10180 entry daha
  • vatanını terk etme eyleminin, bir hınçla belirtilmesi durumu.

    şimdi gelin insanları bu siktir olup gitme ''şerefine'' nail eden; onlara, eşlerine ve çocuklarına ''insanca'' bir yaşamın kapısını açan; ailesini, akrabalarını ve terk edilirken dahi kişiye bu şansı tanıyan (ileride açıklayacağım) ülkesini geride bıraktıran basamakları beraber inceleyelim.
    ön not: burada incelediğim, türkiye'den gitmek olmayıp, siktir olup gitme durumudur. yoksa eğitim için, bilim için, aşk için, macera için, görev için veya canı istediği için gidilebilinir türkiye'den; dönülebilinir, dönülmeyebilinir. ama tanımda bahsi geçen hınç söz konusu olduğunda orada durup iki kere, üç kere, idrak edilene değin durup düşünmek lazım.

    tespit: 80(artı eksi) yıllık bir hayat var önünde duran. doğduğun yeri, aileyi, topraklarının geçmişini ve zamanı sen seçmedin. tanrı, kader, tesadüf ne dersen de bu düzen böyle. dünya 4.5 milyar yaşında, homo sapiens 200 bin yıl yaşında, birkaç bin yıldır yazı var, 500 senedir seri üretim kitap basılıyor, 30 senedir internet var, akp de 20 ye yaklaşıyor. bir yerde, her ne kadar kişi bunu kendisi değiştirebilse yahut yontabilse dahi, kader var, hatta ondan öte “coğrafya kaderdir” diye bir gerçeklik, bir adım ötesi göklerden gelen bir karar(son hece iyi vurgulu) var.

    tespit: küreselleşme devrindeyiz, sınırlar kalktı, insanlar özgürlük kavramını nasıl da güzel yaşayabiliyor bazı ülkelerde, çiçekler böcekler, hayat bayram olacak, iyilik kazanacak, barış, kardeşlik sanrısı bir takım insanlara feci sirayet etmiş durumda. yanıt celal şengörden gelsinhayatın acımasız olduğu, güçlü olanın ilerlediği ne yazık ki adamın gözünün yaşına bakmayan, çoğu zaman hatanın telafisine yer bırakmayan bir hayatta yaşıyoruz.

    tespit: ''bütün genellemeler yanlıştır, bu da dahil'' histerisi insanı pratik hayatta işin içinden çıkılmaz bir sarmala sokar. her insan özeldir, gerçeklik ve hayatın anlamı her birey için başkadır başka olmasına ama iki kere iki dört eder ve hayat aslında göründüğü kadar karışık değil. son 20-30 yılda inanılmaz ivmelenen hayat standartları, zihin üzerinde bir tepkime başlatıyor. internet üzerinden times square'i de izleyebilirsin, taksim meydanı'nı da, yani ne olmuş oluyor, zihinlerde sınırlar kalkıyor. e o zaman ne oluyor 4k çözünürlükte, insanların yaşadığı alternatif yaşam şartlarını görüp '' benim de böyle bir ortamım olsa, benim de refahlı bir yaşamım olsa, anne bana niye almıyorsun, bizde niye yok'' bad triplerine giriliyor.
    he, haksız bir yakarış mı, dibine kadar haklı. ''hep ileri'' dir zaten insanın şiarı. lakin...
    lakini şu ki, eğer değerlendirmede ve tespitte içi boş bir şekilde yalnızca bu ''arzulama'' ilkel güdüsüyle yola çıkılırsa yapılacak eylemin adı ''siktir olup gitmek'' oluyor. türkiye'nin içinde bulunduğu durumu, burada sayfalarca ve betimlemelerle beraber çomar tanımlarıyla, haksızlık, yolsuzluk ve yoksulluk, toplumsal çürüme, her türlü irtica, son on küsür yıldaki cumhuriyet devrimine yönelik karşı devrimin kazandığı ivme, çoğu insanın 90'lardaki saf çocukluk anılarıyla beraber zihinlerindeki ''eski türkiye'' tanımı vs vs... hele ki ''bu ülke bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin'' kafasına da ulaşmışsanız altın vuruşu yapmışsınız demektir, tebrikler.
    kısaca güdü doğru ve meşru: daha iyisini istemek. peki bunun eldesi ne şekilde olacak? mevcut sorununun nedenlerinin doğru tespiti ön şartına bağlı çözümüyle.

