• ruhu gıdalarından mahrum bırakmak yani ruhu aç bırakmak.

    herkes bilir ruhunun gıdasını, ona neyin iyi geleceğini, neyin tatmin edeceğini: müzik, resim, yalnız kalmak, yürümek, yüzmek, yarışmak, tırmanmak, uçmak, yazmak..

    "mutlu olamazsam mutlu edemem" şartı tam olarak bu yüzdendir. ruhu beslenmeyen birey mutlu olamaz. mutlu olamazsa da bir süre sonra mutlu edemez. o bir süre'yi de sermayeden, beslendiği dönem dolan depodan yer. deposu boşalan kişi de ıskartaya çıkmış hisseder kendini:

    ruhum bomboş, içime çökmüş gibiyim.

    hayatını idame ettirebilecek ihtiyaçlarını karşılar bir şekilde; ailesinin fiziksel ihtiyaçlarını karşılayabilir mesela ama içine göçmüş konserve kutusu hissinden kurtulamadığı süre, varlığı ancak çekmecede temiz çamaşırlarla, yemek vakitleri masanın düzeniyle anlaşılabilir. vardır ama yoktur. farklı zaman boyutlarında aynı mekanı paylaşır gibidirler..

    (bkz: tükenmişlik sendromu)
  • evimin arkasındaki kulübede kalan ejderhayı besleyememeye benzer.
  • hayat gailesinde aşırı yüklenmiş bireyin ruhuna vakit ayıramamasının bir sonucudur ruhun aç kalması. aşırı yük=ağır sorumluluk.
    bedenin beslenmesinden farksız bir ihtiyaçtır ruhun beslenmesi. bedeni aç bıraktığında sonuç çok nettir, bedenin isyan sinyalleri verip iflas etmesi çok sürmez. ruhun isyan sinyalleriyse belli belirsizdir. depresyon gibi algılanır, fırtına öncesi sessizliği gibidir.

    ben'ini dördüncü beşinci plana atmış birey içine göçmüş gibidir. bir, iki ve üçten dörde beşe hiç fırsat bulamaz, erteler ha erteler. tebessümsüz-suskundur. bir-iki-üç sorumluluklarını aksatmamaya özen gösterir. bu süreçte içinde gizli bir öfke büyümeye başlar. büyüdükçe bastırılan öfke=ruhun isyan sinyalleri.

    günlerdir tek bir kez avlanamamış aç vahşi bir hayvan saldırganlığıyla dolanıp durmaya başlar. yapmak isteyip de yapamadıklarını düşünür. yapmak istediklerini yaptırmayanlar(sorumluluklar)a haddinden fazla öfke duyar.

    bir kırılma noktası hep vardır. birey ya ufak çaplı bir öfke nöbetiyle bir-iki-üçe geri döner (ki bu gerçek bir kırılma noktasından ziyade çatlama noktasıdır) ya da gözü anasını-babasını görmemecesine döner.
  • şu an adile sultan sarayı'nın terasında çok güzel ve içimi yumuşatan bir manzaraya karşı otururken yazıyorum bunları. hafif bir rüzgar var masa örtülüerini hareketlendiriyor küçük küçük ve önümdeki çam ağacının dalları arasından akıp gidiyor yavaşça. boğaz'ın üzerinde güneş var ne ısıtıyor ne üşütüyor. tam çaprazımda kalan tepede bir türk bayrağı dalgalanıyor ve bugün ülkenin yarını için umutlu olduğumu hissediyorum. kulaklığımda second waltz, aklımda dün akşam uzun uzun edilen bir sohbetten kalan, gülümseten hikayeler...tam bu esnada sağ tarafımdaki masaya 4 kişi oturdu, evliller ve muhafazakarlar. erkekler çok havalı ve modern görünüyor, kadınlar da bu iktidarla birlikte ortaya çıkan ve moda rüzgarına direnç gösterememiş başörtü yerine şal kullanan kadınlar. masaya oturduklarından beri tek odak konuları adamlardan birinin sipariş ettiği ve 1 yıl sonra gelecek olan rolex saat. kafalarını boğaza çevirmediler bile. jung mutlu bir yaşamın koşullarından birinin 'sanat ve doğadaki güzelliği algılayacak kapasiteye sahip olmak' olduğunu söyler. bu insanları evinden çıkarıp, benim yan masama oturtan ve sohbetlerini dinlememe vesile olan şey, sen her neysen teşekkür ederim bugünkü ders için.
  • bedeni anca besliyoruz,ruha sıra gelmiyor.
hesabın var mı? giriş yap