• kendisi ile ilgili hiç unutmadığım bir aile anımız var. sene 96, biz de antalya'da yaşıyoruz o yıllarda. bir maç için efes pilsen antalya'ya gelmiş, vay anam vay naumoski'yi canlı izleyeceğiz diye kafayı yiyorum. teyzem de beden eğitimi öğretmeni. sağolsun annemi ve beni soyunma odalarının önüne kadar götürmeyi başardı. bizim aile boşnak olduğu için basketbol bir numaralı spor tabi, annem efes'in hücumuna kadar bilir. naumoski bi çıktı soyunma odasından, bizimkiler bi daldı bununla boşnakça muhabbete. naumoski de şaşırdı tabi ilk başta lan antalya'da benim dilimi konuşan insanlar ne alaka gibisinden. hiç unutmam o 5 dakikalık anı, adam o kadar içten o kadar güzel sohbet etti ki annem ve teyzemle, ben bu kadar güler yüzlü ve cana yakın hiçbir oyuncu görmedim bugüne kadar. tüm türkiye için apayrı bir yeri olan harika bir sporcuydu. keşke hep onun gibi birşeyler katabilecek insanlar gelse. 1'e 5 hücumları asla unutulmaz, majstore covjek!!

    edit: anadil konusuna cok mesaj geldi aciklama yapayim, yugoslavya'nin dili bosnakca/sirpca/hirvatca hepsi ayni zaten. makedonca da farkli bir sive, icinde bulgarca da mevcut. yani ben daha dun bu entrynin ustune tesadufen makedon biriyle bosnakca konustum adamla gayet net anlastik.
  • madem efsane sol frame'i işgal etmiş o zaman kendisiyle ve kişiliğiyle ilgili bir anımı burada paylaşabilirim sözlük basketbol severleri, ismet bademleri...
    sene 1997. efes pilsen - türk telekom ptt final serisi son maçı. yer maslak darüşşafaka spor salonu. biz 8. sınıfta okuyan ve basketbol aşığı bebeler olarak o dönem - ki bence bir çocuk için, ya da herhangi bi basketbol sever için türkiye'de ve nba'de basketbol açısından efsanevi zamanlardı. efsanevi kadrolar, oyuncular, dergiler (fastbreak) vs vs. - neredeyse darüşşafaka'da ki bütün maçlara gidiyor evimizden ve okuldan çok o çevrelerde vakit geçiriyorduk. tabii ki final serisini de tribünlerden takip ettik ve efes'in şampiyonluğuyla beraber seramoniden sonra bir şekilde takımla kucaklaşmak için salona indik. tamer oyguç kupayı kucaklayıp soyunma odasına götürürken, yanlarından sıvışıp soyunma odasına kadar gazetecilerle birlikte takip ettik. ben tamer oyguç'un formasını kaptım, arkadaşların çoğu maç sonrası giydikleri şampiyonluk tshirtlerinden kaptı (yamulmuyorsam power fm sponsordu, arkalarında power fm reklamları vardı diye hatırlıyorum) gazetecilere poz verip soyunma odasında kıyafetlerini fırlatırlarken. neyse hepimiz mutlu ve gülen yüzlerle, şampiyonluk hatıralarıyla oradan ayrıldık. en baba hatıra bendeydi tabi, tamer oyguç'un terli forması (ki sırılsıklam formayı üzerime geçirip eve gittiğimde ter kokusundan annem eve almayacaktı ki rahmetli babamın girişimleriyle olaydan sıvıştım). bir arkadaşta şortunu almıştı gerçi, vermedi bana takım yapayım pezevenk. ilk siyahi pipiyi de o soyunma odasında görmüştüm, yanlış hatırlamıyorsam deririck alston duştan çıkmıştı ki hafızamdan silmek istediğim ama silemediğim görüntülerden biridir ki onu geçiyorum izninizle.
    asıl olayımızın kahramanlarına gelirsek. adı eyüp, maçtan sonra elleri bomboş, yüzü mahsun, kendisi tombik, basketbol, petar naumoski ve mahsun kırmızıgül aşkı ise anlatılmaz olan. adama anneni mi babanı mı daha çok seviyorsun diye sorsan adam naumoski diyor o derece. hoş ikinci olarak da mahzun'u sayıyordu artık evde ne yapıyorsalar çocuğa bilemiyorum.
