• bu şarkıyle tanışmam hayli geç denebilecek bir tarihe, 2007 senesinin yaz mevsimine isabet eder; hem de hayatımın öyle münasebetsiz bir devrine ki, hayfa, dinlerken sezilmesi lazım gelen duygular ile alaka kurmak mümkün değil.

    izmir narlıdere'de, kumandan gazinosunda, subay misafirhanesinde, resepsiyonda teşrifattan mesul uzun dönem er olarak askerlik vazifemi ifa ile meşgulken, geçmişte de beni yoklayıp ruhuma eziyet etmiş tanıdık fikir ve duygular tekrar peyda oldu. eskiden olduğu gibi aldırmamağa gayret ettimse de bu defa muvaffak olamadım ve askeriye içindeki psikolojik danışma ve rehberlik birimine müracaat ettim. bir müddet süren soru - yanıt akabinde vazifeli asteğmen izmir asker hastanesine sevkimi münasip gördü; oradaki kadın tabip binbaşı ise istanbul gata psikiyatri kliniğine.

    tertiplerimden bir asker ahbabın refakatiyle ve tren vasıtasıyle on bir küsur saat sürecek olan istanbul yolculuğuna koyulduk. o tarihte devlet yalnızca bu biçimdeki bir seyahatin bilet bedelini ödediği için ve benim de param olmadığı için trenle intikal mecbur göründü. şimdi işleyiş nasıldır bilmem.

    haydarpaşa garı'nda indikten sonra hastaneye vardım. burada vazifeli hekimle mülakat akabinde vaziyetime teşhis ve isim kondu, yatışım verildi. mavi pijamaları giydikten sonra ilk iş kalçadan bir iğne yedim; burada geçirdiğim takribi üç haftanın yarısı boyunca etrafı bulanık gösteren ve hem aklıma hem hareketlerime uyuşukluk veren ilaçlı bir iğneydi bu.

    ondan sonra güya müsait hasta odası yokluğundan, tabii bir halde tek kişinin kalması icab eden demir parmaklıklı bir odaya üçüncü kişi olarak koyuldum. hizmetlilerin ardiyeden sırtlayıp çıkardıkları çarşafsız, kumaşı sararmış yatağa zati iğnenin tesiriyle de baygın gibi olduğumdan, şikayetsiz yattım uzandım.

    odadaki diğer hasta askerlerden biri, krizlerin hiddetiyle çenesinden iplik iplik salya akıtarak sızmış bir uyuşturucu müptelası, öteki de hiç kımıldamadan ve konuşmadan, hiçbir şey de yiyip içmeden saatler boyu hareketsiz yatarak altına pisleyen bir kimseydi. temizlik vakti görevliler üstünü değiştirmek için zorla ayağa dikerlerdi ve o da bu kez saatlerce bıraktıkları gibi, ayakta dururdu... daha evvelden de aşina olduğum o sual yine zuhur etti: benim burada ne işim var?

    böyle bir koğuşun acemisi, hastalık harici bir halde buraya uğrasa, içeri bakıp bize dikkat etse, şu iki mecnundan çok daha aklı başında göründüğüme hükmedebilir, adaletsiz bir tetkik metoduyle sınandığımı düşünüp halime üzülebilirdi. vaziyeti kabullenmek istemediğimden böyle kibirli mukayeselere, böyle çiğ iftiharlara sığındım.

    burada yatak ve yastık harici hiç eşya yoktu. perdesiz, küçük bir pencereden bahçe görünür, tuvalete kapının kilidini açması için çağrılan nöbetçi askerle beraber gidilirdi. ilaç ve yemek vakitleri dışında koridorda ayak sesi pek seyrek duyulurdu. içerinin mi yoksa zihinlerin mi kasvetinden ötürü bilmem, burayı hiç zevkli, latif hayaller ziyaret etmezdi.

    haftada bir gün klinik bahçesine masalar ve sandalyeler kurulur, kıdemli mertebeden hekim heyeti gelir, hastalarla konuşur ve neticeyi verirlerdi. ikinci mülakat akabinde nispeten daha bol ışık alan ve daha refah bir odaya nakledilmek kaydıyle yatışımın devamı uygun görüldü. burada birkaç hikaye kitabı ve bir de radyo vardı ki, şimdi gözümü kapasam nasıl sevindiğim yine hatrıma gelir.

    vakit öğle, pencere açık, havada bulut lekesi yok, güneş hayli yükselmiş; kapı da ardına dayalı olduğundan içeride tatlı bir esinti cereyan etmekte. ses, koridorda oda oda gezip hastalara sırasıyle ilaç veren hemşirenin terliklerine münhasır. muhataplarımdan biri kitap, öteki de az sonraki memnuniyetimin hissedarı olacak radyo. hele çok şükür küşayiş artık zihnimi ziyarete başladı. şarkıyle böyle merhabalaştık.

    bay vallo ve bayan avelon düet icra ediyor, ahenkli sesleriyle birbirlerine sevişmek vaadi sunuyorlardı. birinin latif sözlerini diğeri daha zarif bir üslup ile selamlıyor, her mukabele daha büyük bir arzu dalgası yaratarak dinleyiciyi, yani beni mest ediyordu. bu söyleyiş güzelliğinden, seslerinin renk ve nağmesinden aşkın ve sevişmenin şeklini, suretini teşhis edememek için akılca yoksun olmak lazımdı; ki henüz o kadar delirmiş sayılmazdım.

