler! ' şuna evriliyor; ' bilgi kaderi belirler. '

    ne farkı var denirse şu farkı var, bilgi'nin ne'liği 'kelimeler'in oyuna girişi ile dekonstrüktive olmuştur.

    bilgi artık 'eminlik' içeren bir nedensellikle kaderi belirlemez, eminliğinin yitirilmişliğiyle kader'i yaratır olmuştur. ikinci cümledeki bilgi, birinci cümledekinden farklıdır artık.
    naturâl 'kesinlik çıkımsızlığı', 'çıkımsızlığın kesinliğine' evrilir. yönetmen de isaac'e söylettiği şu cümleyle aks eder bunu;

    ' manuel'i * insanları manuel kullanmamaya ikna etmek için kullanmak mümkün olmalı. '

    işte bu bizi hegelyen determinizmin dışarısına meyleden determinizmi çıkımsızlığına iter.

    yani aslında diğer bir sürü sistemsel eleştiri, dil içre yaşanan paradokslar v.s. arasından sıyrılıp şu soruyu sordurmaktır aslolan amacı, filmin;

    bu logossal illüzyonu üzerimizden silkip reel insanlığımıza kavuşmak için logosu ve onun en büyük yareni dili kullanarak, logos'tan nasıl çıkılır, ötesine nasıl geçilir?

    çağımızın yegâne sorulması gereken sorusu olan bu soruyu sordurmak olmalı işte bir yerde 'sanat' denenin amacı.
hesabın var mı? giriş yap