• bosna savaşı esnasında, açık radyo'da yayınlanmış bir program. savaşı yaşayan saraybosna'lılarla yapılan telefon bağlantılarından oluşuyordu ve yeterince hüzünlüydü. istanbul'da okuyan boşnak öğrenciler tercümanlık yapardı.
  • bosna gunlugu'dur bu programin adi aslinda.
  • günlüğümün sayfalarında en güzel üç günü not ettiğim satırlardır:

    "03.09.2006

    sevgili günlük, sevgili saraybosna günlüğüm;

    uçak istanbul'dan havalanıp çok kısa sürede trakya'nın tarlalarının çorak görüntüsüne karışıp hızla balkan dağlarına yöneldiğinde, bu kadar çok orman mı olur diye hayretlere düştüm ilk. bir saat kadar sonra da bosna hersek üzerindeydik zaten. yeşile doymuştu dağlar yamaçlar. aralara serpilmiş yerleşim birimleri vardı görebildiğim kadarıyla. çok geçmeden uçak alçalmaya başlayıp da saraybosna'ya yaklaştıkça yeşil hiç bitmedi, aksine çoğaldı sanki.

    havaalanına inip de dışarı çıktığımda burnuma gelen ilk koku, kaynağını bilemediğim ayçiçeği yağı kokusuydu sanki ama bunun mümkün olmadığını düşünüp ne olduğunu takmamaya karar verdim; sonra da hemen alıştım zaten, sonra da uçup gitti.

    bizi kalacağımız pansiyonun işletmecisi alacaktı havaalanından ama yarım saat bekletti sağolsun. ama yine de sağolsun bizi taksi derdi ile uğraştırmadı en azından.

    dandik bir audi ile gelip aldı bizi bıçkın delikanlımız, yüzünde ince kalemle çizilmiş gibi duran sakalıyla pansiyoncumuz. sağolsun arabayı da çılgın gibi sürüyordu, kaç dakikada başçarşı*ya vardık anlayamadım.

    yol boyunca koca koca binalar gördüm, koca koca binalar, koca koca gediklerle, savaşın izlerini hala taşıyan mermi gedikleri. top mudur tüfek midir bunları yapan bilemem ama tetiği çeken, bombayı gönderen insandı, orası muhakkak. insan mıydı, emin de değilim çok ama senin benim gibi biriydi, biz de onun gibiydik; engel olabilirdik...

    eski kentin merkezine gelip pansiyonumuza girdiğimizde sevimli bir lobi ile karşılaştık. aslında lobi demeye dilim varmıyor, sadece girişlere bu ad verilir diye öyle diyorum. gezimizin sürprizi orada başladı ilk: efendim bizim odamızda sorun olmuş, bir geceliğine alt katta yatmamız gerekiyormuş. tatildeyiz, sorun çıkaracak değiliz, olsun, gidip bir odamızı görelim. gördük, bodrum katta penceresiz bir oda. penceresinde değilim, beni odadaki kesif rutubet kokusu bitirdi. ama yok, dert etmeyeceğiz, sırtımda çanta, fellik fellik kalacak bir yer aramayacağız, bu gece burada kalıp yarın başımızın çaresine bakacağız.

    çantaları attığımız gibi kendimizi dışarı attık.

    evet saraybosna'daydık. tam arka sokaktaki camide vakit namazı kılınıyordu. istanbul'da gördüğüm camilerden çok daha fazla kişi saflardaydı. mekan bana bursa'yı hatırlattı. başçarşı'da ise kendimi safranbolu'da sandım. sonra fehadija'ya doğru 18-19.yy eserleri avrupa yapıları ve sonrasında sovyet dönemi taş binalar. sokaklar cıvıl cıvıl insan. hepsi incecik, çoğu da uzun boylu, insan komplekse girmemek için kendini zor tutuyor :)

    tabi iki arada bir derede yarın kalacağımız oteli de ayarladık, yarın çok daha güzel olacak.

    ama bu gece de güzel olmalı, gidip bir yerlerde hayata karışmalı... sokaklarda kaybola kaybola yani geze toza şehri tanımalı önce. ne nerede, nereden nereye nasıl gidilir, nerede ne yapılır. gelmeden önce internetten edindiğimiz tüm bilgiler ışığında, çok daha fazlasını da yaşayarak öğrenmeli tabi.

    gittik, gezdik dolaştık, o güzel binalara, o güzel insanlara hayran oldum tabi. hele şehri bir baştan bir başa dolaşan tramvayı... bir baştan bir başa dedimse, zaten saraybosna ne kadarlık bir şehir ki. kalabalığı ile değil yaşam keyfi ile övünebilecek bir yer değil mi nihayetinde.

