• yok artık dedirten acı film. acıklı demiyorum direk her karesinde bir felaket yaşanıyor çünki. türk filmi sevgimden başına oturdum sonra da kalkamadım manyaklığımdan. çekimler, kamera açıları ve oyunculuklar iyiydi tabi ama ne senaryoydu be arkadaş, bi kadına bu kadar yüklenir mi bir hayat.

    --- spoiler ---
    efendime söyleyim her şey gayet güzel başlıyor filmde, köyün güzel kızıyla yakışıklı delikanlısı evleniyor, 3 tane boy boy bebeleri oluyor. derken derken bunlar köyün ağasına borçlanıyor, öküzleri ölüyor, aç kalıyorlar bu seferde; ama kadının altınlarını asla satmıyorlar nedense çok önemli o altınlar. en sonunda bir gerdanlığı satıp 2 öküz alıyorlar. öküzler tarladaki devasa kayaları çekerken ip kopuyor ve adamın iki kolu kayanın altında kalıyor ve tabi ki kopuyor. tarla işlerini de halledemeyince durumları iyice kötüleşiyor. adam onlara yük oluşuna üzülüp duruyor. acizliğine daha fazla dayanamayan adam evi terkediyor. bundan bikaç gün sonra adamın bunlarla yaşayan anası da ölüyor. aradan aylar geçtiğini kadının şişen karnından anlıyoruz. tarlada çalışırken tek başına doğuruyor bebeğini. birgün yine tarlada tüm çocuklarıyla çalışırken yağmur yağmaya başlıyor, kadın çocuklarını alıp sırtına da bebeğini bağlayıp yükselmiş nehiri geçmeye çalışıyor. nehri geçerken çocukların hepsi akıntıya kapılıyor. ama ana bir çocuğunu kurtaramıyor. eve geliyorlar açlıktan ve soğuktan ölmek üzereler. çocuklardan biri bebeğin öldüğünü farkediyor. hayır yani hiç mi komşuları yok diyorum kendi kendime, köy değil mi burası nerde kaldı imece nerde kaldı komşuluk. komşuluk öldü mü. ölmüş demek ki o sıralar. belki de öldü bu kadına söylemiyolar daha üzülmesin diye. ahaha neyse, bu arada bu ablanın 2 tane bileziği var onlar olay oluyor nedense, aç kalırız ama o bilezikleri vermeyiz gibi bir tutum var, küçücük bebelerin bile aklına girmiş bu düşünce. ama tabi abla bilezikleri ağaya vermek zorunda kalıyor ve böylece bilumum yemeklere kavuşuyor. artık ne kadar yiyecek aldıysa onlara bi 15 yıl yetiyor herhalde ki birden yıllar sonrasına gidiyoruz, ablamın saçlar da beyazlamış tabi bu arada.çocuklardan biri büyüyünce tamer yiğit olmuş ki çok beğenirim kendisini. ama bu abi bayaa haylaz, herkese dikleniyor, kumar oynuyor, eve gelmiyor vs vs. anası da çok dertli bundan. neyse bu haylaz abi ağanın borç defterini okuyabilmek için okuma öğrenmeye köy öğretmenine gidiyor. bu hatun öğretirim fakat ağaya olan borcunuz hiç bitmez bu düzenden kurtuluş yok falan diyor. sonra da haylaz abi o zaman bende katil olurum diyince, öyle bişey yaparsan bi daha senle konuşmam diye trip atıp ağlayarak uzaklaşıyor. şimdi burdan ne anladık, hocanım aşık haylaz adam, değil mi yani? en azından ben öyle anlıyorum, nitekim uzaktan onları izleyen ağanın kızı da öyle anlıyor ve kıskanıyor haylazı, o da haylaza aşık ama hep dikleşiyor haylazla. onu kızdırmak için de haylazın anasının bileziklerini takıp haylazın karşısına çıkıyor. haylaz da gece kızın odasına girip bilezikleri çalıyor. ertesi gün anasını ak sakallı bi dede bu bilezikleri bana verdi diye kafalıyor; fakat çok geçmeden ağa kızıyla gelip bilezikleri istiyor. çok dramatik anların yaşandığı -ve tabi kavga dövüş de- anlardan sonra bilezikler ağa kızına geri gidiyor. yalnız bayaa her karesi de aklımda filmin içten içe benimsemişim demek ki. sonra haylaz, abisinin düğününe hocanımı çağırmaya gidiyor, evlilik falan konuşurlarken bizimki hocanımı sevdiğini ima edince, bu manyak hocanım diyor ki, "o sevdiğin kadın seninle evlenemez, çünki başkasıyla sözlü" ve yine koşarak uzaklaşıyor. ya, ne bu şimdi? dengesiz. travma manyağı olmuş bebeye ne umut veriyosun madem sözlün var, dahası nerde sözlün, gelsin dursun başında da öyle tutarsız hareketler yapma. sene 70 falan, o zamanın mantığıyla düşünüyorum yani ben tabi, ondan öfkem, yoksa yapsın günümüzde dengesiz hareketler, garip gel gitler. neyse, zaten haylaz da benim kadar siklemiyor durumu. abisinin düğününde gayet halay malay çekiyor. ağanın fettan kızı da boş durmuyor, bilezikleri takıp yine delirtiyor haylazı. ne var bu bileziklerde anlamış değilim. 2 altın bilezik olmalıydı bence filmin ismi. filme bi beş dakka geç başladım orda mı anlattılar bütün olayı bilmiyorum tabi. neyse efendim, bizimki kızın üstüne çıkıp zorla bilezikleri almaya çalışırken ahali bunları görüyor, haylaza yükleniyor hepsi, kızın namusuna leke sürdü zart zurt diye. filmin hiç bir karesinde olmayan ahali birden ortaya çıkıyor, kötü günlerinde bir tas çorba vermiyorlar ama düğün oldu mu hepsi koşa koşa geliyor, bi de pozisyonu da yanlış yorumlayıp yükleniyorlar haylaza, gereksiz yere gaza geliyorlar ve haylaz ya köyden gitsin ya da özür dilesin diye karar alıyorlar, ama tabi gurur manyağı ailenin ferdi haylaz dilemiyor, bi ton kavga dövüş köyden gidiyor. oğlunun gidişinden sonra hastalanıyor ana. birgün ağa elinde mektupla çıkageliyor, haylaz göndermiş, mektupta da köye baskın yapacağını ağayı öldüreceğini, kızını da dağa kaçıracağını yazmış. ağanın kıçı üçbuçuk atıyor tabi. ama ana mağrur, benim oğlum yapmaz köyümüzün kızına öyle şey diyor, ağayı da affediyor -büyük kadın vesselam, ben olsam hayattaa...- sonra, haylaz atlı tayfasıyla köye geliyor gerçekten. ağayı öldürüyor, bilezikleri -tabi ki- alıyor, kızı da atına atıp giderken ana yolunu kesiyor tüfekle. bırak kızı diyor, haylaz bırakmıyor. bırak vururum diyor, bırakmıyor. bırak, bırak... vee vee o cefakar, o derbeder, o acıların kadını anayı evlat katili yapıyor haylaz. anasının kollarında can veriyor, ölmeden önce bilezikleri anasına vererek.
    --- spoiler ---

