• punpun adlı bir çocuğun (ve daha sonra adamın) hayatını konu alan, hafif komik, çoğunlukla biraz karanlık/depresif bir manga. seri boyunca ana karakter ve ailesi aşırı basit çizilmiş birer kuş biçiminde resmediliyorlar. yalnızca punpun'un değil, diğer karakterlerin de hikayelerine yoğunlaşan bölümler olduğundan çok tekdüze bir yol izlemiyor seri, ilgi çekici.
  • bu mangayı okumayı düşünen arkadaşlar varsa onlara tek naçizane tavsiyem lütfen mangayı okurken manga ile alakalı hiç bir şeye bakmamaları internet üzerinden. adını duyduktan sonra tek yapılması gereken baştan sona bir çırpıda okunup bitirilmesidir aksi taktirde eğer seriyle alakalı ağır spoiler yerseniz işte o zaman seriden alınan maximum zevk en alt seviyelere düşecektir. o yüzden uyarmadı demedi demeyin sadece mangayı okumaya odaklanın eğer seriyi okumaya karar verdiyseniz.

    her neyse bu enfes manganın yaratıcısı inio asano ile çok güzel bir röportaj yapılmış bu hikayeye dair. o yüzden mangayı okuyan arkadaşlar direkmen forumlara veya sağa sola başkalarının yorumlarını okuyarak kafalarını karıştıracaklarına ilk olarak mangakasıyla yapıulan bu röportajı okusunlar. çünkü bu lanet olası manga, lanet olası diyorum çünkü zamanında beni bayağı bir depresyona sokmuştu son ciltlerinde meydana gelen malum olaylar yüzünden ve hayatımda en fazla belki de bu mangayı okurken göz yaşı dökmüşümdür *, hakkında aklınızda havada kalmış bütün soruların cevaplarını bu yazıyı okuyarak cevaplayabilmeniz pekala mümkün olacaktır:

    https://mangabrog.wordpress.com/…s-and-feel-better/
  • öncelikle böyle güzel bir manga hakkında sözlükte bir tane bile bir entrynin olmaması gerçekten talihsizlik. myanimelist gibi büyük bir anime ve manga portalında en iyi mangalar sıralamasında dördüncü olan bu manga hakkında sözlükte hiç bir kelamın olmaması beni gerçekten üzdü diyebilirim. gerçi sözlükten bahsediyoruz burada. nerede mainstream yani popüler kültürün getirdiği bir akım var işte o zaman bizim yazarlar da onların peşinden deli gibi koşarlar. örnek vermem gerekirse en basitinden zamanında one-punch man'ı okurken onca kişiye bu seriyi tavsiye ettiğimde adam gelip benimle dalga geçiyordu böyle ana karakter mi olur lan, adam bildiğim kahramanlarla dalga geçiyor ki bi okusa asıl anlatılmak istenenin veya neyle dalga geçildiğini bir çözse gelip bana böyle sitem yapmayacak. ha ne oldu madhouse gitti elindeki malum bütçeye rağmen ortaya çok güzel bir anime adaptasyonu yaptı işte o o zaman bir baktım ki her zaman olduğu gibi (shingeki no kyojin başlığında da olduğu gibi mesela) vay bu ne güzel seriymiş cart curt diye millet doluşmaya ve yorum yazmaya başladılar. aslında bizim kültürümüzün kötü bir hastalığı böyle uzun şeyler okumak sıkıcı geliyor visual novel olsun veya ne bileyim hadi manga diyelim yine. metin dolu olan şeyler ruhumuzu sıkıyor. şöyle hareketli felan anime oldu mu oh bizden iyisi yok. zamanı kıymetli insanlarız sonuçta ve o yüzden seçiciyiz. ondan sonra biz neden kitap okumayı sevmiyor dediğimiz zaman kötü yine biz oluyoruz. o yüzden manga okumaya nazaran ülkemizde anime izlemek daha kolayımıza kaçıyor. en azından hobi olarak manga okuyan kişilerin sayısı nadir olsa da bu güzel ülkemizde, üstüne üstlük bir de visual novel oku dediğin zaman insanlara işte o zaman adam bildiğin iç geçiriyor haha. o yüzden iş başa düştü ve bu güzel seri hakkında bir iki kelam etmek bize kaldı.

    --- entrynin geri kalan kısmı mangadan spoilerler içermektedir o yüzden seriyi okumayan arkadaşlar varsa yazının geri kalan kısmını okumamalarını tavsiye ederim. ---

    her neyse her zaman yakındığım konuları bir kenara bırakacak olursam belki de bu manganın bu kadar ilgi görmemesinin asıl nedenini shounen vari bir dille yazılmamış olmasına bağlıyorum. piyasada ekonomik olarak iyi satılan mangaların istatistiklerine baktığımız zaman, onu da geçtim asıl manga türlerine baktığımız zaman insanlar genellikle shounen serilerinin ana karakterlerine daha çok sempati kuruyorlar. bu karakterler öyle bir yaratılıyor ki insanlar bir süre sonra bu karakterleri kendilerine bir idol olarak görmeye başlıyorlar. yani bu adamlar ne yaparsa doğrudur gibisinden onları rol model ediniyorlar kendilerine. o yüzden bu tarz mangalar okumaya alıştıysanız punpun gibi mangalar asla sizi sarmaz, tam tersine ana karakterleri size saç baş yoldurur, gıcık kaparsınız ona. ana akımın aksine seinen karakterleri daha asidir ve asıl manga endüstrisinde hakim olan ana modele uymazlar. o yüzden punpun'u okuyan çoğu kişi punpun'a kıl kapmıştır mangada takıldığı tavır, hal ve hareketleriyle. yani punpun cool bir karakter değildir. tam aksine depresif ve ezik bir karakterdir. ama ezik karakter olması demek kendini toplum nezninde düşük bir karakter profiline sahip olduğu anlamına gelmez. aiko ile küçüklüğünde birbirlerine verdikleri söze baktığımız zaman aslında tam tersine, sözünün eri, gri alan arasında kalmayan bir karakterdir. demek istediğim hayatta onun için ya yanlışlar vardır ya da doğrular vardır. bunun ortası yoktur. bir ara yolu bulma girişimlerine kalkışmaz. o yüzden yıllar sonra aiko'ya verdiği sözü tutamamasının getirdiği bir eziklik ve üzerinden bir türlü atamadığı, kendisini yiyip bitiren bir suçluluk duygusu vardır bilinçaltında. bu da onun hayatını bambaşka yönlere çekmiştir. bu aslında insanın kendi mizacının getirdiği bir doğal sonuçtur. örneğin bir arkadaşı küçükken yıldızları kovalarken ayrı düşüyorlar yolda ve arkadaşı kaza geçiriyor. o yaşta arkadaşının kaza yapmasının kendisinin suçu olduğunu söylüyor ve böyle bir psikolojinin altında kalan bir kişinin karakteri daha o yaşlarda çarpık bir şekilde şekillenmeye başlıyor. bu da onun hayata dair ciddi bakışlı bir insan olmasına ve bu yönde evrilmesine neden oluyor. insanlık halidir. insan bencil olmadırı ama o sözünü tutamamıştır. eğer tutsaydı, hayatı şimdi bambaşka yerdeydi ama sadece bir söz yüzünden hayatı alt üst oluyor ve ölsem de keşke bu trajediler başıma gelmeseydi dediği bir dizi olaylar silsilesinin içinde buluyor kendisini punpun.

    punpun normal norm ve değerlerle yazılmış eserlerin, özellikle shounen örneği verelim burada, tam aksi tarzda yazılmış bir seinen manga serisidir. o yüzden seinen serileri toplumdaki ahlaksızlıkları, asıl norm ve değerlerin dışında kalan çarpıklıkları kabul edebilen olgun insanlar için yazılmış bir eserdir. adalet ve toplumun kendisinin insanlar üzerine yüklediği ahlaki değerler göreceli bir kavramdır. edebiyat tarihine baktığımız zaman, onca asır geçmesine rağmen bu tarz eserleri asıl değerli kılan, bu aksi sözde insani değerleri kendi içlerinde güzel bir şekilde irdeleyip, okuyucuya akataran eserlerdir. toplumu ilgilendiren konular seinen konularının genel konularıdır aslında. o yüzden punpun'u diğerlerinden ayıran irdelediği aşırı uç konulardır; cinayet, ihanet, psikolojik bozukluk, tanrıyı ve insanın kendi iç sesini sorgulaması gibi.

    peki punpun neden karikatürize, böyle güvercin misali bir karakter olarak bize aksedilmiştir? kendi şahsi fikrimi söylemem gerekirse bunun asıl nedeni, manga içersinde gelişen bir takım olaylar karşısında punpun ile daha iyi empati kurabilmemiz ve ona kendimizi daha yakın hissedebilmemiz için. bir nevi kendini onun pabucunun içersine koyuyorsun yani. bu sayede hayatta bazı uç noktalara gelmiş bir kişiyi okurken insan ister istemez kendisini punpun'un yerine koyabiliyor. buna en güzel örnek de hikayenin ilk bölümlerinde, yani punpun'un geçirdiği çocukluk yıllarında hepimiz bir şekilde onun yaptığı şeyleri muhtemelen bizler de yapmışızdır. hatta ben bu seriyi zamanında okurken mangakanın sanki benim hayatımdan kesitleri bir ayna yardımıyla benim yüzüme karşı çötaa diye vuruyo gibi bir hisse kapılmıştım. bu yüzden seriyi slice of life türünü en güzel şekilde okuyucuya aktaran serilerden birisi olduğunu söyleyebiliriz.

    serinin ilerleyen bölümlerinde, özellikle manganın ikinci yarısında punpun'u farklı şekillerde de görebiliriz. punpun'un kendi iç karanlığına (dark spot) yenik düşüp, tüm zincirleri kırdığı an kafasında iki boynuzu çıkıyor. çoğu kişi punpun'u boynuzları olan bir şeytana benzetmişti. lakin olay göründüğü gibi değil tam aksine manganın romantik bir seri olduğunu metaforlar sayesinde bizlere hatırlattığı bölümlerden birisiydi punpun'un boynuzlarının çıktığı o bölümler. yani o boynuzlar şeytan boynuzu değil tam tersine boğa boynuzudur.