    tramvayı diyordum, şehri dolanıp duran oyuncak tren gibi, hatta oldukça eski ama peşpeşe peşpeşe seferleri.

    akşam çöküp de ışıldadıkça ortalık, aydınlatılmış binaların görkemi daha bir çıkıyor ortaya. şehir kurşun izlerini daha bir siliyor.

    nehir boyunca köprüler belki avrupa'nın diğer kentlerindeki kadar görkemli değil ama yine de sevimli geliyor bana, bir o köprüden geçiyorum bir köprüden, altımdan su şırıl şırıl akıyor, gidip kimbilir nereleri suluyor.

    işte nihayet bir şeyler içilebilecek güzel bir mekan, içeriden nefis bir jazz melodisi yayılıyor sokağa, bizi içine çekiyor. yaş ortalaması epey yüksek bir dörtlünün canlı performansına denk geliyoruz, keyifle dinliyor, çok güzel vakit geçiriyoruz.

    evet geceyi ilerlettik, yol yorgunuyuz da üstelik, odamız berbat ama uyku çok, hemen dalar gideriz.

    dalıp gidiyoruz

    ertesi sabah erkenden o hücre evini terkediyoruz ve yeni otelimize* geçip güzelce odaya yerleşip aklanıp paklanıyoruz. zaten minnacık bir otel, orada fazla kalmayıp sonra yine sokaklara salıyoruz kendimizi. ilk köprüden geçip dağa taşa vuruyoruz yolu. güzel güzel evler, sonra arada birden karşımıza çıkan beyaz mermer tarlası mezarlık. ama bizimkiler gibi eciş bücüş değil, inci gibi dizilmişler, üzerlerinde hep ölüm tarihi 93-95...

    sonra oradan tekrar ilk sokaktan aşağı, ikinci sokaktan sağa, sola, oraya buraya gezip duruyoruz tabi. her köşe başında karşımıza bir enteresanlık, bir hoşluk illa ki çıkıyor. kiliseler, sinagoglar, camiler. cennet gibi bir dinginlik, bir sakinlik. ne güzel şehir bu böyle.

    öğlen cevap (ya da cevapi) yenecek, ona göre iyi bir mekan seçilmeli, vakti gezip tozup öğlen edip bir güzel karın doyurmalı tabi, geziyoruz, tozuyoruz, başarıyoruz en güzel yeri bulmayı kendimizce. karnımızı doyuruyoruz ama bu kez de uyku çöküyor tabi. ama olmaz, uyumak yok, gezmeye geldik...

    geziyoruz, sokak sokak, cadde cadde, dükkan dükkan, cafe cafe geziyoruz. müze gezemiyoruz bugün pazartesi, müzeler kapalı, olamaz buradada mı?

    bir binanın içine dalıyoruz sonra, hırvat kültür merkezi, içeriden bir şarkı geliyor, aylardır dilime dolanan şarkı:

    moja stikla... bitene kadar oraya mıhlanıyorum, bu şarkıyı burada duyup dinleyebildiğim için kendimi şanslı sayıyorum.

    yarın yolculuk dubrovnik'e, o yüzden otobüs biletini ayarlamak lazım. malum biz turla gezecek adamlar değiliz, kendimizi yollara salacağız ki heyecanı olsun, bağımsızlık olsun. o yüzden şimdi otogarı bulmak gerek :)

    yürüyoruz yürüyoruz yürüyoruz. hotel evropa'nın yanından geçtik... bu otel sevdalinka'da stephan ile nimeta'nın buluştuğu yer değil miydi?

    biraz güneş, evet, sıcak oldu epey. olsun, keyif almalı, gölgeye sığına sığına yürüsek de cehennem değil saraybosna, cennet.

    yürüye yürüye otogarı bulmayı başardık. zaten istasyonun yanında posta binasının arkasında. biraz zorlanarak da olsa yarın sabah yedi onbeş için dubrovnik'e biletlerimizi alıyoruz ve bu kez tramvaya binmeye karar veriyoruz. ilk gelen tramvaya atlıyoruz, ne de olsa hepsi başçarşı'ya gidiyor sanki. ı ıh, değilmiş, çok yakın bir yer son durak, çaresiz iniyoruz :) bundan sonrası kolay deyip yürümeye devam tabi :)

    otele dönüp soyunup dökünüp akşam için hazırlanıp yeniden sokağa atıyoruz kendimizi. bu kez daha bir tepeye çıkıp şehri yukarıdan seyredeceğiz. çıkıyoruz, seyrediyoru, doyamıyoruz. akşam ezanı okunuyor onlarca camiden, hepsinin şerefeleri aydınlanıyor, araya kilise çanları karışıyor, bense ederlezi'yi okuyorum bildiğim kadarıyla, bağıra çağıra o yamaçlardan. bu şehir gözün gördüğünden daha büyükmüş demek ki.

