• ilk ve orta öğretimini antalya’da tamamladı. 1995’de hacettepe üniversitesi tıp fakültesi'nden mezun oldu. 1996-2001 yıllları arasında hacettepe üniversitesi tıp fakültesi iç hastalıkları anabilim dalı'nda sürdürdüğü iç hastalıkları ihtisasını bitirerek, 2001-2004 yılları arasında aynı anabilim dalının endokrinoloji ve metabolizma ünitesi'nde üst ihtisas öğrenimine başladı. 2004’de hacettepe tıp fakültesi iç hastalıkları anabilim dalı endokrinoloji ve metabolizma ünitesi öğretim görevliliğine atandı. halen aynı bölümde çalışmalarını sürdürmektedir.

    özellikle diabetes mellitus, metabolik sendrom ve hipofiz hastalıklarıyla ilgilenmektedir
  • içerden* aldığım bilgilere göre okul dergisiyle posterleri verilen, dövmeli, küpeli, deri montlu ve hatta motorlu doçent. aynı zamanda erkekler bu karizmatik doktoru düşman bellerken, kız öğrencilerse kendisini pek begenirmis.: sourtimes magazin servisi`

    edit: gge
  • son klibiyle favorilerim arasindadir.
    (bkz:http://www.youtube.com/…=af0npfvhybe&feature=autofb )
  • çok karizmatik olmasının yanı sıra çok da iyi ders anlatır ancak sınavda hepsini ve hatta daha fazlasını bekler bilmediğin her soru için (sınavda olsun olmasın) bir güzel azarlar ağlatır. efsaneye göre tomris hocanın (bkz: tomris erbaş) dönem4 dahiliye stajında bıraktığı öğrencilerden olup bu olay sonrasında bilenmiştir "ben de selçuksam gelir senin odanın yanındaki odaya yerleşirim" diyerekten hakikatten de endokrin bölümünde hoca olmuştur (kişisel fikrimce tomris hocadan daha iyi bir eğitimcidir). bölümde kapı komşusu meslektaşı olmasına rağmen tomris hocayla hala konuşmazlar...
  • kitap okuyun deyu direten hocamızdır. haklıdır da. lakin bir de şunu dinlemelidir; tıp fakültesi teorik eğitimi karmaşası hat safhadadır.

    konuyu irdelemek amaçlı biraz komite sistemini hatırlayalım. projeksiyon cihazları bulunur(mü kem mel) ve tıpta entegre sisteme entegre edilir. hocalarımız da eskiden derslerde veremediği anlatamadığı çünkü ayrıntının ayrıntısı olan belli bilgi kırıntılarını slaytlara yerleştirmeye başlarlar, kaynak olsun yani onlar da haklı, ancak olay sadece iliştirmekle kalmaz ve komitelerde sorulmaya başlanır bu en kıyıya köşeye yerleşmiş ayrıntılar. bunun ardından biz öğrenciler ne yaparız, algıda seçicilik, harala gürele ezberle allah ezberleriz; sonra ne mi olur? yüzlerce tahıl vardır elimizde ama hangi çuvaldan geldi haberimiz olmaz. öğrenememişiz ama 80-90 almışızdır. (alkışlar, kıyametler) nasıl akıllı telefonlar gençleri bozuverdi, projeksiyon rahatlığı da hocaları bertaraf etti.

    genel kanı budur öğrenciler arasında. çünkü 200 slayt anlatmayan, hatta tepegöz kullanan, vakadan giden sorular soran hocaların dersleri üç yıl geçse de dün gibi hatırlanmaktadır.

    insan beyni çok düşük bir enerjiyle çalışır bildiğimiz gibi, işine yaramayanı değil öğrenmek, duymaz-görmez bile. dar gelirli ailedir yani, aman ne lazımsa önce onu alalım der.

    hocalarımız da ders anlatırken geneli kavratmadan ayrıntıları dayarlar önünüze, kendi hepsini bilir zaten, kolaydır yani; unutmuştur kendi halini ve neler çektiğini öğrenmeye çalışırken.

    bir tarafta idealist rolde hocalar öte yanda pragmatistik beyinler... zor olmasa gerek sonucu tahmin etmek.

    tüm o textbooklar tıbbı bir merakla kalan boş zamanda okunmaya başlanır. boş zaman... ufak bir hesapla 10 komite 1 final olan dönem üç, ağustos sonu başlar ve ertesi sene temmuz başında biter. 50 gün yaz tatini bir kenara koyalım. bu 10 komite sırasında sınav öncesi en ideali olan 10 gün çalışma süresini yazalım öteki kenara da. yani bir tıp öğrencisi yılın 100 günü dünyada değildir - tabii finali ayrı tutuyorum - başka bir formdadır. üstüne üstlük her komite, günde ortalama 6 saat ders olduğunu varsayalım; o 6 saatin de aynı gün süren 3 saatlik tekrar süresini hesaba katarsak hafta içi kişisel meraklarımıza ayıracak vaktimiz kalmıyor. kabaca 25 haftasonumuz var bu iş için. bakın sadece tıp fakültesinden sınıf geçmeye uğraşınca o seneden size sadece 50 gün kalıyor normal bir hayat yaşamak için, yaz dışında.