    öncellikle inio asano hikayeyi punpun, aiko ve satchan arasında bir aşk üçgeni olarak tasarlamıştır serinin daha başlarındayken. üstelik ilk bölümü okursanız punpun'un babası, ona teleskop aldığı zaman ve birlikte yıldızlara bakarken gökyüzünü işaret ederek yaz üçgeninden bahseder . yani bu yıldızları karakterlerle ilişkilendirmiş bir nevi. tanabata'nın hikayesini bilenler vega'nın orihime'yi, altair'in de hikoboshi'yi temsil ettiğini bilirler. deneb yıldızıyla birlikte bu üç yıldız bir üçken oluşturur ve aynı şekilde vega aiko'yu, altair punpun'u ve deneb'te satchan'ı temsil ediyor. bu yüzden punpun'un boynuzları altair'in boynuzlarını temsil ediyor kendisi sığırçobanı takım yıldızını temsil ettiği için. *

    aslında çok trajik bir durum söz konusu. tanaba'ta her yıl temmuzun 7'sinde kutlanıyor ve aiko ile punpun'un arasındaki ilişkiye baktığımız zaman, özellikle aiko'nun tanabata kağıdığına yazdığı dileği okuyunca insanın ister istemez gözleri doluyor. her ne kadar her şeyi aşk için yaptığına inanmaya çalışsam da kızın başına ne geldiyse hep o saf duyguları yüzünden geldi. kendisi temmuz'un 7'sinde artık bünyesinin kaldıramadığı bu dünyaya veda ettiği zaman punpun için yazdığı o kağıtta onu asla unutmamasını dilemişti ki bu punpun için ölmekten beter bir suçluluk duygusu. dünyanın sonu belki 7 temmuzda gelmedi, pegasus her ne kadar sevginin varlığının sürekliliği için bu dünyayı kurtaracağız dese de ve her ne kadar dünyayı aynen shounen serilerinin bir parodisi niteliğinde bir iç savaş vererek dünyayı kurtararak, tam tersine punpun'un sonunu hazırladı. insanlar yaşamaya devam etti ama punpun'un yaşama nedeni ellerinden alındı. dünyanın sonu gelse belki her zaman dilediği o ölüm duygusuna kavuşabilecek ve belki de dünyadaki en mutlu kişi o olacaktı o anda.

    bunları bir kenara bırakıp aslında tanabata'nın hikayesini kısa bir şekilde şurada anlatırsak aiko ile punpun arasındaki "ölüm bizi ayırana dek" tek metaforunu ve aralarındaki trajik ilişkiyi bir şekilde anlayabileceğimizi düşünüyorum olaylar arasında bağlantı kurmaya çalışarak:

    evrenin hakimi olan tentei'nin kızı olan orihime, amanogawa adlı nehrin kıyısında dokumacı olduğu için çok güzel kıyafetler yapan bir genç hanım kızımızdır. günün birinde ördüğü yeleği babası o kadar beğenir ve kızını bu maharetinden dolayı över. yaptığı işin değerini ve başkaları tarafından takdir edilmenin verdiği his ile birlikte kendisini daha çok işine adar orihime. ama o da bir genç kızdır ve herkes gibi aşık olup, romantizimi yaşamak ister. o kadar çok çalışmasına rağmen romantizim için fazla vakit bulamaz. bu duruma endişilenen babası, amonogawa nehrinin karşı kıyısında yaşayan ve coban takımı yıldızındaki sığır çobanını temsil eden hikobshi ile aralarında bir buluşma ayarlar. bir gün nehrin diğer kıyısında her zamanki gibi dikiş nakış işleriyle uğraşan orihime nehrin karşısındaki hikoboshiyle göz göze gelir ve ilk bakışta aşk dediğimiz kimyasını benim de bir türlü anlamadığım bir reaksiyon olur aralarında ve birbirlerine şıp aşık olurlar. ve bir süre sonra da dünya evine girerler doğal olarak. ancak evlendikten sonra bu mutlu çiftimiz bir türlü işlerini icra edemez olurlar. sürekli elleri işte gözleri oynaştatırlar ve bu durum orihime'nin babasını sinirlendirir. baktı orihime daha o güzel kıyafetleri öremez oldu aşk yüzünden ve hikoboshi'de çobanlığı iyice saldığından, güttüğü sığırlar da başka takım yıldızlarına dağılınca ceza olarak bu iki sevdiceği birbirinden ayırır sorumluluklarını yerine getirmedikleri için. amonogawa nehrinin iki yakasına dağılan çift birbirlerine sadece mazlum gibi bakmak ile yetinirler. orihime bu durum karşısında çok üzülür yataklara düşer felan ben burayı abartıyorum işte, her neyse aşk acısından ve göz yaşlarından ve de kızının yalvarışlarına daha fazla danayamayan baba yüreği, iki sevdiceğin her 7. ayın 7. gününde, yılda bir de olsa buluşmalarına izin verir. ama bir şartla; o da eskiden olduğu gibi çok çalışıp, çorap ve yelek örmeyedevam ederse *. o gün geldiğinde orihime nehrin kıyısına geçmek ister ama geçemez. yine üzülür ve göz yaşları amonogawa nehrine dökülür. onun bu üzgün haline dayanamayan bir saksağan sürüsü, orihime'ye karşıya geçebilmesi için kendi kanatlarından köprü yapma sözü verirler. o yüzden hava yağışlı olduğu zaman derler ki bu saksağanlar orihime'nin yardımına gelemezlermiş ve iki sevdicek tekrar buluşabilmek için bir sonraki yılı beklemek zorunda kalırlarmış.

    o yüzden punpun ve aiko'nun hikayesi bu bağlamda semboliktir. eğer mangada da sürekli adı geçen bu günün önemini ve vermek istediği mesajı daha iyi anlarsak o yüzden iki karakterimizin arasında nasıl bir trajik ilişkinin olduğunu daha iyi kavrayabiliriz. romeo ve juliet'te neymiş peh diyorum. beni asıl etkileyen böyle çarpık ve ulaşılamaz aşklar ki zaten beni oldum olası böyle hikayeler daha çok derinden etkilemiştir. hikayede sürekli karşımıza çıkan 7 temmuzun önemi aiko ile punpun'un aşkına atıfta bulunmaktadır. adeta ulaşılamaz bir aşk hikayesi gibidir. aiko, punpun'un kafasında yücelttiği çarpık ideal kız modelinden ziyade, günlük hayattaki normal kızlardan da daha saf birisi ve normal bir kız. onun tek istediği punpun'dan normal bir karşılık ve anlayış beklemekti. acaba samanyolunu tekrar görebilecek miyiz derken tek temennisi, küçüklüğünde o yıldızlara beraber bakarken içtenlikle dilediği dileğinin, büyüdüklerinde yine aynı yerde tekrar gerçekleşmesi olabilir miydi? evet birbirlerine uzun bir süreden sonra tekrar kavuşmuşlardı ama tanabata günü geldiği zaman o manzarayı bir daha göremeyeceklerdi. çünkü artık punpun'un beklentilerini karşılayamaz duruma gelmişti. hiç bir şey umduğu gibi gitmiyordu. bu da git gide aiko'yu punpun'a karşı daha çok yabancılaştırdı. doğru ilişkileride bir şeyler ters gidiyordu ama içinden hep saf aşka inanmayı denedi normal kızlar gibi. ölmeden önce, aralarında bu görünmez ırmağa rağmen ondan onu unutmaması istemişti. punpun'dan başkası yoktu ve son ana kadar ona inanmayı seçmişti. her yılın yedinci ayın yedisinde onu hatırlamasını ve asla unutmaması istemişti ve tek temennisi de buydu. punpun'un ise tek istediği o öldükten sonra ona yas tutmaktı. hapise girdiğinden dolayı tanabata gününde istese de onu görememişti. hava bulutluydu yine. aiko rüyasına girdiğinde keşke bir yıldız gibi bir anda sönüp gitmek istediğini ve insanların zihinlerinde hiç olmamış olmayı temenni etti. ama punpun için aiko her şeydi. hayatından her şey istediği gibi gitmese de, o gittikten sonra yanında arkadaşları bile olsa aiko'suz hiç bir şeydi ve ona tek erişebileceği gün tanabata günüydü. ama yok olmaktansa aiko'ya karşı yaptıklarının cezasını yine tanabata gününde satchan tarafından kurtarılarak, hayatta kalmaya ve yaşamaya devam ederek ödeyecekti ki bu zaten onun için ölmekten daha beter bir durum.