    inişe geçtiğimizde yine iç sesi dinleyerek dalınıyor tabi sokaklara, hadi şuradan gidelim, gel buradan sapalım; e insanın kafa dengi yol arkadaşı olunca kaybolsan da ne gam... değil mi ki işin heyecanı orada...

    yine bir mezarlık, resmen çevre düzenlemesini önce yapıp sonra gömmüşler şehitlerini... pırıl pırıl, ışıl ışıl, bir de küçük bir derecik akıtmışlar içinden, cennetine cennet katıyorlar saraybosna'nın. ama ölenlerin yaşama veda tarihleri hep 93-95...

    yol arkadaşı gurme olunca akşam yemeğini sıradan geçmek olmuyor tabi, illa yöresel bir şeyler yenilip içilecek, erik rakısı denecek. yemek için fazla tuhaflıkları kaldırmaya gönüllü olmayan bünyem mecburen kadun budukici gibi bir şey istiyor menüden, bildiğin kadınbudu köfte... lezzetli de epey.

    sonra yediklerini yakmak gerek, yine nehir boyunca bir aşağı bir yukarı, bir o sokak bir bu sokak dolanılıyor ama erken yatmak gerek, sabahki otobüsü kaçırırsak dubrovnik hikaye olacak.

    gidip otele yatıyoruz.

    sabah erkenden -hatta bende saat şaştı, epey bir erkenden- kalkıp duş al hazırlan şu bu derken saati 6:20 yapıyoruz ve kahvaltı için aşağı inip sonrasında otelden ayrılıyoruz. o saatte sokaklar hareketli, insanlar işine gücüne gidiyor. peki gündüz vakti sokaklarda dolaşan kafelerde oturan bunca insan ne yapıyor, onların işi gücü yok mu?

    tramvay konusunda bu kez tecrübeliyiz, hattımızı saatimizi şuyumuzu buyumuzu öğrenmişiz, biletimizle paşalar gibi o eğlencelik tramvaya binip otobüs garajına gidiyoruz.

    ve üç geceliğine saraybosna'ya veda ediyoruz.

    (bundan sonrası dubrovnik ve mostar günlüğü olarak geçmeli sözlükte belki ama hayır, bu kadarı yeter sanıyorum, zaten sözlükte bu başlık var diye altı dolduruldu, bir esprisi vardı, şimdi diğerlerini günlük gibi yazsam olmayacak, sözlüğü günlük gibi kullanmış olacağım, olmaz o yüzden; sadece mostar sonrası saraybosna'ya vedadan söz edilebilir belki; şöyle ki:)

    dubrovnik ve mostar'daki o muhteşem üç gece dört günden sonra yeniden dönüyoruz saraybosna'ya. uçak saatine kadar vakit geçirmek gerek ama vakit geçirmek değil, bu şehri bir daha yaşamak demek bu aslında. yeniden başçarşı'da alıyoruz soluğu. güzel bir yerde oturup uzunca bir yemek yiyoruz. aklım hala dubrovnik'te tabi. saraybosna'yı dubrovnik'le mi aldatmış oluyorum. peki ya istanbul'u?

    sonra istiklal caddesi misali ferhadije'de bir tur daha. sonra istemeye istemeye tramvaya binip havaalanına en yakın istasyonda iniyoruz. artık şehri öğrendik ya hesapta. tabi ki yanlış iniyoruz ama sorun değil :) şehir merkezinden taksiye binmektense buradan binmek çok daha akıllıca ne de olsa.

    ve beş dakika sonra beni bu şehirden ayıracak havaalanındayız işte. ayaklarım geri geri gidiyor. o en çok sevdiğim şehrim istanbul'a dönesim yok. kalmak istiyorum.

    işte böyle sevgili günlük, sevgili saraybosna günlüğüm
    beş gündür kapatmayan hava bulutlanmış, yağmur başlıyor, ben gidiyorum diye saraybosna ağlıyor"

    ağlama sarajevo
    yine geleceğim
    ...
hesabın var mı? giriş yap