    yani böyle uzun uzun yazdığıma göre etkilendim sanırım filmden. ne de olsa türk filmleriyle büyüdüm, bu biraz yüksak dozaj acıydı, ondan böyle etki yaptı demek ki.
  • fatma girik bu filmdeki oyunculuğu ile o dönem en başarılı kadın oyuncu ödülünü almıştır. filmdeki ayrıntılara da çok önem verilmiştir, kavga sahneleri neredeyse gerçeğe yakındır. kazım ağa'nın vurulduğu bir sahne vardır ki, ceketinin arkasındaki kurşun deliklerinin sayısına kadar her ayrıntı düşünülmüştür. 10 üzerinden 10 alabilecek güzellikteki bir filmdir.
  • '' insan iyiliği ancak başka bir insandan öğrenir.gocuk için teşekkürler caynak. '' syf.71

    '' yüzüne düşen kar taneleri erimiyordu. '' syf. 136

    '' bir gün gelecek ona da her şeyi anlatacağım. eğer yaradılıştan daha zeki ve iyi niyetli ise anlayacaktır. ama öbürlerine, dünyada yaşayan herkese nasıl anlatmalı? onlara bir diyeceğim var ama… '' syf. 142

    (toprak ana, cengiz aytmatov, ötüken yay. çev. refik özden)
  • cengiz aytmatov’un benim nazarımdaki en iyi eseri olup, savaşların her şeyden habersiz masum insanlar üzerindeki yıkıcı etkisini yüreklerimizi dağlarcasına anlattığı kitap.

    bir çok güzel ayrıntıya sahip olmasına rağmen ilk sayfalarda yer alan ve savaş sonunda üç çocuk, bir eş son olarak da çok sevdiği gelinini onun mutluluğu uğruna kaybeden ve bir tek torunu ile kala kalan yaşlı ve hasta tolgonay’ın bir zamanlar sahip oldukları mutluluğu anlattığı bölüm bu kitabı benim gözümde ayrı bir yere koyar.