    serideki diğer karakterlerin diğer bir sorunu da punpun'a benzemeleri fundementalist kafa yapılarından dolayı. punpun da böyle olduğu için sonradan pişmanlıklar yaşıyor iki olay arasında bir seçim yapmayı sevmediği için. diğer karakterlere baktığımız zaman özellikle seki, punpun, aiko, pegasus veya shizumu olsun, hepsinin temel karaktiristik özelliği olan çocukca saflıkları, onların kaçınılmaz sonlarına ve sosyal anlamda uyumsuz kişiler olmasına neden oluyor. pegasus özellikle her ne kadar okuyuculara çatlak bir karakter gibi görünse de kendisi tam bir hümanist bir insan. öyle ki insanlar ne kadar kötü olursa olsun onları her şeyiyle kabullenip ,tüm içtenliğiyle onları tüm kusurlarına rağmen sevmeyi yeğliyor *. lakin punpun bu karakterin tam zıttı bir karakter ve sadece aiko'ya inanınıyor her ne kadar pegasus tüm insanlığa canım diyerek inansa da. yani böyle çeşitli karakterlerin hikayeye dahil olmasıyla birlikte, ortaya daha güzel bir eleştiri konusu çıkarıyor bu manada mangakadaki iki zıt kutuplu karakterler.

    aslında hikayenin sonunda asano punpun'u öldürmeyi planlıyormuş satchan'ın kızını tren kazasından kurtarmaya çalışırken. lakin mangaka bunun punpun için ideal bir son olmadığını düşündüğü için mangayı bu şekilde kolay bir şekilde bitirmek istememiş. yani punpun ölseydi her şey onun için daha kolay olacaktı. tüm acıları bir nevi son bulacaktı ama mangakanın artık nasıl bir fetişi varsa ki bende bu sonu daha çok sevdim. çünkü yaşarken insanın acı çekmesi ona yapılacak en büyük işkencelerden birisi. bu da punpun için ölmekten daha beter bir deneyim. her ne kadar insanlar bu sonun onun için ideal ve mutlu bir son olduğunu düşünse de aksine punpun için bitebilecek en kötü sonlardan birisi. punpun bu yaşına kadar hayatında iyi diyebileceği hiç bir şey ile karşılaşmamış ve tam tersine hayatında hiç bir şey istediği gibi gitmemiş. hikayenin son bölümünde 5. sınıftan beri görmediği çocukluk arkadaşını gördüğü zaman ortaya çok daha kontrast bir durum çıkıyor mesela. harumin diğer karakterlerin aksine okuyucu gözünde daha normal bir karakter. son bölümde punpun ile vedalaşırken ve ona el sallarken, punpun'u arkadaşlarıyla birlikte olduğunu görüyor ve ister istemem kendi gözünde punpun mutlu bir hayat yaşadığı izlenimine kapılıyor. hatta satchan'ın kızını gördüğü zaman punpun'un evlendiğini bile sanmıştı. lakin ortada daha trajik bir durum varsa bu da hayatları birbirinin zıttı olan bu iki karakterin, kendilerinin nasıl bir hayat sürdüğüne dair bir fikirlerinin olmamasına rağmen el sallaması. biz hikayeyi punpun'un gözünden yaşadığımız için onun nasıl bir trajik, tramvatik bir hayat yaşadığını biliyoruz ama harumin gibi bir yabancının gözünden punpun'un hayatı nasıl gözüküyor? bu da hikaye içinde işlenen en büyük temalardan biri olan, ne yaparsa yapsın her şeyi fiyaskoyla biten başarısız bir karakteri betimleyen bir karakter çıkıyor karşımıza. yaşadığı ikilem içinde el sallarken ve gözünden bir damla yaş dökülürken hayatının bundan sonraki bölümünde az da olsa kurtuluşa bir adım da olsa yaklaşabilmek. yani dediğim gibi her ne kadar insanlar böyle bir sonun, punpun için mutlu bir son olarak düşünse de bence millet böyle düşünerek kendisine daha da çok acı çektiriyor. onca yaşananlardan sonra ölse daha iyiydi yani. onun için yaptığı şeylerin telafisi yok. günahlarını affettirme gibi bir durumu da yok çünkü onu affedecek ve kurtuluşa erdirecek kişi zaten artık bu dünyada değil.

    keşke zamanında mangayı takip ederken şuraları entry ile doldursaymışım o zaman bölüm bölüm serinin analizi daha güzel yapsaymışım. yukarıda bahsettiğim gibi aiko artık punpun'un yanında değil ve punpun'un aiko'yu rüyasında gördüğü sahne sanırım manganın en vurucu ve aiko için tüm acılarının artık son bulduğu, kapanış niteliğinde bir bölümdü:

    her ne kadar aiko kurgusal bir dünyada yaratılmış bir karakter olsa da acaba en son ne zaman birisinin ölümüne bu kadar yas tutup ve kendimi paralayarak üzüldüğümü hatırlayamıyorum. düşünsenize öyle bir karakter ki bu tüm saf duygularıyla birlikte hayata tutunmaya çalışan bir kız. her normal kız gibi sevginin peşinden koşmaya çalışan ve gerçek aşka inanmak isteyen birisi. her ne kadar dışarıdan insanlara olağandışı gibi bir karakter olarak gözükse de içinde bir yerde, normal bir kızın hayata dair ne gibi bir beklentisi varsa onun da bu sefil hayatta dair bazı beklentileri vardı. bunların hepsini bir kenara koyacak olursak; aiko'nun hayatına baktığımız zaman punpun'dan bile daha kötü şartlar altında hayatını idame ettirmeye çalışmış birisi. tüm hayatı boyunca saçma sapan bir tarikat için çalışan annesinin penceleri arasında sürekli olarak bir suistimale maruz kalıyor. küçük bir yaşta bir kız düşünün. annesinin yanında kapı kapı dolaşıp insanın tüm dertlerine deva olan bir suyu insanlara pazarladığını. yaşıtlarıyla birlikte hayatı keşfedeceğine tam tersine hayatın saçmalıkları arasında boğulup giden ve akli dengesinin sınırlarında dolaşan bir kız aiko. o yaşlarda hem zihinsel hem de fiziksel olarak şiddet görerek bu yozlaşmış hayata karşı direnmeye çalışıyor. sadece o yaştada değil. annesi bu fiziksel şiddeti hayatının geri kalan kısmında bile devam ettiriyor her ne kadar büyüyüp genç kız olsa bile. hayalleri olan ve küçük yaşta punpun'a da söylediği gibi büyüdüğünde bu hayallerinin peşinden koşmak isteyen birisi. hayallerini gerçekleştirmeye yaklaştığında bile çevresel faktörler yüzünden bunun sürekliliğini getiremiyor ailevi sorunlar yüzünden. özünde evet iyi niyetli bir kız olmasa, sorumluluk sahibi birisi olmasa özellikle annesine karşı, punpun'un sözünü tutmadığı o günde tek başına amcasının yanına giderek zor koşullar altında yaşadığı bu hayattandan muhtemelen kurtulabilirdi. ama verdiği söze bağlı ve annesini o halde bırakmayacak kadar da sorumluluk sahibi bir kız aiko her ne kadar hayatı sefalet içinde geçsede. babası annesini yalnız bıraktığında annesine sahip çıkacak tek kişi oydu çünkü. baba ve en önemlisi aile sevgisinden yoksun birisi kendisi. bunu da çarpık bir şekilde, yani sevgisini punpun'a göstererek telafi etmeye çalışıyor. bir nevi gerçek sevginin ne olduğunu da anlayamamış birisi bu bağlamda aiko. karşısındakini sevdiğini sanıyor ama içlerde bir yerlerde o yaşadığı acı hayatını bastırmaya çalışıyor. çocukluğunu da yaşayamamış ve hayatın her bölümünde, özellikle lise yıllarında yaşadığı tramvalara baktığımız zaman sürekli kabus olarak gördüğü rüyaların, onun ne kadar zor zamanlar geçirdiğinin sadece bir kanıtı. bu zamana kadar kafayı sıyırmaması da ayrı bir mucize olsa gerek onca baskıya, sefalete ve başına gelen tahlihsizliklere rağmen. belki de hikayeyi aiko'nun gözünden takip edebilme şansımız olsaydı o zaman bu hikayeye karşı bakış açımız daha farklı şekillerde olacaktı. ama onu punpun'un gözünden veya yüzeysel olarak tanıma fırsatı yakalamış olsak bile insan ister istemez aiko'ya karşı sonsuz bir sevgi ve sempati duyuyor. özellikle punpun'un ona daha dikkatli ve düşünceli bir şekilde yanaşması gereken zamanlarda, aiko'nun tüm duygularını hiçe sayıp özellikle bekaretini bozduğu bölümlerde sanırım bir hafta kendime gelememiştim punpun'a olan sinirim ve aiko'ya olan üzüntüm dolayısıyla. ne kadar saf değil mi. idol dergilerine çıkıp peşinden japonya'nın değişik köşelerinden fan yapacak kadar güzel, elini sallasa ellisi bir kız. istese bambaşka hayata sahip olacak yetenekte bir kız ama o herşeye rağmen punpun'a inanmayı seçti ama karşılığında ise bir hiç aldı. punpun'u tanıdıkça kafasında şekillendirdiği o saf aşk kaybolmaya başladı ve son bölümlerde punpun'a dediği gibi beklediği sevgiye karşılık bulamayınca bu hayattaki en yalnız kişi artık oydu. bundan sonra nefes almanın bir manası bile yoktu. her ne kadar punpun'a yaşamaya devam ederse başına illa ki iyi şeyler geleceğini söylese de buna rağmen hayata dair olan tüm umutlarını punpun yanında olmadığı sürece tamamen kaybedecekti.