    önce mevcut durumdan, ve onun nedeninden başlayalım.
    ne bekliyorsunuz ki gençler? ''krdş bura türkiye ne bklyn'' demiyorum, beklediğiniz şeyin olmama sebeplerini kavrayabiliyor musunuz? memnuniyetsizlik, istediğini alamamış bir çocuğun ağlama güdüsü seviyesinde olup da duruma dair bir kavrayış sağlanamazsa sorunumuz daha en temel neden-sonuç ekseninde yatmakta. 100 yıl önce büyük bir zar atıldı dünyada ve bu topraklarda. tarih önünde kabaca hükmümüz kesilmişti anlayacağınız, kabaca diyorum çünkü yıkılma kaderine sahip çok milletli; beşeri ve fenni artık ne kadar bilim ve felsefe varsa yakalayamamış yahut yakalamak istememiş, yetmemiş bir de reforme edilememiş ve hatta edilse dahi bir işe yaramayabilecek olan bir din sisteminin kıskacında iyice geriye gitmiş ve hatta özüne yabancılaşmış bir imparatorluğun 20. yy 'ı çıkması mümkün değildi. öyle de oldu zaten kabaca, ama ince detayında işin, bir kişinin tarihin hükmü karşısında neler yapabildiği görülüyor. atatürk'ün varlığı, şahsen fırlatılmış oku son anda kılıçla defetmekten farksız yazgımızda. yani anlayacağınız zaten bir yerde bahşedilmiş şu anda yaşadığımız hayatlar. cumhuriyet devrimini doğru okumamak, dolayısıyla hakkını vermeden ondan daha fazlasını beklemek ne denli akla ve vicdana sığıyor? hayattaki en büyük fedakarlık birkaç kuşak öncemiz tarafından canlarını feda ederek yapıldı ve neticede ''içeride ve dışarıda saygıyla tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet'' kuruldu. onlar kendi paylarını fazlasıyla yaptılar, cumhuriyet kuruldu; peki bunu yaşatma ve yükseltme payı, mükellefler olan biz gelecek olmuş nesil tarafından ne denli yerine getirildi? kusura bakmayın ama hem cam kenarı, hem şoför mahalli, hem de bedava... yemezler. işte bu 21.yy rehavetinin, küreselleştiği düşünülen bir dünyanın sonucu. hayat, ne yazık ki, yiyip, içip, sevişip ölmekten ibaret değil. belki siktir olunup gidilen ülkelerde böyle görünüyor olabilir.
    ''her halk hak edildiği şekilde yönetilir'' sözü aslında o kadar doğru ki. tarih nezdinde bir yerde, kaderimiz olan ve tarihsel, sosyal ve ekonomik şartların zaruri neticesi olagelmiş bu geri kalmışlığımız aslında bir yerde diyetimizdi. tutup vay efendim ''avrupa'da bu özgürlükler kanla alındı kan'' goygoyuna girmeyecek olsam da öyle anasını satayım ne yapalım.