    sağlıklı bir insan sosyal hayatta da yer almalıdır. kimseden o 50 gününü de kitaplara adamasını bekleyemeyiz.

    buraya kadar tipik türk aklını size sundum; sorun ortaya atmak. o yok, burdan kaçın gargamel var demek kolay. nasıl çözerize gelmek isterim. selçuk hocam sorguluyor; evet okumuyoruz kitap. ama burda öğrenci kadar hoca da suçludur. öğrenci beynine karşı rezistans geliştirmiştir hocalar. temel güdülemeleri unutmuştur. hoca ne yapmalıdır? hoca susmalıdır, her şeyi anlatmamalıdır, sormalıdır. ödev vermelidir. bunu araştır gel demelidir. hoca olmuşsa zamanım yok uğraşamam dememelidir(sözüm meclisten dışarı), olanı ve bilineni öğrenciye git öğren demeli; olmayanı, bilinmeyeni, sorun çıkaranı tartışmalıdır. arkadaşlar bu notu okuyun, şu bölümü şu kitaptan okuyun yarın tartışacağız demelidir. o öğrenci o zaman okur işte. ezberlenecek şey yoktur artık öğrenilecek bir güdüleme vardır. hocamız bunu yapmanın yanı sıra, bu bilinci yaymalıdır da. önce bölümüne sonra dekanlığa baskı yapmalıdır.

    şu an süregelen bu akademik tıp yaşamı, insanın evrimsel sürecine aykırıdır. tıp denen meret beyni anlamaya çalıştığını iddia ediyorsa eğer önce kendi yetiştirdiği hekim adaylarına bugünkü bulgulara göre öğrenim vermeli, teorikten kliniği koparıp atmamalıdır. yoksa farazi bilgilerin kümeleştirdiği bu gaz ve toz bulutunda yaşam, ortaya çıkmak için 13 milyar yıl daha beklemeye mahkumdur.

    kitap okuyalım ve okutalım, ama akılcı ilkelerle elbette.
  • istemeden-bilmeden birçok öğrencinin hayatını etkileyen hocadır.
    toplasan 3 dersine girmemişimdir. tek bir muayene dersi ile aklımda kalmıştır.
    çok severiz, çok sayarız. doktordan önce insandır.
    saygılar hocam...
  • selçuk hoca öğrenciler tarafından çok korkulan bir adamdır. sahsimi da bir küçük grup dersinde itin g.tune sokmuslugu vardır. ama birebirde konusursanız, işiniz düşerse dünyanın en iyi niyetli insanlarından biri olduğunu anlarsınız. bunu niye söylüyorum. hayatımın en zor dönemlerinden birinde yapmak zorunda değilken elimden tuttu bana bir fırsat verdi. ben de güvenini boşa cıkarmadim ve mevzubahis sınavı geçtim. geçtiğimi söylediğimde ise "işte bu kadar bilginstein" deyip sarıldı. demem o ki bu adam, bu karanlık ve puslu okula inancımı sürdürmemi sağlamış bir kaç kisiden biridir. birkaç ay sonra mezun olup gidecek olsam da adını ve misyonunu hiç unutmayacağim.
  • güzel insan, kedi sever, doğa sever insan. eminim doktorluğu da doğru orantılıdır, çok iyidir.
    öğrencisi ya da hastası değilim. sosyal medyadan belli oluyor her şey.
    sağlıklı uzun ömürler diliyorum. allah böyle hakiki hekimleri ülkemizden eksik etmesin. amin.
  • o da benim gibi babasız bir çocuk,yukardaki entry doğru ise, başın sağ olsun hacettepe’nin güzel abisi ve izninle bir kons.

    bizim yakışıklı heh heh sekreter cevdet abi’miz aylar önce “selçuk hocan poliklinik yapmıyor.” dedi bende hıyar gibi ali fuat kalyoncu’dan yardım istedim:”selçuk hocamı arar mısın,yardım lazım?” resmen fos çıktı:”git kendin söyle!.”dedi,e tabi kızı verdi,koca iskender sayek ve/veya inşallah büyük dünürüm can serhat ünal hocam olsa tam tersiydi.

    can hemşerim hastam “sema cicos” teyzem ve “aydoğan aydoğdu” hastası,insülin kullanan uzun süreli diabet hastası ve endokrinde ben bizim okulu tek geçerim, tek geçerim de herşeyi bilir tomris erbaş ve efsane ses tonu tiroid ömer alper gürlek’tende iyisin bence:

    “endokrin’in iskender sayek’in rahmetle ateşten rektörümüz tunçalp özgen’isin, belki daha da iyisin; sema cicos teyzem sana bağış fonuna yardımla da gelse olur mu can ağabey’im?”

    saygılar selamlar sahadan.
hesabın var mı? giriş yap