    hiç kimse yanında değildi bu kızın belkide duygusal bağlamda bir desteğe ihtiyacı olduğu zamanlarda. hayatı boyunca her zaman yalnız birisiydi aldığı kararlar ve yaptığı şeyler doğrultusunda. punpun yine de şanslıydı onun yanında ona destek çıkacak bir amcası, midori veya satchan vardı ama aiko'nun kimsesi yoktu çünkü punpun'dan başka güvenecek başka hiç kimsesi yoktu. küçükken, o küçük aklıyla, kafayı sıyıracağı anlarda karşısına beyaz atlı bir prens gibi çıkmıştı punpun. belki de kurtuluşydu o prens onun için. o yüzden tanaba'ta gecesinde tanrıdan birlikte birbirlerine delicesine aşık olmalarını dilemişti. olmuşlardı da ama punpun'dan bir garanti istemişti. ona asla yalan söylememesini ve kendisine asla güven vermeyen bu dünyada sadece yanında olmasını istemişti. eğer o da ona ihanet ederse, yani verdiği sözden geri dönerse işte punpun'u kalbinden bıcaklayarak öldürecek kişi aiko'nun ta kendisiydi. bu punpun için belki bir kurtuluştu ama insan doğası bu. çünkü insan zayıf varlıktır ve her ne kadar ölümüne peşinden gittiği ideallerin doğruluğundan taviz vermese de hayatta bir yerlerde bu sağlam değerleri sorgulayan duygusal bir hayvandır insanoğlu. kim ölmek isteyebilir ki sadece bir kere geldiği bu dünyada? punpun için böyle bir kurtuluş olsa da aiko için böyle bir kurtuluş yoktu. yazık kim bilir hayatı boyunca kendisini ne kadar yanlız hissetmiştir hayata karşı tek başına bir duruş sergilemeye çalışırken o kırılgan yine de sapasağlam kalbiyle.

    hikayeyi okurken her zaman bir tedirginlik içersinde okurdum çünkü içimde bir yerlerde sürekli bir trajedinin vuku bulacağına karşı bir vesvese vardı ama elimden geldiğince bu iç sesime kulak verememeye çalıştım. ne zaman aiko'yu daha yakından tanımaya başladım işte o zaman punpun ile aiko için hikayenin mutlu bir sonla bitmesini temenni ediyordum. hatta punpun'un ne kadar eşek kafalı ve düşüncesiz bir şekilde kızın duygularını hiçe saydığı bölümleri okumaya başladığımda, aiko için her şeyin daha iyisini dilemeye başlamıştım. punpun ona laik birisi değildi. şimdi hatırlamıyorum ismini ama ortaokulda punpun ile badminton turnuvasına aiko için savaşan ve ayağındanki sakatlıktan dolayı aiko'yu hayatı boyunca kaybeden birisi vardı. keşke o cocuk aiko ile birlikte olsaydı bunca zaman sonra belki punpun'un veremeyeceği sevgiyi ve şeyleri ona verecekti ve belki de daha mutlu bir insan olacaktı aiko ama dediğim gibi aiko her zaman olduğu gibi punpun'a güvenmeyi seçmişti ve ondan başka kimsesi yoktu hayatında. o çocuğu da geçtim keşke parlayan zırhlarıyla bir beyaz atlı prenses gelip onu bu hayatından kurtarıp, hem punpun'un kendisine gelmesini hem de aiko'yu da bu sefaletten kurtarmasını temenni etmiştim hep ama olmadı. o sevgiye muhtaç olduğu zamanda bir kurtarıcının ortaya çıkıp ona arkasından böyle sıkı sıkı sarılıp, kulağına her şeyin yoluna gireceğini fısıldamasını ve ona hak ettiği hayatı vermesini o kadar çok istemiştim ki ama işler daha da boka sardı ben böyle dileyince . yardıma ve desteğe en muhtaç olduğu zamanlarda birisinin kapıdan çıka gelip onun titreyen ellerinden tutup, yaşadığı bu acıdan kurtarmasını istemiştim hep. o kişinin punpun olacağını sanmıştım ama yine olmadı tam tersine punpun hayatını daha berbat bir hale getirdi. artık çıkmaza girmişti ve bu dünyaya bir hiç gibi geldini ve artık bir hiç olarak veda etmesini düşündüğü zaman, hayatına trajedik bir şekilde kendisini asarak son verdi. tamam her zaman bütün bu haksızlıklar karşısında güçsüz bir kızdı. direndi ama kötü talihi asla ama asla hak etmeyen birisiydi.

    buna rağmen bu çirkin, yozlaşmış, insan ilişkilerinin köreldiği ama buna rağmen halen tüm güzelliğiyle parıldamaya devam eden bu dünya aiko'suz da dönmeye devam etti. sanki hiç bir şey olmamışcasına. bana asıl koyan nokta da bu oldu. keşke ben senin yanında olabilseydim aiko. bu kahpe hayat her zaman sana haksız olarak davrandı. yani kısacası punpun'un rüyasında aiko'yu gördüğü bölüm belki de benim için okuduğum en trajik bölümlerden biriydi. insanda ister istemez zecri düşüncülerin oluşmasına sebeb oluyor bu yazınsal şaheser.

    edit: made konu aiko'dan açıldı. bu karakteri ayrı bir entryde, detaylı bir şekilde kaleme almak daha sağlıklı olacaktır:

    (bkz: oyasumi punpun/#61131188)
  • --- aiko hakkında - spoiler ---

    oyasumi punpun karakter bakımından ilginç ve okuyucu etkileyen çeşitli karakterlere sahip bir manga. ama her bir karakteri işlemek ayrı bir analiz konusu olacağından bu yazıda favori karakterim olan aiko hakkında biraz konuşmak istiyorum. onun düşüncülerini anlamak hikayeyi kavramada bize daha yardımcı olacağını düşünüyorum. punpun'un hayatına baktığımız zaman onu etkileyen iki karakter var; birisi satchan ve diğeri de malumunuz aiko. bu karakterlerin dışında hikayeye etki eden pegasus adında bir karakter var ki her ne kadar hikayeye bir katkısı olmadığı düşünülse de, hikaye bütünlüğü açısından çok büyük bir öneme sahip olan bir karakter aslında. sürekli dünyanın sonunun geleceğini söyleyen bu karakterin aslında insanları birbirine bağlayan, belki de insanı değil dünyadaki herkesin daha önemli bir uğurda bu dünyada var olduklarını savunarak, aslında bir yan karakter olarak insan doğası ve mizacı hakkında çok önemli mesajlar veriyor ki bu karakteri işlemek zaten ayrı bir analiz konusu olurdu sanırım.

    neyse gelelim asıl konumuza; aiko'ya. kendisi hikayedeki punpun'un duygusal anlamda ilgi duyduğu tek kız. evet, tür olarak bir romantik hikaye olarak geçiyor bu manga lakin genel kanının aksine çarpık bir aşk hikayesinden bahsediyor aslında. punpun ve aiko'nun ilişkisine baktığımız zaman bir ilişkide nelerin yapılmaması gerektiğini mangaka bize bir ibret niteliğinde gözlerimizin önüne seriyor. hikayenin en sevdiğim kısmı ise bu iki karakterin hikayesi anlatılırken meydana gelen tecavüz, suistimal ve depresyon konularının göz ardı edilerek geçiştirilmemesi tam aksine hikaye boyunca bu olumsuz olguların ciddi bir şekilde hikayede işleniyor olması. punpun kötü ve korkunç şeyler yaparken özellikle aiko'ya kötü davranırken insanın içi kanıyor. ama punpun'un arka plan hikayesini bildiğimiz için bir yanımızda ona karşı empati duyuyor ve yaptığı şeylerin yaşadığı hayatın doğal bir sonucu olduğundan ona bazı konularda haklılık payı verebiliyoruz. fakat onun bu hareketleri kötü ve yanlış şeyler yaptığı gerçeğini asla değiştirmiyor. bu asıl olguyu manga okuyucuya çok güzel bir şekilde aktarıyor. punpun aiko ile, on birli ve on ikili yaşlar arasında, ilkokula giderken, aiko'nun okuluna transfer olduğu kaderini belirleyen o günde karşılaşıyor. ilk kez aşk denilen, kimyası açıklanamayan ve hayatının geri kalanında da üzerine kabus gibi çöken o şeyi ilk kez aiko karşılaştıkları zaman deneyimliyor:

    (şuna bakın ne kadar da tatlı değil mi? lakin bu tatlılık bu kadar uzun sürmüyor.)"