    radyonun mükafatı beş dakika sürmedi. yabancı dile acemiliğimden, hatrıma nüfuz eden sözcükler sayıca az idi; strawberries, cherries, silver spurs ve muhakkak summer wine. çıkışımın verileceği güne kadar, tekrar radyoda tesadüf etmek hevesi ve taburcu olunca klibini de görmek merakıyle, bu beş altı yabancı kelimenin eşliğinde kendi kendime şarkıyı mırıldanıp durdum. ancak cilveleşmekte kuşlarla rekabet eden iki aşık taklitçisi şarkıcı kadar marifetli olmadığımdan, dinlerken aldığım hazzı kendi sesimde bulamadım.

    eh dedim, seninle böyleyken mi tanışacaktık? şu sahnenin neşesizliğine, dekorun çirkinliğine, etrafta hiç aktris olmayışına acaba ne söylemeli? elinde kadehle gaipten kadın silüeti tecelli edecek değil, o halde şimdi seni kime atfetmeli; günde iki kere ilaç ikram eden hemşireye mi?
  • natalia avelon'un güzelliğini sergilediği klip. şöyle oluyor , kadın diğer şuh kadınlardan gördüğü hareketleri ta çocukluktan itibaren aynaya bakarak taklit ediyor. dudaklarını yalıyor , kamerayı kesiyor , saçını savuruyor. hımm memelerim güzel sergileyeyim bari havası var kendisinde.
    ville valo ise bir eli çenesinde bir eli masada öylece bakıyor kadına ve o an benim bittiğim an oluyor sözlük. dudakların ağır ve zahmetsiz bir hareketiyle çıkan büyüleyici ses.. bir baby face'e konuşlanmış iki şeytani göz. elini sallasa bütün kızlar yerde.. bir kadın için , bu vurdumduymaz , serseri , güzel adama sahip olma isteği , vahşi bir köpeği evcilleştirip süs köpeğine dönüştürme isteğiyle çok güzel örtüşebilir. sonsuza dek benim olsun diyorsunuz ama olmuyor efendim. bunlar numunelik.
  • nick cave birileriyle düet olayına girip kendisini seslendirene kadar sahipsiz ve biçaredir.
  • ne kadar yaz mevsiminde yaşanan aşk temalı olsa da bence soğuk kış akşamları ve kırmızı şarap kokan şarkı:

    (nancy):
    strawberries cherries and an angel's kiss in spring
    my summer wine is really made from all these things

    (lee):
    i walked in town on silver spurs that jingled to
    a song that i had only sang to just a few
    she saw my silver spurs and said lets pass some time
    and i will give to you summer wine
    ohh-oh-oh summer wine

    (nancy):
    strawberries cherries and an angel's kiss in spring
    my summer wine is really made from all these things
    take off your silver spurs and help me pass the time
    and i will give to you summer wine
    ohhh-oh summer wine

    (lee):
    my eyes grew heavy and my lips they could not speak
    i tried to get up but i couldn't find my feet
    she reassured me with an unfamiliar line
    and then she gave to me more summer wine
    ohh-oh-oh summer wine

    (nancy):
    strawberries cherries and an angel's kiss in spring
    my summer wine is really made from all these things
    take off your silver spurs and help me pass the time
    and i will give to you summer wine
    mmm-mm summer wine

    (lee):
    when i woke up the sun was shining in my eyes
    my silver spurs were gone my head felt twice its size
    she took my silver spurs a dollar and a dime
    and left me cravin' for more summer wine
    ohh-oh-oh summer wine

    (nancy):
    strawberries* cherries and an angel's kiss in spring
    my summer wine is really made from all these things
    take off your silver spurs and help me pass the time
    and i will give to you summer wine
    mmm-mm summer wine
  • klibinde gözümün bir tek ville valo gördüğü şarkı.. hatuna kıskançıkla bile bakmıyorum.. ama fazla yakınlaşıyorlar bazen, tepem atmıyor değil..
  • şarap gibi bir şey harbiden.
    ayrıca ;
    natalia avelon,ville valo düetinin klibinde ville valo gözüme daha bir seksi görünmektedir.*
  • bir fahisenin esas oglani bastan cikarip sonra da soyup sogana cevirip birakmasini anlatan sarki.
    ne romantik di mi? dugununde falan bu sarkiyla dansetmek isteyenler var, te allaam.

    cok guzel sarkidir o ayri.
  • ville valo nun hafiften jack sparrow imajına bürünmüş haliyle süper göründüğü klibe sahip güzel şarkı (bkz: olmuş)

    edit: ayrıyeten bi sansürlü bi sansürsüz olmak üzere iki klibe sahip şarkıdır. dream tv de yayınlanan versyonda natalie hanımın memişlerinin göründüğü sahneler yerine başka sahneler vardır
  • ville valo bittersweet sonrası yerini hiç değiştirmemiş, saçı sakalı da koyvermiş, lauri ylonen ise masada karşılıklı oturmaktan sıkılıp gitmiş, yerine natalie avelon abla gelmiş, ville de bu duruma çok sevinmiş temalı bi klibi olan şahane şarkı.
  • ville valo ve natalia avelon düetinin beni benden aldığı, klibin ise bambaşka duygulara sebebiyet verdiği şarkı.

    bir erkek evladına makyaj ancak ve ancak bu kadar yakışabilir (bir de johnny* var, o ayrı).. fakat o nasıl alev alev bir kliptir? her izleyişimde, haydi onu bırak her düşündüğümde soğuk terler döktürüyor. gözlerle ve sözlerle sevişmek zannediyorum ki böyle bir şey. daha nasıl, ne olabilir?

    eğer bana bir şans verilse ömrümün sonuna kadar bu klibin içinde yaşayabilirim.. bir tarafımda ville, diğer tarafımda natalia.. hangisine gitsem, gidip de ne yapsam (çünkü sadece izlemek bile yeterli) bilemiyorum.

    fena halde büyülü şarkı.
hesabın var mı? giriş yap