    maç bitti, şampiyonluk kutlandı, ganimetler toplandı, seyirciler gitti, murat evliyaoğlu harley'i ile, diğerleri arabalarıyla yavaş yavaş ayrılmaya başladı. ama biz bekliyoruz çünkü petar daha çıkmadı. eyüp diyor siz gidin, benim petar'ı görmem lazım, ona dokunmam lazım, kutlamam lazım. yav dedik hadi, evdekiler meraklanacak, bak bir daha izin vermeyecekler falan dinletemedik. derken porsche ile uzaktan belirdi petar. hani ışıklarda mendil satan bebeler olur ya, o tablonun aynısı yaşandı çıkış kapısı yakınlarında tek farkı mendil yerine tshirtler formalar vardı elimizde. petar durdu, açtı camı. yanında da tanımadığım biri var. eyüp heyecanlı, eyüp aşık, eyüp şişman bir deli oğlan on üçünde. bildiğin adamın dili tutuldu, türkçe'yi ve diğer tüm dilleri unuttu o cam aşağı inince. neyse biz yetiştik imdadına dedik naumoski abi, bu adam seni çok seviyor, senden bir hatıra istiyor. naumoski dedi ki valla hiçbirşey kalmadı anam babam. ne var ne yok yağmaladılar, çorapları bile verdim. ne desin adam, 13-14 yaşında bebelerle mi uğraşacak şampiyon olduğu akşam. neyse bizim eyüp ilk şoku atlattıktan sonra tekrar hatırladı konuşmayı. dedi öpeyim ben seni, olsun varsın olmasın hatıran. ama eyüp'ün gözler yaşlı, sanki sevgilisiyle ayrılık gecesi yaşıyor bebe. sonra petar naumoski hiç beklenmedik bir şekilde, durun bakayım bekleyin burada iki dakika dedi. taktı geri vitesi, bir manevrayla döndü gitti gerisin geri. biz başladık beklemeye. 5 dakika falan geçti dedik oğlum hadi gidelim, bak evdekiler kudurmuştur, maç biteli kaç saat oldu, taşlarla tüfeklerle karşılarlar bizi. ama dedim ya eyüp bir deli oğlan on üçünde gider mi hiç. hülyalı bakışlarla bakıyor yola, dilinde bir mahsun türküsü. yav dedik eyüp etme eyleme, bırakamayız da seni burada bu şekilde, gel gidelim adam şampiyonluk gecesi 5-6 tane sümüklü bebe ile mi uğraşacak, basıp gitmiştir arka kapıdan. biz bunları söylerken ileriden iki tane far deldi geçti gecenin karanlığını. eyüp'ün göz bebeklerinin içi aydınlandı, nur gibi indi üstüne porsche'nin ışıkları. petar naumoski denen evliya, açtı camı, elinde forma, şort, çorap, tshirt'ten oluşan bir set. durdu zaman eyüp için, durdu dünya. sordu naumoski ismin ne senin diye. eyüp yine unuttu konuşmayı heyecandan, biz dedik eyüp bu arkadaşın ismi diye. bir de imza çaktı en fiyakalısından uzattı formayı ve diğerlerini. iyi geceler dileyerek karıştı gecenin karanlığına.
    bizim için zaten efsaneydi ama o geceden sonra peygamberliğe yükseldi gözümüzde. 13-14 yaşındaki bebelere, şampiyonluk yaşadığı gece, onları bu kadar adam yerine koyup, sırf bir çocuğun hayallarini gerçekleştirmek için dönüp hangi sporcu uğraşır bilmiyorum günümüzde.
    eyüp'e o geceden sonra ne oldu bilmiyorum, zaten okul bitmek üzereydi, orta okuldan sonra da bir daha görüşmedik. ama o geceden sonra yaptığımız maçlarda herkes naoumoski oldu sahada, posterleri asıldı hepimizin duvarına. gerçi murat evliyaoğlu'da o dönem bizim grup için ayrı bir yerdedir ama o da başka bir entrynin konusu olsun madem. işten bu kadar kaytarmak yeter bugünlük...
  • “micic oçondon goçor”