    düşüncelerini anlamaya çalıştığımız zaman aiko anlaşılması zor bir karakter. onu asıl ilginç kılan şey hikaye boyuncu aklından neler geçtiğini sağlıklı bir şekilde anlayamıyor olmamız. komplike ve çözülmesi zor bir mizaca sahip bir karakter diyebiliriz kısacası. daha küçük yaştan itibaren kendisi punpun'dan daha olgun davranan ve bu yönde okuyucu üzerinde etki bırakan birisi. punpun ise kendisini bu soğuk dünyadan soyutlamış, hayatı kendi düşüncüleri içersinde yaşayan içine kapanık bir çocuk. babasıyla annesinin arası iyi olmadığı zamanlarda yani aile içi şiddetli geçimsizliğin tavan yaptığı o günlerde, amcası ona bu kokuşmuş dünyaya daha umutla bakmasını sağlayacak bir şey öğretiyor. yani punpun'un hayatında işlerin ters gittiği, kendisini çıkmaz bir sokağın sonunda bulduğu zor zamanlarında amcası o na öyle bir sihirli sözcük öğretiyor ki bir nevi punpun'a yardımına koşması için tanrıyı huzuruna çağırma gücü veriyor. twinkle twinke hoy dediği zaman ortaya afro saçlı, gayet insan görünümlü insansı bir tanrı çıkıyor. fakat hayatındaki probleri ve sorunları aşmasında bu tanrının verdiği öğütlerin punpun'a hiç bir faydası dokunmuyor. verdiği öğütler yarardan çok zararı dokunuyor. sürekli negatif düşünceler ile cebelleşirken, günün birinde punpun'un annesiyle babası bir gün kavgaya tutuşuyorlar. annesi bir şekilde kafayı sıyırıp babasının üzerine bıcakla yürüyor ve babasıda kendisini koruma amaçlı annesinin kafasına mikrodalga fırın fırlatıyor ve sonuç olarak annesini hastanelik ediyor. tüm bunlar olurken punpun odasında duruyor ama aşağı inip annesiyle babasını o durumda görünce olan olayları o küçük aklı bir türlü idrak edemiyor. annesi bu olaydan sonra punpun'un babasına boşanma davası açarak yollarını babasından ayırıyor. işsiz olan amcasının da punpun'a desktek olmak amacıyla, babasının yerine ailesinin yanına taşınıyor. tüm bu negatiflikler karşısında punpun'un çocukluk masumiyetini kaybettiği zamanlar ailesinin iç çalkantılar ve şiddetli geçimsizlik yaşadığı bu dönemlere denk geliyor. fakat aiko'yu ele aldığımız zaman ortaya daha farklı bir görüntü çıkıyor. aiko'nun annesiyle babası da punpun'un ailesi gibi şiddetli geçimsizlikten dolayı ayrı düşüyor. punpun'un ailesi birbirinden ayrı kalsa bile onun yanında ona sahip çıkacak ve öğüt verecek bir amcası var. aiko'nun ise ona özellikle duygusal bağlamda destek çıkacak hiç bir kimsesi yok. o yüzden aiko daha hikaye başlamadan, hayatın ona getirdiği bu zorlu şartlardan dolayı büyümeye zorlanmış bir karakter. o yüzden punpun ile kıyaslandığı zaman okuyucu gözünde daha olgun birisi aiko. kendisi daha hikaye başlamadan çocukluk masumiyeti kaybetmiş birisi sonuçta. ve bu yüzden punpun'un çocukluk masumiyeti kaybetmesinde * aiko çok büyük bir rol oynuyor.

    aiko ile punpun'un ilişkileri masum bir çerçeve içersinde başlıyor. en azından art niyetli ve negatif duyguların daha kalbinde yer edinmediği iyi niyetli ve saf duygulara sahip punpun için durum bundan ibaret. fakat aynı duygulara sahip olmayan aiko'nun aklında daha başka planlar yer ediniyor hayatın ona getirdiği zorluklardan dolayı. punpun'a duygusal bağlamda yaklaşıp, onun ile birlikte doktor olan amcasının yanına kaçması için punpun'u ikna etmeye çalışıyor. bu isteğini punpun'a baskın bir dil ile ifade ederken eğer isteğini yerine getirmez ise onu adeta ölüm ile tehdit edip, gözünü korkutuyor. şimdi yetişkin bir insanın aiko'nun bu tavrını manipülatif, absürd ve ürkütücü bulabilir. daha beşe giden bir çocuğun karşı cins tarafından durduk yere ölümle tehdit edilmesi akla veya mantığa sığacak bir iş değil. daha küçük bir çocuk sonuçta punpun. hayata daha yeni yeni adım atmaya başlamış ve aiko'nun punpun'un gözünü bu şekilde korkutması ona psikolojik olarak kurtulamayacağı negatif bir etki bırakıyor. sevdiği bir kişinin onun çocuk aklını bu şekilde yönlendirmesi aklında bir çok soru işaretleri doğmasına neden oluyor ve her ne kadar afro tanrının yardımıyla bu sorulara cevap arasa da işin içinden bir türlü çıkamaz hale geliyor. aiko'nun bu tehditi bir nevi sonradan da hayatını etkileyeceği derin psikolojik yaralar bırakıyor bünyesinde punpun'un. zaten çalkantılı bir aile yaşantısı olduğundan dolayı punpun'un insanlara karşı kendine özgü ama bir o kadar da çarpık sevgi ve şefkat duygusu var. özünde iyi bir insan olmasına rağmen en ufak şeylerden çok kolay etkilenen bir mizaca sahip birisi punpun. o yüzden aiko'nun bu kaygısız ve pervasız uyarısı punpun'un hayatını olumsuz ve zarar verici yönde etkiliyor ve bu uyarı onun çalkantılı hayatının sadece bir başlangıcı. zamanla punpun ile aiko arasındaki ilişki daha gerinimli boyuta taşınıyor özellikle punpun aiko'nun isteklerini karşılamada başarısız olduğu zamanlarda. aiko'ya verdiği sözü yerine getiremediği için punpun içinde tarif edemediği bir suçluluk duygusu yaşıyor. hayatının belki de dönüm noktalarından birisi olabilecek o günde aiko'nun yanına gitmemesi punpun'un hayatını büyük ve olumsuz bir şekilde etkiliyor. sonradan ortaokulda da yine aiko'nun onu sevdiğini söylediği ve tekrar onunla birlikte kaçmak istediğini söylediği zaman ve punpun'a o önemli an da elini uzattığında punpun'un o eli tutmaması, duygusal ve psikolojik her anlamda punpun'un resmi olarak öldüğü gündür. aiko'nun bu durumda onu yalancı ve güvensiz birisi olarak görmesi düşüncesi punpun'un hayatına adeta bir kabus gibi çöküyor.

    hikaye boyunca aiko'yu tanıma fırsatımız punpun'un görüş açısı sayesinde mümkün oluyor. aiko punpun'un gözünde adeta bir tanrıça. ona karşı duyduğu aşırı sevgi ve hayranlık hayatının bir çok noktasında onu olumsuz yönden etkiliyor. yani aiko'yu sadece dıştan göründüğü kadarıyla tanıma fırsatımız oluyor. hikayenin sonlarına doğru bu durum bir nevi değişiyor ama. onu hem karakteristik hem de duygusal bağlamda daha yakından tanımıya başlıyoruz manganın son bölümlerine doğru. bu sayede aiko'nun gerçek yüzünü görme fırsatı elde etmiş oluyoruz bir nevi. kendisi punpun'un zihninde yarattığı ve aslında göründüğü gibi olmayan bir hayata sahip bir karakter aiko. punpun'u asıl yıkıma götüren de zaten bu oluyor. ideal ve kafasında kurguladığı karakter profiline uymayan bir kız. nedense içinde ona bir obje gibi sahip olamamanın getirdiği hiddetli bir öfke var. bu durum davranışlarına yansımaya başladığı zaman hayatı iyice altüst olmaya başlıyor. aiko'ya anlamsız davranışlarının nedeni karşısındaki insana sahip olamamasının getirdiği bir eziklik duygusu. punpun'un hayatına giren kadınların hiç birisi kafasında kurguladığı o rol modeline uymuyor bir türlü. kadınları bir nevi kafasında metalaştırmaya başlıyor bir müddetten sonra. bu kadınların bazıları, özellikle satchan punpun'un hayatına olumlu yönde bir etkisi oluyor. satchan öz güveni tavan yapmış bir karakter aiko'ya nazaran. iki karakteri birbiriyle karşılaştıracak olursak satchan ile aiko'nun hayatında benzerliklerin olduğunu görebiliriz. satchan'da ailesinden şiddet görüyordu ama erişkinliğe erdiği zaman kendi yolunu kendisi çizen bir karakterdi. sorumluluk sahibi ve karşısındaki insana sahiplenen birisi satchan. aiko'ya nazaran küçüklüğünde şişko ve çirkin olduğu içinde insanların alayına da maruz kalmış birisi ama ona rağmen hayatta kendi ayakları üzerinde kalmayı başarabilmiş sağlam karaktere sahip birisi satchan ve onun bu mizacı punpun'unda gelişimine büyük bir katkıda bulunuyor. kısacası her iki karakter de punpun'un karakter gelişimine çok büyük bir etkisi bulunuyor. hikayenin sonunda aiko'yu kaybettikten sonra, sancılı da olsa kadınların da bir insan olduğu gerçeğini geçte olsa anlama erdemine erişiyor punpun. yazar kadınları hikayesinde toplumun kendi yarattığı rol modelinin aksine daha komplike ve çok yönlü olarak okuyucuya lanse ediyor ki bu önemli bir şey. her bir karakterin kendine dair iyi ve kötü yönlerinin olduğunu özellikle her insanın bir olmadığını, herkesin kendisine ait has özelliklerinin olduğunu aiko ve satchan örneğinde görebilmek pekala mümkün.