    “gerçek mutluluk, yavaş yavaş, azar azar gelir ve bu bizim hayata bakış açımızla doğrudan doğruya ilgili ve orantılıdır. mutluluk, birbirini tamamlayan ufak tefek şeylerin birikmesinden doğuyor. “

    azar azar biriktirdiği onca ufak tefek mutluluğu bir anda kaybetmek… bana göre bu kitabın özeti bu cümleler.
  • herhalde türk sinemasında böyle gerçekçi bir film çekildiğini çok nadir görebiliriz.

    --- spoiler ---

    bu filmde fatma girik'in yediği dayağı kimse yememiştir, onun yerlerde sürüklendiği kadar kimse sürüklenmemiştir. hele bir yerde bir tekme yiyor ki off dedim. resmen yeri öptü. dublör mublör hak getire.

    --- spoiler ---

    helal olsun.
  • bir çırpıda okunan cengiz aytmatov romanı.bir kö$esinden mutlu komunizm senaryosudur,diğer taraftan hüzün,sorumluluk duygusu ve umut koklatır.ayrıca kitap boyunca mutluluk duygusunun renkli renkli anlatımına rastlarsınız.
  • cengiz aytmatov'un bu kitabını okuyan herkes bu başlığa gelip hissettirdiği duyguları yazmış. herkesi haklı buldum.

    bu kadar kısa bir roman nasıl bu kadar büyük bir etki bırakabilir diye düşünüyorum.
    savaşı ve savaş ortamını anlatmadan savaşın nasıl bir yıkım yarattığını ustaca anlatmış. kitabı bitirdim şu an üstümde koca bir öküz oturdu vallahi. şu ana dek okuduğum tüm aytmatov eserlerinde mutlaka bir öküz gelip göğsünüze oturuyor. ona göre okuyun.

    sürprizbozan içerir

    en çok aliman'a üzüldüm. genç yaşta dul kalmış ve tolgonay ana hislerini düşüncelerini ifade etmediği için bu hale düştü. düşüncelerini ifade etseydi her şey farklı olabilirdi. yazarın savaş dışında vermek istediği mesaj aslında burada
    "geç olmadan duygularını ve düşüncelerini mutlaka söyle. iş işten geçtikten sonra pişmanlık fayda vermez."

    bir de kimsenin yazmadığını yazalım.
    aliman dul kaldı. git geller yaşadı. hem bırakıp gitmek istedi içten içe hem de anası gibi gördüğü kaderdaşı tolgonay anayı bırakmak çok ağır geldiği için bırakamadı, gidemedi.
    içinde biriken kadınlık hislerinin altında ezildi. duyguları onu esir aldı. böylece bir hata oluştu. topluma göre yanlış, ama doğaya aykırı değil yaptığı. çobanla votka içip birlikte oldu. hamile kaldı. hem tolgonay ana hem de yakın çevresi onu yadırgamadı. hor görmedi. en son okuduğum livaneli'nin kitabı mutluluka göre bunun cezası ölümdü. gerçek hayatta o 1940'lı yıllarda bir kısmı yahudiden bozma arap kültürünü ve inanışını benimsemiş bir türk toplumuna göre de bunun cezası korkunç bir ölümdü.
    gerçeğini bilmiyorum ama aytmatov'un toplumu çok iyi tahlil ettiğini düşünüyorum. aytmatov bu eserinde 1940'lı yıllarda yaşayan müslüman ama türk kültüründe kalmış bir köyde yaşayanların böyle bir durumu çok yadırgasalar da hiç kimsenin aliman'ı öldürmek gibi bir niyeti olmuyor. doğan çocuğu da kimse yadırgamadı, incitmedi. sevgiyle büyüdü. yahudiler ve hristiyanlar gibi pis bir damga vurmadı. ben de diyorum ki işte gerçek türk kültürü budur diyorum. bütün dinleri aşan bir kültür bu...

    debe edit: (bkz: #161294838)
  • insanin kalbinde yer eden bir cengiz aytmatov romanidir. omur boyu kutuphanenin nadide bir kosesinde saklamali ve hayattan bunaldiginda acip tekrar tekrar okumalidir satirlarini...
  • cengiz aytmatovun bir solukta okuyabileceginiz, almanlara 4 sehit veren bir evin savastan önceki güzel, tatli günlerini, savastan sonra, aci, hüzün dolu anilarini anlatan, tolgunayla toprak ana arasindaki gecmisten gelen dostlugun güzel bir sekilde islendigi kitaptir.. dili sade, ayni zamanda sürükleyicidir.. savasin yikici gücünü anlatir, ayni zamanda onca yildir insanlarla ic ice yasayan toprak ananin insanlarin neden savastigini cözememis olmasi da göze carpan ayrintilardandi kitapta..
  • büyük, acı bir şiir.
    çevirinin olası tahrifine rağmen şiirsel. kırgızca orjinalinde kim bilir nasıl bir tını sarmalar okuyucusunu?

    "savaş adın kalleş olsun."
hesabın var mı? giriş yap