    lakin her ne kadar sevilmese de, içinde bulunulduğu duruma lanet edilse de, hatta yeni gittiğiniz yerlerde oranın insanlarına kendi ülkenizi veryansın etme yazıklığına da düşülse unutulmaması gereken bir gerçek var ki o da, o beğenilmeyen ülkenin 90 yıl içerisinde geldiği noktada, vaktiyle yetiştirdiği aydın nesillerin neticesinde oluşturulmuş olan okullarda sizlere verdiği eğitimle( kendim eşşek gibi çalışıp buralara geldim demeyin, üzerim; hayatınızı boktan bir kargaşada kaybetmeyip o eşşek gibi çalışma imkanına sahip olmanın dahi kıymetini bilmezlik etmeyin) siktir olup gidebiliyorsanız; bir mülteci teknesinde, yahut bir tırın yük bölümünde çocuklarınıza sımsıkı sarılarak iki saat sonra ne olacağını bilmeden , aslında hiçbir şeyin ne olacağını bilmeden ölüm korkusu içinde değil de, uçakta çocuğunuz meyve suyunu içerken siz de müzik dinleyerek bulutları seyrederek siktirip gidebiliyorsanız, bu gelinen noktanın, kuşaklar öncesinin canı ve kanıyla ödediği bedelin, daha yakın kuşakların, her türlü iç karışıklığa rağmen, ürettiği kollektif birikimin sayesinde olduğudur. en azından bunun bilincinde olmak, o tanımda belirtilen hıncın kişiyi sürükleyeceği girdaba girilmesini bir nebze azaltacaktır.
    zira o girdap ki; kişiyi özünden, dilinden, kültüründen, aslında insanı insan yapan özelliklerinden çekip çıkaran bir kuvvete sahiptir. öyle bir çağda yaşıyoruz ki, insanın zaman ve hayat algısı bambaşka bir boyuta erişmiş durumda. 75 sene evvel avrupa dümdüzdü mesela, bizde 100 seneli evveli... o zırva olan hümanizm ve çiçek böcek çağı ve dünya vatandaşlığı yalnızca şu an görülen ve o da sözde olan 'barış' durumunda geçerli. tabi olmayagörsün ki bir savaş durumu yahut bir kaos ortamı açığa çıksın, o ülke için çok kilit bir noktada olmadığınız sürece iş yaş gençler, o yüzden çoluk çocuk, hele ki şu akıl almaz göç dünyasında fazla toz pembe hayaller çekmeyin burundan.

    kapanırken son söz nobelli alman kimyacı fritz'den gelsin: "der wissenschaftler dient im frieden der menschheit, im kriege dem vaterland'', yani ''bilimadamı barışta insanlığa, savaşta yurduna hizmet eder''. ne yazık ki gerçek şimdiye kadar böyleydi tarihte ve bir süre de böyle olacak. dil, kültür ve tarih insanları birbirine bağlayan en kuvvetli bağlar. devletler ve uluslar travma ve şok durumlarında bu bağlarına güvenerek hareket eder, ve bu bağlar temelinde sıkı düğümlerini atarlar. sonradan yüzyıllık bir oluşum süreci isteyen bu bağlara; kendi öz bağlarınızı bırakıp ne denli girebilirsiniz, hayal gücünüze kalmış.
    yani gidin, gidin gitmesine ama çok da ergen triplerinde siktirip gitmeyin:)
  • beni her zaman şaşırtan bir geri kalmışlığı var türkiye' nin. eli kalem tutan, kafası çalıştığı belli olan bir yazar yazısını şöyle bitiriyor:

    "bir yol daha var. ehi ehi. şişman turist kızla evlenmek. :)"

    erkeklerin türkiye' den siktirip gitmesi mi başlık? burası bir erkek forumu mu? sadece erkekler için mi yazıyoruz? türklerle evlenen turistler hep kız ve şişman mı? tüm şişman turistler erkeklere aç ve türk olsa bile evleniyor mu? şişmanlığı mı aşağılıyoruz türklüğü mü?

    tam bir ortadoğu ülkesi türkiye. ilk siktirip gitmesi gerekenler kadınlar. kurtarın kendinizi.
  • son bi kac gundur cuneyt ozdemir'in youtube kanalinda goc yollari bolumlerinin izlenmesi gerekiyor.
    gidenler, gitme nedenleri, ne olursa donerler, gitmeye çalışıp gidemeyenler..
    bir cok konuda fikir alabileceğiniz muthesem program
  • su baslikta tekrar tekrar gelen "gidip oralarda suruneceksiniz, temizlik isleri yapip duracaksiniz, insanlar sizi asagilayacak" savindan gina geldi.