    aiko'nun durumuna baktığımız kendisi de en az punpun kadar yıpranmış bir karakter. hatalı olsalar bile sırf egolarını tatmin etmek için suçu birbirlerinin üzerine atmaktan asla çekinmezler. birbirlerinin nasıl bir karaktere sahip olduğunu anlamak istemediler. gerçek yüzlerini birbirlerine karşı dürüstçe gösterme şansı verseydiler ilişkilerini bu kadar yıpratmayacaklardı emin olun. fakat kendi kabuklarının içine çekilip kendi bildiklerini okudular. bir yabancı gibi birbirlerine zarar vermekten bile çekinmediler. kendi doğrularını karşı tarafa zorla kabul ettirme düşüncesi ilişkilerinin daha kötü bir hal almasına yol açtı. gerçekte aşık olmanın insana ne gibi sorumluluklar yüklediğinin bilincinden bihaber olan insanlar aiko ile punpun. her ne kadar karşısındaki insanı sevdiğini düşünselerde bence her ikisi sadece kendilerini kandırıyorlardı. bir nevi karşı tarafı seviyorum süsü verip dediğim gibi kendi egolarının kölesi olmaktan öteye gidemiyorlardı. kendi başarısızlıklarının suçunu asla kendilerinde aramadılar. dur ben karşı tarafı alttan alayım işler iyice çığırından çıkmasın düşüncesi yoktu hiç birinde. tam tersine kendilerini karşı tarafdan daha üstün görmeye devam ettiler. bunun sonucu ne zaman kendilerini kötü bir durumda bulsalar işte o zaman karşı tarafı kendi amaçları ve yararları doğrultusunda kullanmaktan çekinmeycek kadar kalpsiz bir insana dönüştüler. keşke zamanında kendi duygularına daha dürüst olsalardı ve karşı tarafı olduğu gibi, yargılamadan anlamaya çalışsalardı işte o zaman ilişkileri bu şekilde içinden çıkılamaz bir hale gelmezdi. tek yapmaları gereken sevgiyi olduğu gibi kabul edip sonuçlarına sonra katlanmaktı. eğer punpun zamanında aiko'yu sevdiğini açıkca ifade edebilseydi bu olanların hiç biri başına gelmeyecekti. zamanla işin içine art niyetli ve olmsuz duygular girince en büyük aşklar bile böyle trajik bir biçimde sonlanabiliyor maalesef.

    bana göre insanın içindeki yedi ölümcül günahı sembolik olarak temsil eden genel bir terim. insanın içindeki şeytana da gönderme yaparak verilen vesvese sonucu ana karakterlerimiz hikayenin bir çok yerinde sonuçları kendilerince kötü olabilecek işlere kalkışıyorlar. punpun'a baktığımız zaman içersindeki afro god bir nevi onun black spot'u. onca yıldan sonra aiko ile buluştukları zaman aiko annesi ile tartıştıktan sonra punpun'un kapısına onu görmeye geliyor. fakat her ne kadar kullanacağım terim tamamen ironik olsa da punpun içindeki şeytanı, yani tanrı'nın oyununa gelerek kendi şehvetine yenik düşüyor. kızın duygularını hiçe sayarak ona saldırıyor ve kızın kendi isteği dışında ona zorla ve resmen apartmanında tecavüz ediyor. şu resimdeki aiko'nun yüz ifadesi insana kelimeler ile anlatılamayacak bir çok olumsuzluğu sadece bir karede vermeyi başarıyor. aile içi şiddet görmesi, hayatında hiç bir şeyin istediği gibi gitmemesi, hayallerinin peşinden koşamaması, onca sene sonra kurtuluşum dediği sevdiği insanın onun duygularını adeta hiçe sayarak kızlığını bozması, üstüne üstlük iş yerinde çalışan arkadaşlarından sözlü olarak tacize uğraması, annesinden fiziksel olarak şiddet görmesi ve bir çok olumsuzluğu bu karede aiko'nun yüz ifadesinde görebilmek mümkün. hayata karşı olan hayal kırıklığı onu böyle durumlar karşısında artık tepki veremez, vurdum duymaz, ilgisiz ve pervasız ruhsuz bir insana dönüştürmüş. haksızlık karşında sesini çıkaramaz olmuş. kendisine kötü davranıldığında susmayı tercih etmeye zorlanmış. punpun'un da ona böyle davranması sonucu hayata dair olan tüm umudunu bir an da kaybetmiş bir insan aiko. artık kaybedecek hiç bir şeyi olmayan ama bundan sonra o saf yine de bencil duygularının peşinden gitmeyi seçmiş birisi. belki punpun ile buralardan çekip giderse o benliğine işlemiş tüm negatif duygularından arınabilecek. ayrıca punpun ile yattıktan sonra ona "benden hoşlanıyor musun?" dediği sahne ayrı bir trajik vakadır çünkü bana bu sahne aiko'nun manganın ilk başlarında ilkokula giderken, revir odasında punpun'un yanına gelip ona yine aynı şekilde aynı soruyu sormasını hatırlattı. o zamanlar tamamen saf duygular ile sorulmuş bu soru şimdi insan üzerinde depresif bir etki bırakıyor punpun'un ona yaptıklarından sonra. o zamandan beri kendisini onun için saklayan birisi ama punpun'un ona böyle davranması içinde yaşadığı hayal kırıklığını ve o an ki psikolojisini o sahneler okuyucuya çok vurucu bir şekilde aktarılıyor. aynen punpun'un hissettiği insan kendisini o an için yerin dibine girmiş gibi hissediyor ve cehennem çukuru o an girilebilecek en güzel yer. mangayı zaten güzel kılan şey bu sahnelerin okuyucu üzerinde şok etkisi bırakması. mangaka insan psikolojisini okuyucularına çok iyi aktarabilen yetenekte bir yazar. ya zamanında bu duyguları kendisi birinci elden yaşadığı için bu sahneleri okuyucuya güzel bir şekilde yansıtabiliyor ya da ben bu sahnelerin bu kadar vurucu olmasını başka bir şekilde açıklayamıyorum. yetenek diyorum sadece.