    yavaş geçsin saçı dağılmasın amk. ulan bu adam efes'le yunanistan deplasmanındayken yunan taraftar serbest atışta pota sallıyodu da hakemler göt korkusundan maçı devam ettiriyordu. italya'da bile milano finalinde sandalye yedi maç sonrası ama kupayı da alıp geldi. şimdi gibi tünelde ponpon kızlar yoktu, dümdüz kasklı coplu polisler vardı. böyle ortamlardan çıktı bu adam.

    apartmanın kıvırcık saçlı, gsw formalı pembe götlü ergenleri sizi.
  • awrupa'nın en iyi point guard'larındandı bi ara... efes pilsen'le bütünleşti, türkiye'de basketbol'u sevdirdi. basket oynarken gençler nba'dan isim söylemek yerine "naumoski" olmayı yeğledi.

    hiç beklenmedik anlarda, kendini hiç kasmadan taktığı üçlükler bir çok takımı bitirmiştir. lakin naumoski'nin en kötü özelliği "yavaş" olmasıdır. bir gün doğru düzgün bi fast break yaptırdığını görmedim... topu alır, beklerdi, bütün takım gelince üçlük atar, bizim oyuncuları da yorardı gereksiz yere... yine de "türk basketbolu"na katkısı es geçilemez, kalitesi boş verilemez hey can...
  • bütün dünyada makedon basketbolu denildiği zaman akıllara bo mccalebb geliyor olabilir... elbette türkiye hariç. sabaha karşı yayınlanan nba maçlarından bile önce perşembe geceleri efes pilsen'in deplasman maçları banttan verilirdi. yayın akışı ne kadar uzuyorsa o kadar geç verilirdi. ertesi gün okulu olan ben, ev halkını uyandırmamak için televizyona yarım metre mesafeye gelir oturur, çoktan bitmiş fakat skorunu bilmediğim efes pilsen maçlarını izlerdim. naumoski'ye olan güvenim tamdı ve o bu güvenin hakkını verirdi. bencil oynuyordu, topu elinde tutuyordu diyenlere itibar etmeyin zira işin aslı öyle değildi. efes pilsen o dönem çok kısıtlı bir rotasyonla oynuyor ve üst düzey alan savunması yapıyordu. kısıtlı rotasyon derken; 5.5 bilemedin 6.. alan savunması ise bütün avrupa'da namı yayılan korkutucu bir savunmaydı. smaç yüzdesi yüzde 47 olan tamer oyguç, ortayı kapatır, diğer oyuncular dört dönerdi. hal böyle olunca efes pilsen ister istemez tempo yapmaktan kaçınırdı. beş kişiyle oynuyorsunuz ve sert savunma yapıyorsunuz haliyle koşmak bir alternatif dahi değildi. naumoski, otuz saniyenin yirmisinde topu yere sektirir sonra hareketine başlardı. böylece biraz önce savunmada yorulan takım arkadaşları yeni savunma için dinlenmiş olurlardı. riskli işlere girmez, top kaybı yapmaz takımını haybeye geri koşturup temponun artmasına izin vermezdi. mecburiyetin yan etkileriydi efes pilsen'deki oyun karakteri.. italya'ya gittiği zaman farklı sistemle orada da başarılı olmuştu. yirmi saniye top sektirdikten sonra yaptığı hücumlar, atıtğı üçlükler... rüya gibiydi. o'nun yaptıkları sayesinde maçlar banttan yayınlanmamaya başladı. efes pilsen deplasmanda oynuyorsa türkiye kitleniyordu, efes pilsen istanbul'da oynuyorsa boş yer bulunamıyordu.

    yedi numaralı formasıyla terini silen, elleri titremeden üçlük atan, sonsuz güven veren büyük bir oyuncuydu. bu ülke basketbolu sevdiyse, murat murathanoğlu iyi akşamlar basketbol severler dediği zaman iyi akşamlar diye cevap veren bir kitle oluştuysa, insanlar çocuklarını basket takımlarına yollamaya başladıysa sebebi bu adamdır.
  • bu adamın formaya ter silme hareketini yapacam diye çok top kaybetmişliğim vardır.

    tanım:gençlik idolü
  • basketboldan pek anlamayan babama bile kendisini basketbol otoritesi gibi hissettirmiş müthiş karizmatik bir basketbolcu.
    şöyle ki:

    - ya baba, son saniye 2 sayı geride efes, nolur sence?
    - naumoskiye versinler atsın üçlüğü...

    - ya baba, 20 sayı geriye düştük!
    - versinler naumoskiye yağlasın üçlükleri...

    - allaaa zone prese basladılar baba!
    - versinler naumoskiye derim ben

    her seferinde de naumoski bi sekilde macı alır, babamda gördün mü oğlum derdi, heyyt be.

    ayrıca türk basketbolunun seviyesini de 2 katına çıkarmıştır. hatta jordan nba için neyse naumoski de türk basketbolu için odur.
  • vaktinde birisi the beatles in müziğiyle ilgili olarak "onlari gerçekten özel yapan yaptıkları müziği herkesin yapabileceği izlenimini vermeleriydi" tarzında bi laf etmişti. sanirim naumoski yi bu oyunu seven birçok insan için de özel kılan aynı şeydi. petar ne çok hızlıydı, ne çok uzundu, ne kıvraktı, ne de zenciler gibi çok sıçrayabiliyordu. ama aynı hareketleri yaparak her maçı 20 küsür sayı 6-7 asistle bitiriyordu ve tüm bunları hiç bir heyecan veya mutluluk belirtisi göstermeden, adeta ezbere bir şekilde yapıyordu. izleyen herkes o akşam dışarı çıkıp aynı şekilde terini formasına silip aynı vücut fake i ile üçlüğü sallasa gireceğini hissediyordu belki de.

    önünde saygıyla eğiliyoruz...
  • ribaundu kendisi alır, topu sürer sürer sürer, üçlük çizgisi önünde durur, basketini atar geri dönerdi.

    bunu bilen takım arkadaşları bazen hücuma bile katılmazdı.

    böyle bir oyuncuydu..
  • efesle kontrat imzaladığı zaman 25.000 dolara imza atmıştı. efes avrupada tur atlarsa 50.000 ikinci turu atlarsa 100.000 gruplardan çıkarsa 250.000 çeyrek finale 500.000, yarı finale 1.000.000, finale için ise 1.500.000 dolar istemişti. efesli yöneticiler birbirlerinin yüzüne bakıp gülümsemiş ve 25.000 lik kontratı imzalamışlardı. çünkü o güne kadar avrupada değil tur atmak lüksemburg takımını yenmek bile olaydı. naumoski liderliğinde o yıl efes aris ile final oynar ve finalde 50-48 kaybeder. sonuçta naumoski milyon dolarları atladığımız her tur sonucu cebine koyar. helal olsun. bu ne özgüvendir, bu ne öngörüdür.
hesabın var mı? giriş yap