    eger iyi bir egitiminiz varsa, kendinizi gelistirmisseniz ve ingilizceniz iyiyse normal ve kendinize uygun bir is bulup calisirsiniz (is bulmak cok kolay degil yanlis anlasilmasin, ama dogru taktiklerle ve cabayla bulunmayacak bi sey de degil) ve gayet kendinize uygun bir sosyal cevre edinirsiniz. eger ingilizceniz bile yoksa tabiki bi sey yapamazsiniz.

    yukaridaki senaryo daha cok 20-25 yil once isci statusunde avrupaya goc eden gurbetcilere uyuyor. kendileri maalesef gelin gorun ki yillarca burda yasamis olmaya ragmen topluma entegre olma (asimile degil, entegre) ya da onca yil bi ulkede yasayip o ulkenin dilini bile ogrenme zahmetine girmeyenler icin gecerli.

    kusura bakmayin da hic bi caba gostermeden yurtdisinda bi sirket sizi alip ceo yapsin diye bekleyemezsiniz.

    ben kim miyim atip tutuyorum? yurtdisinda bi sirkette sales/marketing alaninda calisan (turkiyeyle hicbir alakasi yok), sirketteki tek yabanci olan ve burada gayet guzel bir cevresi olan (hem lokal hem yabancilardan olusan) genc bir turk kadiniyim. zorluklar yasamadim mi? cok yasadim. ama hicbir sekilde turkum diye asagilanma gormedim. work permit yuzunden bircok yerden red aldim, non-eu oldugumuz icin bu cok sik karsilasilan bir engel, ama bu kisisel degil tamamen administratif bir engel.

    son not: siz kendinizi iyi yetistirmisseniz dunyanin her yerinde kendinize uygun bir ortam bulup saygi gorursunuz.
  • türkiye’de olduğu gibi dünya’nın hiçbiryerinde de hayat kolay değildir. bunu bilip hareket etmek lazım. ama kesinlikle denenmeli. devamlı yurtiçi ve dışı işlerde çalıştığım için verebileceğim tavsiye; bence direk tası tarağı alıp gitmek yerine önce türkiye’de o işle bağlantılı yabancı bir firmada çalışıp deneyim elde etmek. dil olmazsa olmaz tabiki. eğer kendinizi gösterip sıyrılabilirseniz zaten sizi onlar talep edeceklerdir.
  • 8.5 yıldır avrupa'da yasayan bir insan olarak artık türkiye'den siktir olup gitmek sınırını gectigimi, türkiye'ye dönersem sudan cıkmıs balıga dönecek adam klasmanına girdigimi düsünüyorum.

    2010'da giden ben bile o zamanki türkiye'yi begenmezken, simdiki cok daha kötü haline, avrupa'nın kurallarına alısmıs biri olarak dövsen alısamam galiba. geri dönmek bizim icin bir secenek olmaktan zaten coktan cıktı.

    mutluyum zaten burada amk, niye döneyim...
  • kadınların yapabilmesinin erkeklere kıyasla çok çok çok daha kolay olduğu ama genelde erkeklerin yaptığı eylem. gitmek isteyen kadın arkadaşlarımın abartısız hepsi bir adam bulup çatır çutur evlenip gitti. ancak genele vurduğunda giden/gitmek isteyen erkek sayısı daha fazla. çok ilginç.
  • 25 yasindan kucukseniz ve iyi derecede ingilizceniz varsa:

    https://atco.eurocontrol.int/
  • niye siktir olup gidiliyor anlaşılmayan fiil. siktir olunmadan, usul usul gidilse fena mı olur. aklımız başımızda olsun. ne demişler,

    öfkeyle kalkan zararlı osurur
  • ama ülke için yaşamak, ülkenin gelişmesi ve yükselmesi için, halkın refahı için çalışmak da ülke için ölmek kadar şerefli değil midir?
12492 entry daha
hesabın var mı? giriş yap