    biraz daha geriye gidecek olursak tekrar evet aradan onca yıl geçmesine rağmen aiko ile punpun tekrar bir araya geliyor. karakterlerimizin birbirlerine karşı dürüst davranmamalarından bahsetmiştik ve ilk buluşmalarında birbirlerine karşı sürekli yalan söylüyorlar. özellikle punpun'un çok güzel bir hayat yaşadığını ve mutlu olduğunu, aiko ise model olarak hayallerini gerçekleştirdiğini ve erkek arkadaşı olduğundan felan bahsediyor. ikisi de sefil bir hayat yaşamasına rağmen birbirlerine sözde yalanlar ile güzel hayat yaşadıklarının izlemini bırakmaya çalışıyorlar. her ne kadar dışarıdan birbirlerine üstünlük taslasalar da tekrar normal hayatlarına döndüklerinde hiç bir şeyin değişmediğini acı bir şekilde farkına varıyorlar. aiko'nun bu noktada küçüklüğünden beri sürekli annesi tarafından şiddete maruz kaldığını zaten bu bölümlerde öğreniyoruz. sürekli bir suistimal ve baskı altında kalmasından dolayı annesinden kaçmak istiyor. bünyesi artık bu baskıyı kaldıramadığı için çareyi punpun'a sığınmakta arıyor. bir ihtimal onunla birlikte uzaklara gidebilirse bu sefil hayatından bir nebze uzaklaşmış olacak sonuç olarak. fakat annesi kızına büyük bir yalan oynarak onun evden uzaklaşmasına mani oluyor. küçük iken punpun sözünü tutmadığı zaman tekrar annesinin yanına geri dönmesi, onun annesine karşı hissettiği sorumluluk duygusundan kaynaklanıyor. yani kızın iyi niyetini bir nevi suistimal ederek onun özgürlüğüne zincir vuruyor annesi. engelli numarası yaparak ona psikolojik olarak baskı uyguluyor. kızını öyle bir domine ediyor ki onun hem fiziksel olarak hem de psikolojik olarak çökmesine neden oluyor. yeri geldiğinde fiziksel şiddetten bile çekinmeyen bir kadın ona dediğini yaptırabilmek için. kendisi engelli numarası yaparken evde çocuğunun dışarıda çalışmasına neden olan kötü karakterli bir kadın. kendisi evde zevk sefa sürerken bilgisayar başında cam showlarda, kızının onca zorlukla kazandığı parayı dildolara yatıran düşüncesiz annenin birisi. tabii biz bilmiyoruz belki böyle davranmasının bazı nedenleri vardı ama durum ne olursa olsun bir anne hiç bir şekilde evladına bu şekilde davranmaz ve bu zaten evresel bir değerdir ailenin evladına ne durumda olursa olsun sahip çıkması. fiziksel manada ona destek olamıyorsan bile kızının hayallerini gerçekleştirmesi için psikolojik olarak destek verirsin. onu tehdit ederek evde kalması için özgürlüğünü kısıtlamassın. bunca olumsuz şartlara rağmen aiko punpun'u gidiyor. onu bir kurtuluş olarak görüyor demiştik ama punpun'un onun beklentilerini karşılayamıyor üstüne üstlük ona hayvan gibi saldırıp kendi şehvi duygularını bastırmaya çalışıyor ona bir nevi tecavüz ederek. aiko kendisini tamamen boşlukta hissediyor ve son çare olarak punpun'a ruhsuz bir şekilde ondan hoşlanıp hoşlanmadığını soruyor ve punpun'da ona aynı şekilde cevap veriyor. lakin punpun bu noktaya kadar karakter gelişimi devam etmekte olan birisi. amcasının nasihetleri aklına geliyor ve yaptığı hareketlerin sorumluluğunu üzerine almak istiyor. işte o zaman aiko'ya buradan kaçıp uzaklara gitmeyi teklif ediyor ve aiko delice bir gülümsemeyle onun bu teklifini kaybediyor. punpun'da annesinden sevgi görmemiş birisi ama annesini kanser yatağında gördükten sonra biraz olsun annesi hakkında duyguları ve düşüncüleri değişmiş birisi. o yüzden dünyadaki hiç bir annenin kötü olmayacağı düşüncesiyle aiko'ya kaçmadan önce annesini son bir kez görüp, bu kararlarını annesiyle birlikte paylaşmasını istiyorlar. annesinin rızasını almaya gittiklerinde ise orada bambaşka bir durum ile karşı karşıya kalıyorlar. onca rahatlığının bozulacağını anlayan annesi bu duruma karşı çıkıyor. ona rağmen aiko'nun kararlı yüz ifadesini gördükten sonra kendi eliyle yetiştirdiği kölenin elinden kaçmaması için şeytani ve sinsi bir plan ile aiko'ya yaklaşıyor. her ne kadar isteksiz gibi görünse de kızının kararlarına saygı duymuş numarası yapsa da aiko arkasına döndüğü zaman ona bıcak ile saldırıyor. karnından ve sırtından ölümcül bıcak yarası alan aiko yere düşüyor. punpun o anlar da şok içersinde gözünün önünde gelen olaylar karşısında tabii ki. annesi kızının bıcak yarası aldığı bölgeyi tekmelemeye başlayınca ve bıcak ile son darbeyi indirince araya punpun giriyor. öyle bir giriş yapıyor ki nasıl bir giriş. 20 yaşına kadar içersinde bastırdığı bütün negatif duyguları açığa çıkıyor punpun'un ve aiko'nun da saldırıya uğramasını fırsat bilip bu şeytani ve negatif duygularının bütün bedenini ele geçirmesine izin veriyor. annesini vahçice boğarak öldürüyor aiko'nun gözleri önünde:

    http://i.imgur.com/iz2luak.png

    aiko bu durum karşısında panikliyor ve hem fiziksel hem de zihinsel olarak bu olay onu derinden etkiliyor:

    http://i.imgur.com/z4ddrdm.png

    ilk başlarda punpun panik ve şok içersinde olmasına rağmen annesini öldürdükten sonra üzerine şeytani bir sinsilik ve dinginlik çöküyor ve bu noktadan sonra ipleri eline punpun alıyor. aiko'yu bu noktadan sonra manipüle ve yönlendirme sırası punpun'un eline geçiyor. annesinin cesedini büyük bir soğuk kanlılıkla bir ormana götürüp, buraya gömmeye karar veriyorlar. ardından punpun eskiden aiko'ya tutamadığı sözü şimdi tutmaya karar veriyor onu kagoshima'ya götürerek. bir katil olarak fazla ileriye gidemeyeceğini anladığı için, yakalanmadan önce en azından aiko'ya karşı bu sorumluluğunu yerine getirmek istiyor punpun'un her ne kadar bu yaptıkları bu noktadan sonra nafile olsa da. onca yıl aradan sonra bir araya geldikten sonra punpun'un aiko'nun annesinin katili olması, punpun ile aiko için sonun başlangıcı oluyor. kogashima'ya giderken psikolojik ve fiziksel olarak çöktüklerinden dolayı kafayı sıyırmamak için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorlar. fakat bir müddet sonra polis annesinin cesedini buluyor ve ardından polisin aiko'nun peşinde olduğunu öğreniyorlar. hem polisten kaçarken hem de aiko'nun karnında ve bedeninde ölümcül yaralar olmasına rağmen punpun ona kötü davranmaktan çekinmiyor bile. bir hayvan gibi onunla cinsel ilişkiye girip insanlıktan çıkmanın sınırlarını zorluyor. aiko'yu öldürmeye bile çalışıyor fakat aiko ona yaşadığı süre boyunca bu günleri ileride kötü bir anı olarak hatırlayacağını, ve ileride her şeyin daha iyi olacağının garantisini vermeye çalışıyor. punpun'a annesinin katilinin o olmadığını tam aksine o kuryeciye bakmaya gittiği sırada hayatta olan annesini onun öldürdüğünü söylüyor. vicdanen punpun rahatlasa da aiko'nun güvenini tamamen bu noktadan sonra kaybediyor onu öldürmeye çalışarak. ve ilişkileri zaten çıkmazın içindeyken bu negatif olaylar silsilesi sonucunda işler daha çok arap saçına dönüyor. üzerlerinde hissettikleri baskı zaten stresli bir halde olan ilişkilerini iyice yıpratıyor:

    örnek a

    örnek b

    aiko kendisini punpun için feda etmiş birisi. sırf punpun kendisini öldürmesin diye ve bundan suçluluk duymasın diye annesinin bile canını almaktan çekinmeyen birisi. tamam annesi ona bu zaman kadar kötü davrandı ama bu aiko'nun katil olup, annesini öldüreceği anlamına gelmiyordu. burada asıl verilmek istenen mesaj akli dengesi yerinde olan bir insanın bile bazı olaylar karşısında istemeden katil olabileceği. eğer aiko ile punpun annesinin yanına gitmeseydi bu olayların hiç birisi olmayacaktı. belki uzaklara gidip, bambaşka bir hayat yaşayacaklardı. zaman ile birlikte içlerindeki tüm yaraları saracaklardı. olgunlaştıkca geçmişe bakıp, yaşadıkları zor zamanları sadece kötü bir anı olarak hatırlayacaklardı ama aiko'nun bünyesi artık bütün bu olumsuzlukları kaldıramaz duruma gelmişti. zaten annesinin ona verdiği ölümcül yaradan dolayı yorgundu. aldığı ilaçlar fayda etmiyor tam tersine onu psikolojik olarak zihninin sınırlarını zorlmasına yardımcı oluyordu. sıyırması belki de bir an meselesiydi. punpun'un da ona bu şekilde davranması ve punpun'un düşüncülerini bir türlü anlayamaması onu içinde bulunduğu durumu daha da kötüleştiriyordu. punpun onun için bir kurtuluştu peki yanında bu gördüğü boynuzları olan yabancı insan kimdi? bu insana mı aşık olmuştu aiko? hayır o sadece normal bir kızdı ve punpun'dan fazla bir şey istemiyordu. sadece ona duyduduğu sevgiye normal bir karşılık beklemek. punpun her ne kadar kendisini aiko'yu sevdiğine inandırmaya çalışsa da, kendisi zaten çarpık düşüncüleri içersinde boğulup gitmiş, mantıklı düşünemiyordu. her ne kadar aiko'nun yanında olduğunu düşünse de kafasındaki kız modelini karşılayamadığı için aiko'da onun için yabancı birisiydi ama küçüklüğünde beri kendisini aiko'nun ruh ikizi olduğuna inandırmıştı ve ne olursa olsun bundan sonraki tüm kararlarını aiko'ya destek olmak için ve ona sahip çıkmak için yapacaktı. fakat aiko'nun o kaçınılmaz sonuna karşı çıkamadı ne yaparsa yapsın:

    http://i.imgur.com/erw4dip.png

    aiko kendisini asarak kendi hayatına kendi elleriyle son veriyor. annesini ve punpun'unun kendisinden uzaklaştığını görünce hayat amacının kalmadığını düşünüyor artık aiko. intihar etmesinin sebebi kişiden kişiye değişse de özellikle aiko kendini yalnız hissettiğini söylüyor punpun'a hayatına son vermeden önce. bunu söylerken kendisinin punpun'un kafasında kurguladığı ve hayal ettiği kız modeli olmadığını söylüyor. hem kendisinin hem de punpun'un beklentilerini karşılayamadığı için kendisini içinden çıkılamaz bir boşlukta hissediyor doğal olarak. biz de öyle hissetmez miyiz sevdiğimiz kişinin ona karşı olan beklentilerimizi karşılayamadığı zaman? dünyanın en aciz ve ezik kişisi oluruz ve bu durum insanın içindeki yaşama sevincini alarak insanı daha paranoyak bir ruh haline büründürür. aiko bu zamana kadar punpun'dan sadece insanı olarak duygularından bahsetmişti. onu sevmişti ve onun ile birlikte başka bir hayata atılmak istemişti küçük yaştan itibaren. tüm umudunu ve güvenini ona karşı yüklemişti hayatında işlerin onun için tamamen ters gittiği zamanlarda. ama punpun ne yaptı. paranoyak düşüncelerinden dolayı kızdan tamamen uzaklaştı. aslında punpun'a da suç bulmamak lazım. o da bunu sırf aiko'nun iyiliği için yaptığını düşünüyor. kendisini ona layik olarak görmüyor ve o da tamamen saf ve temiz duygular ile aiko'yu incitiyor. bir orta yolu bulamadıkları içinde böyle bir trajik son ile karşılaşıyorlar sonuç olarak. hikayenin en vurucu kısmı da bu zaten. insan her ne kadar karşısındaki kişinin iyiliğini istese de eğer onun düşünce yapısını anlamaya çalışmaz ise işte o zaman ona istemeden de olsa zarar verir. her neyse punpun sonra aiko'nun bedenini bir müddet sırtında taşıyor lakin bir müddet sonra polis tarafından tutuklanarak hapishaneye sevk edilir bir sene boyunca. manganın sonuyla ilgili fazla detaya ve analize girmeyeceğim ama bu noktada aiko ile punpun'un en başından beri ne kadar yıpranmış ve çarpık bir ilişkiye sahip olduklarını gördük. beklentileri karşılayamamanın verdiği acı ve üzüntü onların ilişkisini daha trajik bir hale getiriyor. büyüklerimiz zamanında çok güzel bir söz söylemiş ve bu söz aiko ile punpun'un ilişkisini çok güzel betimliyor bence: (bkz: araba devrilince yol gösteren çok olur) yani kafaya bir şeyin dank edebilmesi için illa aiko'nun kendisini öldürmesi lazımdı punpun sorarım sana? bu acı tecrübe tabii ki de punpun'un olgunlaşmasında büyük bir mihenk taşı oluyor.

    punpun seri boyunca kendiyle barışık olmayan aksine kendi acizliğinden dolayı tiksinen bir karakter. bu noktaya kadar hep böyleydi ve aiko'nun ölümü onun gözlerinin açılmasına ve sonunda erişkin insan seviyesine ulaşmasını sağladı. aiko kendisini öldürdükten sonra punpun, onunla birlikte samanyolunu gördüğü ve hayatı boyunca unutamadığı o yıldızları terkar görebilmek için o eski terkedilmiş fabrikaya geri dönüyor. aiko ile o yıldızları gördükleri zaman daha masum bir çocuktular ve hayata karşı bir beklentileri vardı. bu yozba dünyaya dair hep bir umut beslediler o saf dugyular ile ama bu olaylardan sonra punpun hayatının dönüm noktasını yaşıyor içinde bu yaşadığı talihsiz ve trajik olaylar yüzünden:

    http://i.imgur.com/w3itxu5.jpg

    aiko'nun intiharı punpun için bir dönüm noktasıydı. duygusal olarak boşaldığı yani bir nevi katarsiz yaşadığı bir deneyimdi. hayatı boyunca sürekli insanlardan ve hayattan şüphe duydu ama bu tecrübe ona hayata dair tüm gerçekleri gözlerinin önüne serdi. bu noktadan itibaren de hikaye nihilizm temasına dokunduruyor ki bu da ayrı bir tartışma konusu.

    --- spoiler ---

    kısacası aiko'yu halen unutamadığım bir hikaye. ve onca zaman sonra sözlükte hakkında bir şey yazılmadığı görünce, gecenin şu yarısında bana bir şeyler yazma isteği uyandırmış bir seridir ayrıca. muhtemelen malum olaylar olmasa asla üzerimde belki bu kadar büyük etkiler bırakmayacaktı. en kısa zamanda tekrar baştan okumak istiyorum seriyi ama viz media'da bu manganın telif haklarını satın aldığını duydum. benim için çok büyük anlamlar ifade ediyor bu seri o yüzden bütün ciltlerinin en kısa zamanda yayınlanmasını temenni ediyorum ki serinin bütün ciltlerini satın alarak odamın baş köşesine koyup, başkalarına da bu mükemmel mangayı okutma şerefine nail olayım.
  • bir salağın hikayesi.

    --- spoiler ---

    20 yaşında çocukluk aşkını etkilemek için yalanlar atmaya başladığında okumayı bıraktım. size de tavsiye ederim.

    --- spoiler ---

    edit: daha fazla açma ihtiyacı duydum.

    --- spoiler ---

    punpun'un başına olabilecek her kötü şey ciddi ciddi geliyor. bir yerden sonra çocuk için umudu kesmekten başka bir yol yokmuş gibi düşündürüyor çizgi roman. bunların üstüne sürekli geçmişi kurcalayan, her hatasını tekrarlamakta direten, birden fazla psikolojik şeması olan ve 20 yaşlarında bile yardım almayı düşünmeyen bir çocukla karşı karşıyayız.
    şahsen bu kadar karamsarlığı okudukça içim bayıldı. aslında çok benzer olaylar yaşadım. abartan ben de olabilirim ama bence hikaye punpun'un yaşadıklarını haddinden fazla ağır gösteriyor.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    punpun, "bugün zor bir gündü." diye düşündü. ve yarının eğlence dolu olacağına emindi. eğer yarın olmazsa, gelecek hafta olacaktı. gelecek hafta olmazsa, gelecek ay olacaktı. gelecek ay olmazsa, gelecek yıl olacaktı. ama mutlu zamanların geleceğinden emindi, inanmak istediği buydu; ama, bu kendi kurgusuydu. öyleyse ne var? her ne olursa olsun, bugün sona ermişti. iyi geceler punpun.
    --- spoiler ---
  • hayatımın öyle bir döneminde okudum ki, manganın bende yeri çok ayrı oldu. gerçi hayatımın herhangi bir döneminde okusam yine yeri ayrı olurdu gibi geliyor.

    bazı anime/manga’ların insanda bıraktığı belli bir tad oluyor (evangelion, lain vs) bu manga da onlardan biri benim için. asano ınio ile aslında subarashii sekai mangası sayesinde tanıştım ve onu okuduğumdan beri ürettiği herşeyi okumaya çalışıyorum. aynı atmosfere sahip mangalar okumaya çalışıyorum.

    oyasumi punpun sevdiyseniz monster, homunculus, himegoto, maka-maka, the private report on my lesbian experience with loneliness(evet) ve sasurai emanon’u da okumanızı öneririm.

    benzer manga önerilerine açığım.
  • internetten okumaya başladığım manga. karanlık hisler uyandırdığını duydum.
  • tuhaf derecede gerçekçi ve depresif bir manga. okuduğum mangalar arasında belki de en farklı hikâye anlatım ve karakter geliştirme yöntemlerine sahip olan tam anlamıyla gerçek bir sanat eseri. basitçe bir iki göz gezdirmeye başladığınız anda karakter çizimlerinin enteresanlığından ötürü garip bir o kadar da ağır panellere tanıklık ediyorsunuz.

    çocukluk yıllarının anlatıldığı sayfalarda dahi yapılan irdeleme ve kara mizah çocuklarla dolu panellere dahi ağır bir hava katıyor. göze çarpan ilk şey de ana karakterimizin ördek benzeri bir şekilde yüz ifadelerinden ve mimiklerinden yoksun bir şekilde resmedilmesi ki seri ilerledikçe punpun’un büyümesi yaşantısında karşılaştığı güçlükler, tanık olduğu şeyler ve psikolojisindeki değişimlerle beraber görünüşü de basit, yalın halinden gittikçe uzaklaşarak karmaşıklaşıyor. punpun’ un yüzü ne kadar ifadesiz ve okuması zor dedik ise diğer karakterlerin mimikleri de o kadar abartılı ve garip şekilde resmedilmiş ki bu şekilde de karakterimizin çevresini sarmalayan psikolojik havaya onun gözünden tanık olabiliyoruz.

    teknik açıdan incelemek gerekirse hikâyemizde; karakterimizin çocukluğundan 20li yaşlarının başına değin sıradan sayılabilecek yaşantısı sıra dışı bir şekilde irdelenerek psikolojik boyutlarıyla beraber ele alınmakta. çoğu çocuk gibi punpun da âşık olur, saçma hayaller kurar, çocukluğun getirdiği masumiyet de belki de çoğu çocuktan bile fazlaca üzerindedir. seriyi okuyucu için bu denli içselleştiren ve bağ kurulabilecek seviyeye getiren önemli şeyler ise muhtemelen karakterin küçüklüğünden itibaren aldığı kararların ve yaşantısının birinci elden tanığı olabilmemiz. bir başka mesele ise karakterlerini bu denli insanı, fazlaca gerçekçi ve mükemmeliyetten uzak kişilikleridir.

    o kadar ki seri bittiğinde ne tam anlamıyla hak verdiğiniz ne de desteklediğiniz ve gönül verdiğiniz bir karakter elinizde kalır, elinizde kalan tek şey ise karakterleri aldıkları bu kararlara iten dönüşümlere tanıklığınızdır.
    iyi geceler punpun…
  • arkaplanların o kadar gerçekçi olmasının nedeni mangakalar tarafından sıklıkla başvurulan ptd tekniğidir. gerçek bir yer fotoğraflanır, photoshopta düzenlenir. bu çıktı üzerine karakterler ve olay örgüsü yerleştirilir.
hesabın var mı? giriş yap